Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Sözler
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ahmet.1" data-source="post: 567410" data-attributes="member: 1040028"><p><strong><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">İKİNCİ MEVKIF </span></span></em></strong></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 18px"><span style="color: #A52A2A">ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ</span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 18px"><span style="color: #A52A2A">ﻗُﻞْ ﻫُﻮَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺍَﺣَﺪٌ ٭ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍﻟﺼَّﻤَﺪُ</span></span></span></p><p></p><p><strong><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 10px">Şu mevkıfın üç maksadı var:</span></span></strong></p><p></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"><strong>BİRİNCİ MAKSAD</strong></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">(Bir yıldızın tokatıyla yere sukut eden ehl-i şirk ve dalaletin vekili, zerrelerden yıldızlara kadar hiçbir yerde zerre miktar şirke yer bulamadığından, o tarzdaki davadan vazgeçip, fakat şeytan gibi, vahdete dair teşkikat yapmak için üç mühim sual ile, ehadiyete ve vahdete dair ehl-i tevhide vesvese yapmak istedi.)</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"><strong>BİRİNCİ SUAL: </strong></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Zındıka lisanıyla diyor ki: "Ey ehl-i tevhid! Ben, kendi müekkillerim namına bir şey bulamadım, mevcudatta bir hisse çıkaramadım, mesleğimi isbat edemedim. Fakat siz ne ile nihayetsiz bir kudret sahibi bir Vâhid-i Ehad'i isbat ediyorsunuz? Neden onun kudretiyle beraber başka eller karışmasını kabil görmüyorsunuz?"</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"><strong>ELCEVAB:</strong> </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Yirmiikinci Söz'de kat'î isbat edilmiş ki; bütün mevcudat, bütün zerrat, bütün yıldızlar, herbiri Vâcib-ül Vücud'un ve Kadîr-i Mutlak'ın vücub-u vücuduna birer bürhan-ı neyyirdir. Bütün kâinattaki silsilelerin herbiri, onun vahdaniyetine birer delil-i kat'îdir. Kur'an-ı Hakîm hadsiz bürhanlarında isbat ettiği gibi, umumun nazarına en zahir bürhanları daha ziyade zikreder. </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Ezcümle:</span></span></em></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 18px"><span style="color: #A52A2A">ﻭَﻟَﺌِﻦْ ﺳَﺎَﻟْﺘَﻬُﻢْ ﻣَﻦْ ﺧَﻠَﻖَ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽَ ﻟَﻴَﻘُﻮﻟُﻦَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ٭ ﻭَﻣِﻦْ ﺍَﻳَﺎﺗِﻪِ ﺧَﻠْﻖُ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽِ ﻭَﺍﺧْﺘِﻠﺎَﻑُ ﺍَﻟْﺴِﻨَﺘِﻜُﻢْ ﻭَ ﺍَﻟْﻮَﺍﻧِﻜُﻢْ</span></span></span></p><p></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">gibi pekçok âyâtla, Kur'an-ı Hakîm; hilkat-i arz ve semavatı, vahdaniyete bedahet derecesinde bir bürhan gösteriyor ki, ister istemez zîşuur olan her adam, hilkat-i arz ve semavatta bizzarure Hâlık-ı Zülcelal'ini tasdik etmeğe mecburdur ki,</span></span></em> <span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 18px"><span style="color: #A52A2A">ﻟَﻴَﻘُﻮﻟُﻦَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ</span></span></span> <em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">der.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Birinci Mevkıf'ta nasıl bir zerreden başladık, tâ yıldızlara ve semavata kadar sikke-i tevhidi gösterdik. Kur'an-ı Hakîm şu nevi âyâtla, yıldızlardan ve semavattan tutup, tâ zerrelere kadar, şirki tard eder. Şöyle işaret eder ve manen der:</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Semavat ve arzı böyle muntazam halkeden bir Kadîr-i Mutlak'ın, elbette devair-i masnuatından olan manzume-i şemsiye bilbedahe onun kabza-i tasarrufundadır. </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Madem o Kadîr-i Mutlak, şemsi seyyaratıyla kabza-i tasarrufunda tutuyor ve tanzim ve teshir ve tedvir ediyor. Elbette o manzume-i şemsiyenin bir cüz'ü ve şems ile bağlanan küre-i arz dahi kabza-i tasarrufunda ve tedbir ve tedvirindedir. Madem küre-i arz, kabza-i tasarrufunda ve tedbir ve tedvirindedir; bilbedahe arzın yüzünde yazılan ve icad edilen ve yerin meyveleri ve gayatı hükmünde olan masnuat dahi, onun kabza-i rububiyetinde ve terbiyesindedir.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Madem bütün zeminin yüzüne serilen ve serpilen ve yüzünü yaldızlayan ve zînetlendiren ve her zaman tazelenen, gelip giden ve zemin onlarla dolup boşalan umum masnuat, kabza-i kudret ve ilmindedir ve adl ü hikmetinin mizanıyla ölçülüp ve tanzim edilir. Madem bütün enva', onun kabza-i kudretindedir. Elbette o enva'ın muntazam ve mükemmel ferdleri ve âlemin küçük misal-i musaggarları ve enva'-ı kâinatın blançoları ve kitab-ı âlemin küçücük fihristeleri hükmünde olan cüz'î ferdleri, bilbedahe onun kabza-i rububiyetinde ve icadındadır ve tedvir ve terbiyesindedir. Madem herbir zîhayat, kabza-i tedbir ve terbiyesindedir. Elbette o zîhayatın vücudunu teşkil eden hüceyrat ve küreyvat ve a'zâ ve a'sab; bilbedahe onun kabza-i ilim ve kudretindedir.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Madem herbir hüceyre ve kandaki herbir küreyvat, onun taht-ı emrindedir ve daire-i tasarrufundadır ve onun kanunuyla hareket ederler. Elbette bütün bunların madde-i esasiyesi ve bütün onlardaki nakş-ı san'ata ve nesc-i nakşa mekikler ve yaylar hükmünde olan zerrat dahi bizzarure onun kabza-i kudretinde ve daire-i ilmindedir ve onun emriyle, izniyle, kuvvetiyle muntazam harekât yapar, mükemmel vezaif görürler. Madem herbir zerrenin hareketi ve vazife görmesi, onun kanunuyla, izniyle, emriyledir. Elbette teşahhusat-ı vechiye ve herkesin yüzünde herkesten onu temyiz edecek birer alâmet-i farika bulunması ve sîmalar gibi seslerde, dillerde ayrı ayrı farklar bulunması, bilbedahe onun ilim ve hikmetiyledir.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">İşte şu silsileye mebde' ve müntehayı zikrederek işaret eden şu âyete bak:</span></span></em></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 18px"><span style="color: #A52A2A">ﻭَﻣِﻦْ ﺍَﻳَﺎﺗِﻪِ ﺧَﻠْﻖُ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽِ ﻭَﺍﺧْﺘِﻠﺎَﻑُ ﺍَﻟْﺴِﻨَﺘِﻜُﻢْ ﻭَ ﺍَﻟْﻮَﺍﻧِﻜُﻢْ ﺍِﻥَّ ﻓِﻰ ﺫَﻟِﻚَ ﻟَﺎَﻳَﺎﺕٍ ﻟِﻠْﻌَﺎﻟِﻤِﻴﻦَ</span></span></span></p><p></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Şimdi deriz: Ey ehl-i şirkin vekili! İşte silsile-i kâinat kadar kuvvetli bürhanlar, meslek-i tevhidi isbat eder. Ve bir Kadîr-i Mutlak'ı gösterir. Madem hilkat-i semavat ve arz, bir Sâni'-i Kadîr'i ve o Sâni'-i Kadîr'in nihayetsiz bir kudretini ve o nihayetsiz bir kudretin, nihayetsiz bir kemalde olduğunu gösterir. Elbette şeriklerden istiğna-yı mutlak var. Yani, hiçbir cihette şeriklere ihtiyaç yok. İhtiyaç olmadığı halde neden bu zulümatlı meslekte gidiyorsunuz? Ne zorunuz var ki, oraya giriyorsunuz?</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Hem de şürekaya hiçbir ihtiyaç olmadığı ve kâinat onlardan müstağni-i mutlak oldukları halde, şerik-i uluhiyet gibi, rububiyet ve icad şerikleri dahi mümteni'dirler, vücudları muhaldir. Çünki semavat ve arzın Sâni'indeki kudret hem nihayet kemalde, hem nihayetsiz olduğunu isbat ettik. Eğer şerik bulunsa, mütenahî diğer bir kudret, o nihayetsiz ve gayet kemaldeki kudreti mağlub edip, bir kısım yer zabtetmek ve ona nihayet vermek ve manen âciz bırakıp, hadsiz olduğu halde tahdid etmek ve hiçbir mecburiyet olmadan bir mütenahî şey, nihayetsiz bir şeye, nihayetsiz olduğu bir vakitte nihayet vermek ve mütenahî yapmak lâzım gelir ki; bu, muhalatın en gayr-ı makulü ve mümteniatın en katmerlisidir.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Hem şerikler "müstağniyetün anhâ" ve "mümteniatün bizzât" yani hiç onlara ihtiyaç olmadığı gibi, vücudları muhal oldukları halde onları dava etmek, sırf tahakkümîdir. Yani aklen, mantıkan, fikren o davayı ettirecek bir sebeb olmadığı için, manasız sözler hükmündedir. İlm-i Usûlce "tahakkümî" tabir edilir. Yani manasız dava-yı mücerreddir. İlm-i Kelâm ve İlm-i Usûl'ün düsturlarındandır ki, denilir:</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 18px"><span style="color: #A52A2A">ﻟﺎَ ﻋِﺒْﺮَﺓَ ﻟِْﻠﺎِﺣْﺘِﻤَﺎﻝِ ﺍﻟْﻐَﻴْﺮِ ﺍﻟﻨَّﺎﺷِﻰ ﻋَﻦْ ﺩَﻟِﻴﻞٍ ٭ ﻭَ ﻟﺎَ ﻳُﻨَﺎﻓِﻰ ﺍﻟْﺎِﻣْﻜَﺎﻥُ ﺍﻟﺬَّﺍﺗِﻰُّ ﺍﻟْﻴَﻘِﻴﻦَ ﺍﻟْﻌِﻠْﻤِﻰَّ</span></span></span></p><p></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Yani: "Bir delilden, bir emareden neş'et etmeyen bir ihtimalin ehemmiyeti yok. Kat'î ilme şek katmaz. Yakîn-i hükmîyi sarsmaz." Meselâ; zâtında Barla denizi (yani Eğirdir Gölü) imkân ve ihtimal var ki, pekmez olsun; yağa inkılab etmiş olsun. Fakat madem bir emareden, o imkân ve ihtimal neş'et etmiyor; onun vücuduna ve su olduğuna, kat'î ilmimize tesir etmez, şek ve vesvese vermez. </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">İşte bunun gibi, mevcudatın her tarafından, kâinatın her köşesinden sorduk: Birinci Mevkıf'ta gösterildiği gibi, zerrattan yıldızlara kadar ve İkinci Mevkıf'ta görüldüğü gibi; hilkat-i semavat ve arzdan, tâ sîmalardaki teşahhusata kadar hangi şeyden soruldu ise, lisan-ı hal ile vahdaniyete şehadet ve sikke-i tevhidi gösterdi. Sen de gördün... Öyle ise; kâinatın mevcudatında bir emare yok ki, bir şirk ihtimali ona bina edilsin. Demek dava-yı şirk, sırf tahakkümî ve manasız söz ve dava-yı mücerred olduğundan; şirki iddia etmek, mahz-ı cehalet, ayn-ı belâhettir.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">İşte ehl-i dalaletin vekili, buna karşı diyeceği kalmıyor. </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Yalnız diyor ki: "Şirke emare, kâinattaki tertib-i esbabdır. Herşeyin bir sebeble bağlı olduğudur. Demek esbabın hakikî tesirleri vardır. Tesirleri varsa, şerik olabilirler?"</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">ELCEVAB: Meşiet ve hikmet-i İlahiyenin muktezasıyla ve çok esmanın tezahür etmek istemesiyle; müsebbebat, esbaba rabtedilmiş. Herbir şey, bir sebeble bağlanmış. Fakat çok yerlerde ve müteaddid Sözlerde kat'î isbat etmişiz ki: "Esbabda hakikî tesir-i icadî yok." Şimdi yalnız bu kadar deriz ki: </span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Esbab içinde, bilbedahe en eşrefi ve ihtiyarı en geniş ve tasarrufatı en vasi', insandır. İnsanın dahi en zahir ef'al-i ihtiyariyesi içinde en zahiri; ekl ve kelâm ve fikirdir. Yani: Yemek, söylemek, düşünmektir. Şu yemek, söylemek, düşünmek ise gayet muntazam, acib, hikmetli birer silsiledir. O silsilenin yüz cüz'ünden, insanın dest-i ihtiyarına verilen ancak bir cüz'üdür. Meselâ: Yemekten, bedenin tegaddi-i hüceyratından tut, tâ semeratın teşekkülüne kadar olan silsile-i ef'al içinde, insanın dest-i ihtiyarına verilen yalnız ağızdaki dişlerin değirmenini tahrik edip onu çiğnemektir. Ve söylemek silsilesinden yalnız meharic-i huruf kalıblarına, havayı sokup çıkarmaktır. Halbuki ağzında bir tek kelime, bir çekirdek gibi iken, bir ağaç hükmündedir. Hava içinde milyonlar aynı kelime gibi meyveler verir. Milyonlarla dinleyenlerin kulaklarına girer. Bu misalî sünbüle, insandaki hayalin eli ancak yetişebilir. İhtiyarın kısacık eli, nasıl yetişir?</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px">Madem esbab içinde en eşrefi ve en ziyade ihtiyar sahibi olan insan, böyle hakikî icaddan eli bağlansa, sair cemadat ve behimat ve anasır ve tabiat; nasıl hakikî mutasarrıf olabilirler? Yalnız o esbab, birer zarftır ve masnuat-ı Rabbaniyeye birer kılıftırlar ve hedaya-yı Rahmaniyeye birer tablacıdırlar. Elbette bir padişahın hediyesinin kabı veya hediyeye sarılan mendil veyahut hediye eline verilip getiren nefer, o padişahın saltanatına şerik olamazlar. Ve onları şerik tevehhüm eden, saçma bir hezeyan eder. Öyle de esbab-ı zahiriye ve vesait-i suriyenin, rububiyet-i İlahiyeden hiçbir cihette hisseleri olamaz. Hizmet-i ubudiyetten başka nasîbleri yoktur.</span></span></em></p><p><em><span style="font-family: 'Arial'"><span style="font-size: 12px"></span></span></em></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ahmet.1, post: 567410, member: 1040028"] [B][I][FONT=Arial][SIZE=3]İKİNCİ MEVKIF [/SIZE][/FONT][/I][/B] [FONT=Arial][SIZE=5][COLOR="#A52A2A"]ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ ﻗُﻞْ ﻫُﻮَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺍَﺣَﺪٌ ٭ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﺍﻟﺼَّﻤَﺪُ[/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][FONT=Arial][SIZE=2]Şu mevkıfın üç maksadı var:[/SIZE][/FONT][/B] [I][FONT=Arial][SIZE=3][B]BİRİNCİ MAKSAD[/B] (Bir yıldızın tokatıyla yere sukut eden ehl-i şirk ve dalaletin vekili, zerrelerden yıldızlara kadar hiçbir yerde zerre miktar şirke yer bulamadığından, o tarzdaki davadan vazgeçip, fakat şeytan gibi, vahdete dair teşkikat yapmak için üç mühim sual ile, ehadiyete ve vahdete dair ehl-i tevhide vesvese yapmak istedi.) [B]BİRİNCİ SUAL: [/B] Zındıka lisanıyla diyor ki: "Ey ehl-i tevhid! Ben, kendi müekkillerim namına bir şey bulamadım, mevcudatta bir hisse çıkaramadım, mesleğimi isbat edemedim. Fakat siz ne ile nihayetsiz bir kudret sahibi bir Vâhid-i Ehad'i isbat ediyorsunuz? Neden onun kudretiyle beraber başka eller karışmasını kabil görmüyorsunuz?" [B]ELCEVAB:[/B] Yirmiikinci Söz'de kat'î isbat edilmiş ki; bütün mevcudat, bütün zerrat, bütün yıldızlar, herbiri Vâcib-ül Vücud'un ve Kadîr-i Mutlak'ın vücub-u vücuduna birer bürhan-ı neyyirdir. Bütün kâinattaki silsilelerin herbiri, onun vahdaniyetine birer delil-i kat'îdir. Kur'an-ı Hakîm hadsiz bürhanlarında isbat ettiği gibi, umumun nazarına en zahir bürhanları daha ziyade zikreder. Ezcümle:[/SIZE][/FONT][/I] [FONT=Arial][SIZE=5][COLOR="#A52A2A"]ﻭَﻟَﺌِﻦْ ﺳَﺎَﻟْﺘَﻬُﻢْ ﻣَﻦْ ﺧَﻠَﻖَ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽَ ﻟَﻴَﻘُﻮﻟُﻦَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ ٭ ﻭَﻣِﻦْ ﺍَﻳَﺎﺗِﻪِ ﺧَﻠْﻖُ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽِ ﻭَﺍﺧْﺘِﻠﺎَﻑُ ﺍَﻟْﺴِﻨَﺘِﻜُﻢْ ﻭَ ﺍَﻟْﻮَﺍﻧِﻜُﻢْ[/COLOR][/SIZE][/FONT] [I][FONT=Arial][SIZE=3]gibi pekçok âyâtla, Kur'an-ı Hakîm; hilkat-i arz ve semavatı, vahdaniyete bedahet derecesinde bir bürhan gösteriyor ki, ister istemez zîşuur olan her adam, hilkat-i arz ve semavatta bizzarure Hâlık-ı Zülcelal'ini tasdik etmeğe mecburdur ki,[/SIZE][/FONT][/I] [FONT=Arial][SIZE=5][COLOR="#A52A2A"]ﻟَﻴَﻘُﻮﻟُﻦَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ[/COLOR][/SIZE][/FONT] [I][FONT=Arial][SIZE=3]der. Birinci Mevkıf'ta nasıl bir zerreden başladık, tâ yıldızlara ve semavata kadar sikke-i tevhidi gösterdik. Kur'an-ı Hakîm şu nevi âyâtla, yıldızlardan ve semavattan tutup, tâ zerrelere kadar, şirki tard eder. Şöyle işaret eder ve manen der: Semavat ve arzı böyle muntazam halkeden bir Kadîr-i Mutlak'ın, elbette devair-i masnuatından olan manzume-i şemsiye bilbedahe onun kabza-i tasarrufundadır. Madem o Kadîr-i Mutlak, şemsi seyyaratıyla kabza-i tasarrufunda tutuyor ve tanzim ve teshir ve tedvir ediyor. Elbette o manzume-i şemsiyenin bir cüz'ü ve şems ile bağlanan küre-i arz dahi kabza-i tasarrufunda ve tedbir ve tedvirindedir. Madem küre-i arz, kabza-i tasarrufunda ve tedbir ve tedvirindedir; bilbedahe arzın yüzünde yazılan ve icad edilen ve yerin meyveleri ve gayatı hükmünde olan masnuat dahi, onun kabza-i rububiyetinde ve terbiyesindedir. Madem bütün zeminin yüzüne serilen ve serpilen ve yüzünü yaldızlayan ve zînetlendiren ve her zaman tazelenen, gelip giden ve zemin onlarla dolup boşalan umum masnuat, kabza-i kudret ve ilmindedir ve adl ü hikmetinin mizanıyla ölçülüp ve tanzim edilir. Madem bütün enva', onun kabza-i kudretindedir. Elbette o enva'ın muntazam ve mükemmel ferdleri ve âlemin küçük misal-i musaggarları ve enva'-ı kâinatın blançoları ve kitab-ı âlemin küçücük fihristeleri hükmünde olan cüz'î ferdleri, bilbedahe onun kabza-i rububiyetinde ve icadındadır ve tedvir ve terbiyesindedir. Madem herbir zîhayat, kabza-i tedbir ve terbiyesindedir. Elbette o zîhayatın vücudunu teşkil eden hüceyrat ve küreyvat ve a'zâ ve a'sab; bilbedahe onun kabza-i ilim ve kudretindedir. Madem herbir hüceyre ve kandaki herbir küreyvat, onun taht-ı emrindedir ve daire-i tasarrufundadır ve onun kanunuyla hareket ederler. Elbette bütün bunların madde-i esasiyesi ve bütün onlardaki nakş-ı san'ata ve nesc-i nakşa mekikler ve yaylar hükmünde olan zerrat dahi bizzarure onun kabza-i kudretinde ve daire-i ilmindedir ve onun emriyle, izniyle, kuvvetiyle muntazam harekât yapar, mükemmel vezaif görürler. Madem herbir zerrenin hareketi ve vazife görmesi, onun kanunuyla, izniyle, emriyledir. Elbette teşahhusat-ı vechiye ve herkesin yüzünde herkesten onu temyiz edecek birer alâmet-i farika bulunması ve sîmalar gibi seslerde, dillerde ayrı ayrı farklar bulunması, bilbedahe onun ilim ve hikmetiyledir. İşte şu silsileye mebde' ve müntehayı zikrederek işaret eden şu âyete bak:[/SIZE][/FONT][/I] [FONT=Arial][SIZE=5][COLOR="#A52A2A"]ﻭَﻣِﻦْ ﺍَﻳَﺎﺗِﻪِ ﺧَﻠْﻖُ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽِ ﻭَﺍﺧْﺘِﻠﺎَﻑُ ﺍَﻟْﺴِﻨَﺘِﻜُﻢْ ﻭَ ﺍَﻟْﻮَﺍﻧِﻜُﻢْ ﺍِﻥَّ ﻓِﻰ ﺫَﻟِﻚَ ﻟَﺎَﻳَﺎﺕٍ ﻟِﻠْﻌَﺎﻟِﻤِﻴﻦَ[/COLOR][/SIZE][/FONT] [I][FONT=Arial][SIZE=3]Şimdi deriz: Ey ehl-i şirkin vekili! İşte silsile-i kâinat kadar kuvvetli bürhanlar, meslek-i tevhidi isbat eder. Ve bir Kadîr-i Mutlak'ı gösterir. Madem hilkat-i semavat ve arz, bir Sâni'-i Kadîr'i ve o Sâni'-i Kadîr'in nihayetsiz bir kudretini ve o nihayetsiz bir kudretin, nihayetsiz bir kemalde olduğunu gösterir. Elbette şeriklerden istiğna-yı mutlak var. Yani, hiçbir cihette şeriklere ihtiyaç yok. İhtiyaç olmadığı halde neden bu zulümatlı meslekte gidiyorsunuz? Ne zorunuz var ki, oraya giriyorsunuz? Hem de şürekaya hiçbir ihtiyaç olmadığı ve kâinat onlardan müstağni-i mutlak oldukları halde, şerik-i uluhiyet gibi, rububiyet ve icad şerikleri dahi mümteni'dirler, vücudları muhaldir. Çünki semavat ve arzın Sâni'indeki kudret hem nihayet kemalde, hem nihayetsiz olduğunu isbat ettik. Eğer şerik bulunsa, mütenahî diğer bir kudret, o nihayetsiz ve gayet kemaldeki kudreti mağlub edip, bir kısım yer zabtetmek ve ona nihayet vermek ve manen âciz bırakıp, hadsiz olduğu halde tahdid etmek ve hiçbir mecburiyet olmadan bir mütenahî şey, nihayetsiz bir şeye, nihayetsiz olduğu bir vakitte nihayet vermek ve mütenahî yapmak lâzım gelir ki; bu, muhalatın en gayr-ı makulü ve mümteniatın en katmerlisidir. Hem şerikler "müstağniyetün anhâ" ve "mümteniatün bizzât" yani hiç onlara ihtiyaç olmadığı gibi, vücudları muhal oldukları halde onları dava etmek, sırf tahakkümîdir. Yani aklen, mantıkan, fikren o davayı ettirecek bir sebeb olmadığı için, manasız sözler hükmündedir. İlm-i Usûlce "tahakkümî" tabir edilir. Yani manasız dava-yı mücerreddir. İlm-i Kelâm ve İlm-i Usûl'ün düsturlarındandır ki, denilir: [/SIZE][/FONT][/I] [FONT=Arial][SIZE=5][COLOR="#A52A2A"]ﻟﺎَ ﻋِﺒْﺮَﺓَ ﻟِْﻠﺎِﺣْﺘِﻤَﺎﻝِ ﺍﻟْﻐَﻴْﺮِ ﺍﻟﻨَّﺎﺷِﻰ ﻋَﻦْ ﺩَﻟِﻴﻞٍ ٭ ﻭَ ﻟﺎَ ﻳُﻨَﺎﻓِﻰ ﺍﻟْﺎِﻣْﻜَﺎﻥُ ﺍﻟﺬَّﺍﺗِﻰُّ ﺍﻟْﻴَﻘِﻴﻦَ ﺍﻟْﻌِﻠْﻤِﻰَّ[/COLOR][/SIZE][/FONT] [I][FONT=Arial][SIZE=3]Yani: "Bir delilden, bir emareden neş'et etmeyen bir ihtimalin ehemmiyeti yok. Kat'î ilme