Konuya cevap cer


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ



  


Esselamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden daimen.



Derslerimiz devam ediyor inşaallah. Katılımlarınızı bekliyoruz.



[BILGI]Bir zaman, bahar mevsiminde temâşâ ederken gördüm ki: Zemin yüzünde  haşir ve neşr-i âzamın yüz binler nümunelerini gösteren bir seyeran ve  seyelân içinde kàfile kàfile arkasında gelen geçen mevcudatın ve  bilhassa zîhayat mahlûkatın, hususan küçücük zîhayatların kısa bir  zamanda görünüp der’akap kaybolmaları ve daimî bir faaliyet-i müdhişe içinde mevt ve zevâl levhaları bana çok  hazin görünüp, rikkatime şiddetle dokunarak beni ağlatıyordu. O güzel  hayvancıkların vefatlarını gördükçe kalbim acıyordu: “Of, yazık! Ah  yazık!” diyerek bu “ah”ların, “of”ların altında derinden derine bir  vâveylâ-i ruhî hissediyordum. Ve bu âkıbete uğrayan hayat ise, ölümden  beter bir azap gördüm.


Hem, nebatat ve hayvanat âleminde gayet  güzel, sevimli ve çok kıymettar san’atta olan zîhayatların bir dakikada  gözünü açıp bu seyrangâh-ı kâinata bakar, dakikasıyla mahvolur, gider.  Bu hali temâşâ ettikçe ciğerlerim sızlıyordu. Ağlamakla şekvâ etmek  istiyor; “Neden geliyorlar, hiç durmadan gidiyorlar?” diye feleğe karşı  kalbim dehşetli sualler soruyor ve böyle faidesiz, gayesiz, neticesiz,  çabuk idam edilen bu masnucuklar gözümüz önünde bu kadar ihtimam ve  dikkat ve san’at ve cihazat ve terbiye ve tedbir ile kıymettar bir  surette icad edildikten sonra gayet ehemmiyetsiz paçavralar gibi  parçalanıp hiçlik karanlıklarına atılmalarını gördükçe, kemâlâta meftun  ve güzelliklere müptelâ ve kıymettar şeylere âşık olan bütün lâtifelerim  ve duygularım feryad edip bağırıyorlardı ki: “Neden bunlara merhamet  edilmiyor? Yazık değiller mi? Bu baş döndürücü deverandaki fenâ ve zevâl  nereden gelip bu biçarelere musallat olmuş?” diye mukadderat-ı  hayatiyenin dış yüzünde bulunan elîm keyfiyetleriyle kadere karşı müthiş  itirazlar başladığı hengâmda, birden nur-u Kur’ân, sırr-ı îmân, lûtf u  Rahmân ile tevhid imdadıma yetişti, o karanlıkları aydınlattı, benim  bütün o “ah” ve “of”larımı “oh”lara ve o ağlamalarımı sürurlara ve o  yazık demelerimi maşaallah, barekâllah’lara çevirdi; “Elhamdü lillahi  alâ nûri’l-îmân” dedirtti. Çünkü, sırr-ı vahdetle şöyle gördüm ki:


Herbir mahlûk, hususan herbir zîhayatın sırr-ı tevhidle çok büyük neticeleri ve umumî faideleri vardır. Ezcümle:


Herbir zîhayat, meselâ bu süslü çiçek ve şu tatlıcı sinek, öyle mânidar, İlâhî, manzum bir kasideciktir ki, hadsiz zîşuurlar onu kemâl-i lezzetle  mütalâa ederler. Ve öyle kıymettar bir mu’cize-i kudrettir ve bir  ilânname-i hikmettir ki, Sâniinin san’atını nihayetsiz ehl-i takdire  cazibedarâne teşhir eder. Hem kendi san’atını kendisi temâşâ etmek ve  kendi cemâl-i fıtratını kendisi müşahede etmek ve kendi cilve-i  esmâsının güzelliklerini âyineciklerde kendisi seyretmek isteyen Fâtır-ı  Zülcelâlin nazar-ı şuhuduna görünmek ve mazhar olmak, gayet yüksek bir  netice-i hilkatidir. Hem kâinattaki hadsiz faaliyeti iktiza eden  tezahür-ü rububiyete ve tebarüz-ü kemâlât-ı İlâhiyeye (Yirmi Dördüncü  Mektupta beyan edildiği gibi) beş vech ile hizmeti dahi, ulvî bir  vazife-i fıtratıdır. Ve böyle faideleri ve neticeleri vermekle beraber,  kendi yerinde, bu âlem-i şehadette zîruh ise ruhunu ve hadsiz  hafızalarda ve sâir elvâh-ı mahfuzalarda suretini ve hüviyetini ve  tohumlarında ve yumurtacıklarında mahiyetinin kanunlarını ve bir nevi  müstakbel hayatını ve âlem-i gaybda ve daire-i esmâda âyinedarlık ettiği  kemâlleri ve güzellikleri bırakıp, mesrurâne terhis mânâsında bir  zâhirî mevt ile bir zevâl perdesi altına girer, yalnız dünyevî gözlerden  saklanır mahiyetinde gördüm; “Oh, elhamdü lillâh” dedim.


Evet,  kâinatın bütün tabakatında ve umum nevilerinde gözle görünen ve her  tarafa kök salan gayet esaslı ve çok kuvvetli ve kusursuz ve nihayet  derecede parlak olan bu cemâller ve güzellikler, elbette şirkin iktiza  ettiği çok çirkin ve haşin ve gayet menfur ve perişan olan evvelki  vaziyet muhal ve mevhum olduğunu gösteriyor. Çünkü, böyle çok esaslı bir cemâl perdesi altında böyle  dehşetli bir çirkinlik saklanamaz ve bulunamaz. Eğer bulunsa, o  hakikatli cemâl, hakikatsiz, asılsız, vâhî ve vehmî olur. Demek şirkin  hakikati yok, yolu kapalı, bataklıkta saplanır; hükmü muhal, mümtenidir.


Bu  mezkûr hissî olan hakikat-i imaniye, tafsilâtla ve kat’î burhanlar ile  Sirâcü’n-Nur’un müteaddit risalelerinde beyan edildiğinden, burada bu  kısacık işaretle iktifa ederiz.



Şualar[/BILGI]



[TAVSIYE]Benzer ders: Risale-i Nur Açıklamalı 1: Zahirî Çirkinliklerin Altındaki Güzellikler


Diğer dersler: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst