Konuya cevap cer

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ



Eser: Şualar/İkinci Şua/İkinci Makam

Konu: Kainattaki Hakimiyet, Amiriyet, Kibriya, Azamet, Celal ve Kemalin Vahdete Delil Olması



Açıklamalı risale derslerimiz devam ediyor.



  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.


Selam ve dua ile.



[BILGI]İkinci Makam


Tevhidi ve  vahdâniyeti ve vahdeti kat’î bir surette iktiza ve istilzam ve icap eden  ve şirki ve iştiraki kabul etmeyen ve müsaade vermeyen deliller  hadsizdirler. Onlardan yüzler, belki binler burhanlar Risale-i Nur’da  tafsilen ispat edildiğinden, burada muktazîlerin üç adedine icmalen  işaret edilecek.


BİRİNCİSİ


Bu kâinatta, gözle  görünen hakîmâne ef’âlin ve basîrâne tasarrufatın şehadetiyle, bu  masnuat, bir Hâkim-i Hakîmin, bir Kebîr-i Kâmilin hudutsuz sıfât ve  isimleriyle ve nihayetsiz, mutlak olan ilim ve kudretiyle yapılıyor,  icad ediliyor.


Evet, bir hads-i kat’î ile, bu eserlerden, o  Sâniin hem rububiyet-i âmme derecesinde hâkimiyeti ve âmiriyeti, hem  ceberutiyet-i mutlaka derecesinde kibriyası ve azameti, hem ulûhiyet-i  mutlaka derecesinde kemâli ve istiğnâsı, hem hiçbir kayıt altına  girmeyen ve hiçbir hadd-i nihayet bulunmayan faaliyeti ve saltanatı var  olduğu anlaşılır ve kat’î bilinir, belki görünür. Hâkimiyet ve kibriya  ve kemâl ve istiğnâ ve ıtlak ve ihata ve nihayetsizlik ve hadsizlik ise,  vahdeti istilzam edip, iştirake zıttırlar. Amma hâkimiyet ve âmiriyetin  vahdete şehadetleri ise, Risale-i Nur’un çok yerlerinde gayet kat’î bir  surette ispat edilmiş. Hülâsatü’l-hülâsası şudur ki:


Hâkimiyetin  şe’ni ve muktezası istiklâliyet ve infiraddır ve gayrın müdahalesini  reddir. Hattâ, aczleri için muavenete fıtraten muhtaç olan insanlar  dahi, o hâkimiyetin bir gölgesi cihetiyle gayrın müdahalesini red ve  istiklâliyetini muhafaza etmek için, bir memlekette iki padişah, bir vilâyette iki vali, bir  nahiyede iki müdür, hattâ bir mahallede iki muhtar bulunmuyor. Eğer  bulunsa hercümerc olur, ihtilâl başlar, intizam bozulur.


Madem  hâkimiyetin bir gölgesi, âciz ve muavenete muhtaç olan insanlarda bu  derece müdahale-i gayrı ve iştiraki reddedip kabul etmezse, elbette  aczden münezzeh bir Kadîr-i Mutlakta, rububiyet suretindeki hâkimiyet,  hiçbir cihetle iştiraki ve müdahale-i gayrı kabul etmez. Belki gayet  şiddetle reddeder ve şirki tevehhüm ve itikad edenleri gayet hiddetle  dergâhından tard eder. İşte, Kur’ân-ı Hakîmin ehl-i şirk aleyhinde gayet  şiddet ve hiddetle beyanatı bu mezkûr hakikatten ileri geliyor.


Amma,  kibriya ve azamet ve celâlin vahdete şehadetleri ise, o dahi Risale-i  Nur’da parlak burhanlarıyla beyan edilmiş. Burada gayet muhtasar bir  meâline işaret edilecek.


Meselâ, nasıl ki, güneşin azamet-i nuru  ve kibriya-yı ziyası, perdesiz ve yakınında bulunan başka zayıf nurlara  hiçbir cihetle ihtiyaç bırakmadığı ve tesir vermediği gibi, öyle de,  kudret-i İlâhiyenin azamet ve kibriyası dahi, ayrı hiçbir kuvvete,  hiçbir kudrete ihtiyaç bırakmadığı gibi, onlara hiçbir icadı, hiçbir  hakikî tesiri vermez. Ve bilhassa kâinattaki bütün makàsıd-ı  Rabbaniyenin temerküz ettiği yeri ve medarları olan zîhayat ve  zîşuurları başkalara havalesi kàbil değil. Hem hilkat-ı insaniyenin ve  hadsiz enva-ı nimetin icadındaki gayelerin tezahür ettiği yerleri,  menşeleri olan zîhayatların cüz’iyatındaki ahval ve semeratı ve  neticeleri başka ellere havalenin hiçbir cihet-i imkânı yoktur. Meselâ,  bir zîhayat, cüz’î bir şifası veya bir rızkı veya bir hidayeti için  Cenâb-ı Haktan başkasına hakikî minnettar olmak ve başkasına perestişkârâne medih ve senâ etmek,  rububiyetin azametine dokunur ve ulûhiyetin kibriyasına ilişir ve  mâbudiyet-i mutlakanın haysiyetine dokundurur, celâlini müteessir eder.


Amma  kemâlin sırr-ı vahdete işareti ise, yine Risale-i Nur’da çok parlak  burhanlarıyla beyan edilmiştir. Gayet muhtasar bir meâli şudur ki:


Semâvât  ve arzın hilkatı, bilbedahe gayet kemâlde bir kudret-i mutlakayı ister.  Belki, her bir zîhayatın acaip cihazatı dahi kemâl-i mutlakta bir  kudreti iktiza eder. Ve aczden münezzeh ve kayıttan müberrâ bir kudret-i  mutlakadaki kemâl ise, elbette vahdeti istilzam eder. Yoksa, kemâline  nakîse ve ıtlakına kayıt konmak ve nihayetsizliğine nihayet vermek ve en  kavî bir kudreti en zayıf bir acze sukut ettirmek ve nihayetsiz bir  kudrete, nihayetsiz olduğu bir vakitte, bir mütenâhi ile nihayet vermek  lâzım gelecek. Bu ise, beş vech ile muhâl içinde muhâldır.[/BILGI]



[TAVSIYE]Açıklamalı Şua dersleri: Şualar

Diğer dersler: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst