Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 24 - En Faziletli Söz - Lâ İlâhe İllallah
[BILGI]Hem meselâ, dalâletin gayet müthiş mânevî elemini hisseden bir adama iman ile hidayet ihsan etmek, eğer tevhid nazarıyla bakılsa, birden, o cüz’î ve fâni ve âciz adam, bütün kâinatın Hâlıkı ve Sultanı olan Mâbudunun muhatap bir abdi olmak ve o iman vasıtasıyla bir saadet-i ebediyeyi ve şahane ve çok geniş ve şâşaalı bir mülk-ü bâki ve bâki bir dünyayı ihsan etmek; ve onun gibi bütün mü’minleri dahi derecelerine göre o lûtfa mazhar etmek olan bu ihsan-ı ekber yüzünde ve simasında bir Zât-ı Kerîm ve Muhsinin öyle bir hüsn-ü ezelîsi ve öyle bir cemâl-i lâyezâlîsi görünür ki, böyle bir lem’asıyla bütün ehl-i imanı kendine dost ve has kısmını da âşık yapıyor. Eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa, o cüz’î imanı, ya mütehakkim ve hodbin Mutezileler gibi kendi nefsine veya bazı esbaba havale eder ki, hakiki fiyatı ve bahası Cennet olan o Rahmânî pırlanta, bir cam parçasına inip, âyinedarlık ettiği kudsî cemâlin lem’asını kaybeder.[/BILGI]
İman ile hidayeti nasib eden Allah'tır(cc.). Kulun iman ve hidayeti irade etmesi yani istemesi iman ve hidayetin şartlarından sadece bir tanesidir. İnsanın iman ve hidayeti elde etmesinde sadece bir hissesi vardır. Hidayeti nasib eden Allah cc. ise sadece o kulun talebi üzerine değil, daha bilemediğimiz çok hikmetlere binaen iman ve hidayeti ihsan ediyor. Allah cc. istedikten sonra kul böyle bir talepte bulunmasa da iman ve hidayeti nasib edebilir. Bu da mutezilelerin sapkın görüşünü çürütüyor.
Mutezileler "kul fiilinin yaratıcısıdır" gibi sapkın bir görüşü savunarak Allah'ın cc. ihsan ettiği iman ve hidayet nimetini kulun iradesinden biliyorlar. "Kul istemeseydi imanı ve hidayeti elde edemezdi" gibi bir düşünce ile, Allah'ın cc. gözettiği daha nice hikmetleri güya devre dışı bırakıp, Allah'ın iman ve hidayet nimetine mazhar olmuş kişilerin üzerinde tecelli eden ihsan ve lütufları görmezden geliyorlar.
Halbuki iman bir nurdur, Allah'ın bir lütfu, ihsanı, nimetidir. Kainatın sırları ve kainat içindeki insanın, neden buraya geldiği, nereden geldiği ve yolculuğunun sonunda neler olacağı gibi meseleler ancak iman nuruyla aydınlanır, mana kazanır. İman olursa Allah'ın isimleri o kişi üzerinde tecelli eder. İman sayesinde insan Allah'a muhatap ve dost olur. Daha da ilerisi o vesileyle Allah'a cc. aşkla şereflenir. Ebedi saadete bu vesile ile kavuşabilir. Ve ancak iman etmekle ve imanı Allah'ın cc. bir lütfu, ihsanı olarak bilmekle huzur bulabilir. Kendinden bilse ya da başkalarını imanına vesile olarak bilse imanı huzur vermez.
Nimet şükür gerektirir, nimeti kendinden bilen, Allah'a hamd ve şükür ile mukabele etmez. Haliyle hamd ve şükür kapısını kapatmış olur.
Tevhid nazarıyla bakılsa, insan hem kendine yapılan iman ve hidayet lütfunun, hem de tüm iman ve hidayete erişmiş kimselerin imanlarıyla mütelezziz olur. İman ve hidayete mazhar olanlar adedince, külli bir hamd ve şükre vesile olur.