Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 34 - Kesretten Vahdete Deliller
[NOT]Hem tevhid sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zîhayatta bir şahsiyet-i İlâhiye, bir ehadiyet-i Rabbâniye ve sıfât-ı seb’aca mânevî bir sima-i Rahmânî ve bir temerküz-ü esmâî ve [SUP]2[/SUP] اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ deki hitaba muhatap olan Zâtın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezahür eder. Yoksa, o şahsiyet, o ehadiyet, o sima, o taayyünün cilvesi inbisat ederek kâinat nisbetinde genişlenir, dağılır, gizlenir; ancak çok büyük ve ihatalı, kalbî gözlere görünür. Çünkü azamet ve kibriyâ perde olur; herkesin kalbi göremez.
Hem o cüz’î zîhayatlarda pek zahir bir surette anlaşılır ki, onun Sânii onu görür, bilir, dinler, istediği gibi yapar. Adeta, o zîhayatın masnuiyeti arkasında muktedir, muhtar, işitici, bilici, görücü bir Zâtın mânevî bir teşahhusu, bir taayyünü, imana görünür.
2 : “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.
[/NOT]
Yaratılmışların içinde en kıymetli olanı hayattır. Hayat sahiblerinin içinde de insan. Bunu insanın mazhariyetinden de anlamak mümkün. Çünkü hiçbir varlığın Allah'ın bütün isim ve sıfatlarına mazhariyeti yoktur insan haricinde. İnsan ise en başta ilim, irade, kudret, hayat, sem, basar, kelam gibi Allah'ın sıfatlarına mazhar olduğu gibi, esmasınada tam bir mazhariyeti vardır. Allah cc. şahsiyetini bir nevi insanda cem etmiş. Rabbimiz sanatın sanatkara delil olması hasebiyle, kendi Zatını anlayabilmemiz adına, bütün isim ve sıfatlarını çok sınırlı bir şekilde gösteren, küçük bir model hükmünde yaratmış insanı. Bazı insanların her şeyi kendinden bilerek, enaniyette çok ileri gitmekle bir nevi rububiyet dava etmelerini düşündüğümüzde, Rububiyetin hususiyetlerinin ne derece insanda merkezleşmiş, cem olmuş, adeta şahıslaşmış olduğunu açık bir şekilde anlayabiliriz.
Kainatın küçük modeli insan, kendinden yola çıkarak Rabbini tanımaya çalışmaz ise, kainatı ihata edecek kadar gözü olmalı ki, bütün isim ve sıfatlarıyla Rabbini tanıyabilsin, bilebilsin. “Çünkü azamet ve Kibriyâ perde olur; herkesin kalbi göremez” ifadesi, bunun genel olarak mümkün olmadığını açıkça anlatıyor. Kainattan Rabbimizi anlamak, insanın kendinden O'na giden yolu bulmasından çok daha zor. Nitekim risalelerde birçok yerde geçen İbni Sina gibi bir dahinin, kainata felsefik yaklaşımı ile en avamdan bir mü’minin iman derecesine ancak mazhar olabildiğini görüyoruz. Bu bakımdan da insanın kendinden Rabbine giden yolu bulabilmesi daha kolaydır. Mesela cüz’i irade ile külli iradeye giden yolu bulmak, ilmi ile sonsuz ilmi, kudreti ile sonsuz kudreti algılayabilmek daha kolaydır. Mesnevi-i Nuriye’de geçen şu kısım bu hakikati çok güzel ifade ediyor.
[NOT]Arkadaş! Mâlik-i Hakikîden gaflet, nefsin firavunluğuna sebep olur. Evet, taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın Mâlik-i Hakikîsini unutan, kendisini kendisine mâlik zannederek hâkimiyet tevehhümünde bulunur. Ve başkaları da, bilhassa esbabı, kendisine kıyas ile hâkim ve mâlik defterine kaydeder. Ve bu vesileyle, Allah’ın mülkünü, malını kendilerine taksim ederek ahkâm-ı İlâhiyeye karşı muaraza ve mübarezeye başlar.
Halbuki, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, ulûhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vahid-i kıyasî vazifesini görüyor. Maalesef, sû-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklâliyete âlet ederek tam bir firavun olur.
Arkadaş! Bu ince hakikat, tam vuzuh ve zuhuruyla şöyle bana göründü ki:
Gaflet suyu ile tenebbüt eden benlik, Hâlıkın sıfatlarını fehmetmek için bir vahid-i kıyastır. Çünkü, insanlar görmedikleri şeyleri kıyas ve temsillerle bilirler. Meselâ, bir adam Cenâb-ı Hakkın kudretini anlamak için bir taksimat yapar. “Buradan buraya benim kudretimdedir, bundan o yanı da Onun kudretindedir” diye vehmî bir çizgi çizmekle meseleyi anlar. Sonra mevhum hattı bozar, hepsini de ona teslim eder. Çünkü, nefis, nefsine mâlik olmadığı gibi, cismine de mâlik değildir. Cismi, ancak acip bir makine-i İlâhiyedir. Kaza ve kader kalemiyle kudret-i ezeliye, bir cilveciği o makinede çalışıyor. Binaenaleyh, insan o firavunluk dâvâsından vazgeçmekle, mülkü mâlikine teslim etsin, emanete hıyanet etmesin! Eğer hıyanetle bir zerreyi nefsine isnad ederse, Allah’ın mülkünü esbab-ı câmideye taksim etmiş olacaktır.[/NOT]
Kainattan Rabbini bulmanın zorluğu, sebeplerin tüm kainatta cereyan ediyor olmasındandır şüphesiz. Bu yüzden gözü tüm kainatı görmeyen ve çoğunlukta olan avam tabakası, olan biten her şeyi sebeplere taksim edebilir. Bir ağacı, topraktan, güneşten, sudan vs. sebeplerden bilebilir. Sütü inekten, yumurtayı tavuktan, ölümü, ölümde çok küçük bir rolü olan sebebinden bilebilir. Zaten Üstad “herkesin kalbi göremez” ifadesiyle gözle görmenin mümkün olmadığına, ancak manen terakki ile bunun olabileceğine işaret ediyor diyebiliriz. Bu da yine en başta kendini bilmekten geçen bir yoldur.