şek katmaz. Yakîn-i hükmîyi sarsmaz." Meselâ; zâtında Barla denizi (yani Eğirdir Gölü) imkân ve ihtimal var ki, pekmez olsun; yağa inkılab etmiş olsun. Fakat madem bir emareden, o imkân ve ihtimal neş'et etmiyor; onun vücuduna ve su olduğuna, kat'î ilmimize tesir etmez, şek ve vesvese vermez. İşte bunun gibi, mevcudatın her tarafından, kâinatın her köşesinden sorduk: Birinci Mevkıf'ta gösterildiği gibi, zerrattan yıldızlara kadar ve İkinci Mevkıf'ta görüldüğü gibi; hilkat-i semavat ve arzdan, tâ sîmalardaki teşahhusata kadar hangi şeyden soruldu ise, lisan-ı hal ile vahdaniyete şehadet ve sikke-i tevhidi gösterdi. Sen de gördün... Öyle ise; kâinatın mevcudatında bir emare yok ki, bir şirk ihtimali ona bina edilsin. Demek dava-yı şirk, sırf tahakkümî ve manasız söz ve dava-yı mücerred olduğundan; şirki iddia etmek, mahz-ı cehalet, ayn-ı belâhettir. İşte ehl-i dalaletin vekili, buna karşı diyeceği kalmıyor. Yalnız diyor ki: "Şirke emare, kâinattaki tertib-i esbabdır. Herşeyin bir sebeble bağlı olduğudur. Demek esbabın hakikî tesirleri vardır. Tesirleri varsa, şerik olabilirler?" ELCEVAB: Meşiet ve hikmet-i İlahiyenin muktezasıyla ve çok esmanın tezahür etmek istemesiyle; müsebbebat, esbaba rabtedilmiş. Herbir şey, bir sebeble bağlanmış. Fakat çok yerlerde ve müteaddid Sözlerde kat'î isbat etmişiz ki: "Esbabda hakikî tesir-i icadî yok." Şimdi yalnız bu kadar deriz ki: Esbab içinde, bilbedahe en eşrefi ve ihtiyarı en geniş ve tasarrufatı en vasi', insandır. İnsanın dahi en zahir ef'al-i ihtiyariyesi içinde en zahiri; ekl ve kelâm ve fikirdir. Yani: Yemek, söylemek, düşünmektir. Şu yemek, söylemek, düşünmek ise gayet muntazam, acib, hikmetli birer silsiledir. O silsilenin yüz cüz'ünden, insanın dest-i ihtiyarına verilen ancak bir cüz'üdür. Meselâ: Yemekten, bedenin tegaddi-i hüceyratından tut, tâ semeratın teşekkülüne kadar olan silsile-i ef'al içinde, insanın dest-i ihtiyarına verilen yalnız ağızdaki dişlerin değirmenini tahrik edip onu çiğnemektir. Ve söylemek silsilesinden yalnız meharic-i huruf kalıblarına, havayı sokup çıkarmaktır. Halbuki ağzında bir tek kelime, bir çekirdek gibi iken, bir ağaç hükmündedir. Hava içinde milyonlar aynı kelime gibi meyveler verir. Milyonlarla dinleyenlerin kulaklarına girer. Bu misalî sünbüle, insandaki hayalin eli ancak yetişebilir. İhtiyarın kısacık eli, nasıl yetişir? Madem esbab içinde en eşrefi ve en ziyade ihtiyar sahibi olan insan, böyle hakikî icaddan eli bağlansa, sair cemadat ve behimat ve anasır ve tabiat; nasıl hakikî mutasarrıf olabilirler? Yalnız o esbab, birer zarftır ve masnuat-ı Rabbaniyeye birer kılıftırlar ve hedaya-yı Rahmaniyeye birer tablacıdırlar. Elbette bir padişahın hediyesinin kabı veya hediyeye sarılan mendil veyahut hediye eline verilip getiren nefer, o padişahın saltanatına şerik olamazlar. Ve onları şerik tevehhüm eden, saçma bir hezeyan eder. Öyle de esbab-ı zahiriye ve vesait-i suriyenin, rububiyet-i İlahiyeden hiçbir cihette hisseleri olamaz. Hizmet-i ubudiyetten başka nasîbleri yoktur. [/SIZE][/FONT][/I] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Külliyatı
Sözler
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst