genc_kalem
Okumak,Yaþamaktýr
Sünnet-i Seniyye ve Hadis-i Şerif'in Önemi
Bu yazı Prof. Dr. M. Esad Coşan (Rh.a.)'ın Temmuz 1995 de İngiltere'de yaptığı konuşmadan alınmıştır.
Sünnet-i seniyye-i nebeviyyenin bugünkü hayatımızda, müslümanın hayatındaki yeri ve önemi üzerinde açıklamalara geçmeden önce, sünnet kelimesini hatırlayalım:
Sünnet Nedir?
Sünnet kelimesi genel olarak, senne fiilinden çıkıyor; Arapçada bir yol tutturmak, bir adeti devam ettirmek mânâsına geliyor. Onun için SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:
(Ve men senne fil-islâmi sünneten haseneten feumile bihâ ba'dehû, kütibe lehû mislü ecri men amile bihâ, velâ yenkusu min ücûrihim şey'ün) "Kim müslümanlıkta güzel bir yol tutturur, güzel bir adet ortaya çıkartır ve bu güzel yol kendisinden sonra sürdürülürse, o yolda gidenlerin sevabından bir şey eksilmeksizin bir misli de o adeti ortaya çıkarana yazılır."
Aksi de var: (Ve men senne fil-islâmi sünneten seyyieten feumile bihâ ba'dehû, kütibe aleyhi misli vizri men amile bihâ, velâ yenkusu min evzârihim şey'ün) "Kim kötü bir çığır açar, kötü bir yol tutturur, o çığırdan da ondan sonra başkaları yürürse; o yürüyenlerin günahından bir şey eksilmeksizin bir misli de bu ilk açana yüklenir." diye de bildirilmiş.
Genel mânâsı bu...
Tabii, özel bir kaç mânâsı daha var. Başta gelen anlamı, Peygamber (S.A.V) Efendimiz'in bize dinimizde örnek olan sözleri, fiileri ve hattâ takrîri... Yâni karşısında bir şey yapıldığı zaman, eğer men etmemişse, müdahale edip durdurmamışsa, düzeltmemişse, yanlışlığını vurgulamamışsa; demek ki bir yanlışlık yok, yapılabilir. Sükûtu dahi bir mânâ ifade ediyor Peygamber (S.A.V)Efendimiz'in. O da bizim için bir kaynak, bir delil, hükmün çıkartılması için sebep oluyor.
Sözleri doğrudan doğruya anlaşılır bir kaynak; söz söylememiş olsa, bazı hareketleri yapmış olsa, o yapmış olduğu hareketler de bizim için örnek; "Efendimiz oturura su içti, Efendimiz haccı îfa ederken falanca yerde şöyle davrandı..." diye, davranışları dahi bi işin içine giriyor. Burada sünnetin önemi denildiği zaman kasdedilen bu... Peygamber Efendimizin bize örnek olan, bizim kendisinden istifade edeceğimiz ve kendisine uymamız gereken sözleri, hareketleri, sükûtu, takrîri...
Tabii, bir de fıkıhta sünnet kelimesi var. Ef'âl-i mükellefîn, kulların fiillerinin sevap ve günah bakımından değerlerini ifade eden terminoloji sırasında farz var, ondan sonra vâcib var, sünnet var, müstehab var... Onlardan birisi olarak şu sünnettir demek, Peygamber (SAV)'in yaptığı bir şeydir ama, farz gibi değildir; farzdan daha sonra, ikinci, üçüncü sırada gelen fiil mânâsına...
Tabii bunun dışında sosyal hayatımızda başka anlamları var. Türkiye'de sünnet olmak denilince, çocukların bir tatlı hatırası hatıra gelebiliyor. O da (SAV) Efendimiz'in o tıbbî operasyonu çocuklar üzerinde tavsiye etmesinden ve hadis-i şerifinde, "On şey fıtrattandır, bunları yapmak lâzımdır." diye işaret buyurmasından... Bu on şeyin içinde, işte koltuk altı kıllarının izale edilmesi, tırnakların kesilmesi vs. arasında bir de bir de sünnet edilmek... Ona Arapçada sünnet demiyorlar, hıtân diyorlar. Türkçede sünnet diye yerleştirilmiş. Çünkü büyüklerimiz bir takım fiileri sevdirmek istemişler, yapılışındaki niyetin ne olduğunu öne çıkarmak istemişler, o isimle isimlendirmişler.
Rasûlüllah'a İtaat İmanın Gereği
Dinimizde sünnetin ehemmiyeti çok büyüktür ve bu hiç şek ve şüphe kabul etmez, münakaşa götürmez bir açıklıkla ortadadır. Pek çok ayet-i kerime var; her bakımdan Rasûlüllah SAV Efendimiz'e ittibâ etmemizi, uymamızı bize kuvvetli bir şekilde emrediyor. Onlardan birkaç tanesini nümûne olmak üzere zikretmek isterim. Çok açık kısa bir ifade ile meselâ:
(Etîullàhe ve etîur-rasûl) "Allah'a itaat ediniz ve onun gönderdiği peygamberi olan, elçisi olan Rasûlüllah'a itaat ediniz!"
Sonra:
(Ve mâ kâne limü'minin velâ mü'minetin izâ kadallàhu ve rasûlühû emran en yekûne lehümül-hıyeratü min emrihim) "Allah ve Rasûlü bir mü'min erkeğe veya hanıma, şunu şöyle yap, bunu böyle yapman lâzım gelir diye bir hükmü hükmettiği zaman..." Tabii Allah'ın hükmü vahiy indirmek sûretiyledir, Peygamber SAV Efendimiz'in hükmü de o kişi hakkında, o olay üzerinde onun hakemliği iledir, ona karar vermesi iledir. "Bir mü'min erkek veya hanım için, böyle kendisi hakkında bir hüküm, Allah ve Rasûlüllah tarafından açıkça beyan edildiği zaman, artık kendisinin bir seçme hakkı, tercih hakkı veya yapıp yapmama durumu bahis konusu olamaz." Yâni ne olacak? O işi Rasûlüllah'ın emrettiği şekilde yapması lâzımdır. Yapmadığı takdirde günahkâr olur.
Bu sadece Peygamber SAV Efendimiz hakkında özel bir durum değildir. Buyruluyor ki:
(Vemâ erselnâ min rasûlin illâ liyutàa biiznillâh) "Biz hiç bir peygamberi başka bir maksatla göndermedik, ancak kendisine itaat edilsin diye gönderdik." Peygamberler boşuna gönderilmiş, sözüne, hükmüne, emrine itibar edilmeyen kimseler değildir. Peygamberler itaat edilsin diye gönderilmiş kişilerdir. Bütün peygamberler böyledir. Bütün peygamberler hangi ümmete gelmişse, hangi insanların peygamberiyse, onların ona itaat etmesi kanûn-i ilâhîdir. Allah'ın emri böyledir.
(Felâ ve rabbike lâ yü'minûne hattâ yühakkimûke fîmâ şecera beynehüm sümme lâ yecidû fî enfüsihim haracen mimmâ kadayte ve yüsellimû teslîmâ.) "Hayır, iş sizin sandığınız gibi değil, sizin zihninizde tasavvur ettiğiniz gibi, düşündüğünüz gibi değil; insanlar, o mü'minim diyen kimseler, iman ettik deyip Rasûlüllah'ın etrafında toplanan insanlar gerçekten iman etmiş olmazlar, (hattâ yühakkimûke fîmâ şecera beynehüm) ey Rasûlüm seni aralarındaki ihtilâflı konularda hakem kabul etmedikçe... Yâni, "Rasûlüllah'a gidelim, ne derse âmennâ ve saddaknâ, kabul edelim!" demedikçe, böyle bir teslimiyet içinde olmadıkça; (sümme lâ yecidû fî enfüsihim haracen mimmâ kadayte) senin verdiğin hükümde de, içlerinde bir eziklik, bir kabul etmeme duygusu, bir hoşnutsuzluk da olmamak şartıyla, böyle bir teslimiyetle teslim olmadıkça gerçek bir mü'min olmuş olmazlar." deniliyor bu ayet-i kerimede...
Demek ki Rasûlüllah ne derse, hem kabul edecekler, hem de içlerinde bir itiraz duygusu bile tahakkuk etmeyecek. "Tamam! Mâdem Rasûlüllah böyle emretmiş, öyle olsun!" diyecekler, lehlerine de olsa, aleyhlerine de olsa, öyle yapacaklar.
Bunun mükâfâtı nedir:
(Ve men yutıillâhe ver-rasûle feülâike meallezîne en'amellàhu aleyhim minen-nebiyyîne ves-sıddîkîne veş-şühedâi ves-sàlihîn, ve hasüne ülâike refîkà.) "Kim Allah'a itaat ederse ve Rasûlüllah'a itaat ederse; işte bu itaat eden kimseler, kendilerine Allah'ın lütfettiği, ikram ettiği, ihsân eylediği kimselerin yanında olacaklardır." Allah'ın in'am ettiği kimseleri de sıralıyor ayet-i kerime: (Minen nebiyyîne ves-sıddîkîne veş-şühedâi ves-sàlihîn) "Peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihler." Yâni, Allah'a ve Rasûlüllah'a itaat eden kimseler, peygamberlerle beraber olacak, sıddîklarla beraber olacak, şehidlerle, salihlerle beraber olacaklar. Mükâfâtı bu kadar yüksek olacak.
*devam edecek..
Bu yazı Prof. Dr. M. Esad Coşan (Rh.a.)'ın Temmuz 1995 de İngiltere'de yaptığı konuşmadan alınmıştır.
Sünnet-i seniyye-i nebeviyyenin bugünkü hayatımızda, müslümanın hayatındaki yeri ve önemi üzerinde açıklamalara geçmeden önce, sünnet kelimesini hatırlayalım:
Sünnet Nedir?
Sünnet kelimesi genel olarak, senne fiilinden çıkıyor; Arapçada bir yol tutturmak, bir adeti devam ettirmek mânâsına geliyor. Onun için SAS Efendimiz buyurmuşlar ki:
(Ve men senne fil-islâmi sünneten haseneten feumile bihâ ba'dehû, kütibe lehû mislü ecri men amile bihâ, velâ yenkusu min ücûrihim şey'ün) "Kim müslümanlıkta güzel bir yol tutturur, güzel bir adet ortaya çıkartır ve bu güzel yol kendisinden sonra sürdürülürse, o yolda gidenlerin sevabından bir şey eksilmeksizin bir misli de o adeti ortaya çıkarana yazılır."
Aksi de var: (Ve men senne fil-islâmi sünneten seyyieten feumile bihâ ba'dehû, kütibe aleyhi misli vizri men amile bihâ, velâ yenkusu min evzârihim şey'ün) "Kim kötü bir çığır açar, kötü bir yol tutturur, o çığırdan da ondan sonra başkaları yürürse; o yürüyenlerin günahından bir şey eksilmeksizin bir misli de bu ilk açana yüklenir." diye de bildirilmiş.
Genel mânâsı bu...
Tabii, özel bir kaç mânâsı daha var. Başta gelen anlamı, Peygamber (S.A.V) Efendimiz'in bize dinimizde örnek olan sözleri, fiileri ve hattâ takrîri... Yâni karşısında bir şey yapıldığı zaman, eğer men etmemişse, müdahale edip durdurmamışsa, düzeltmemişse, yanlışlığını vurgulamamışsa; demek ki bir yanlışlık yok, yapılabilir. Sükûtu dahi bir mânâ ifade ediyor Peygamber (S.A.V)Efendimiz'in. O da bizim için bir kaynak, bir delil, hükmün çıkartılması için sebep oluyor.
Sözleri doğrudan doğruya anlaşılır bir kaynak; söz söylememiş olsa, bazı hareketleri yapmış olsa, o yapmış olduğu hareketler de bizim için örnek; "Efendimiz oturura su içti, Efendimiz haccı îfa ederken falanca yerde şöyle davrandı..." diye, davranışları dahi bi işin içine giriyor. Burada sünnetin önemi denildiği zaman kasdedilen bu... Peygamber Efendimizin bize örnek olan, bizim kendisinden istifade edeceğimiz ve kendisine uymamız gereken sözleri, hareketleri, sükûtu, takrîri...
Tabii, bir de fıkıhta sünnet kelimesi var. Ef'âl-i mükellefîn, kulların fiillerinin sevap ve günah bakımından değerlerini ifade eden terminoloji sırasında farz var, ondan sonra vâcib var, sünnet var, müstehab var... Onlardan birisi olarak şu sünnettir demek, Peygamber (SAV)'in yaptığı bir şeydir ama, farz gibi değildir; farzdan daha sonra, ikinci, üçüncü sırada gelen fiil mânâsına...
Tabii bunun dışında sosyal hayatımızda başka anlamları var. Türkiye'de sünnet olmak denilince, çocukların bir tatlı hatırası hatıra gelebiliyor. O da (SAV) Efendimiz'in o tıbbî operasyonu çocuklar üzerinde tavsiye etmesinden ve hadis-i şerifinde, "On şey fıtrattandır, bunları yapmak lâzımdır." diye işaret buyurmasından... Bu on şeyin içinde, işte koltuk altı kıllarının izale edilmesi, tırnakların kesilmesi vs. arasında bir de bir de sünnet edilmek... Ona Arapçada sünnet demiyorlar, hıtân diyorlar. Türkçede sünnet diye yerleştirilmiş. Çünkü büyüklerimiz bir takım fiileri sevdirmek istemişler, yapılışındaki niyetin ne olduğunu öne çıkarmak istemişler, o isimle isimlendirmişler.
Rasûlüllah'a İtaat İmanın Gereği
Dinimizde sünnetin ehemmiyeti çok büyüktür ve bu hiç şek ve şüphe kabul etmez, münakaşa götürmez bir açıklıkla ortadadır. Pek çok ayet-i kerime var; her bakımdan Rasûlüllah SAV Efendimiz'e ittibâ etmemizi, uymamızı bize kuvvetli bir şekilde emrediyor. Onlardan birkaç tanesini nümûne olmak üzere zikretmek isterim. Çok açık kısa bir ifade ile meselâ:
(Etîullàhe ve etîur-rasûl) "Allah'a itaat ediniz ve onun gönderdiği peygamberi olan, elçisi olan Rasûlüllah'a itaat ediniz!"
Sonra:
(Ve mâ kâne limü'minin velâ mü'minetin izâ kadallàhu ve rasûlühû emran en yekûne lehümül-hıyeratü min emrihim) "Allah ve Rasûlü bir mü'min erkeğe veya hanıma, şunu şöyle yap, bunu böyle yapman lâzım gelir diye bir hükmü hükmettiği zaman..." Tabii Allah'ın hükmü vahiy indirmek sûretiyledir, Peygamber SAV Efendimiz'in hükmü de o kişi hakkında, o olay üzerinde onun hakemliği iledir, ona karar vermesi iledir. "Bir mü'min erkek veya hanım için, böyle kendisi hakkında bir hüküm, Allah ve Rasûlüllah tarafından açıkça beyan edildiği zaman, artık kendisinin bir seçme hakkı, tercih hakkı veya yapıp yapmama durumu bahis konusu olamaz." Yâni ne olacak? O işi Rasûlüllah'ın emrettiği şekilde yapması lâzımdır. Yapmadığı takdirde günahkâr olur.
Bu sadece Peygamber SAV Efendimiz hakkında özel bir durum değildir. Buyruluyor ki:
(Vemâ erselnâ min rasûlin illâ liyutàa biiznillâh) "Biz hiç bir peygamberi başka bir maksatla göndermedik, ancak kendisine itaat edilsin diye gönderdik." Peygamberler boşuna gönderilmiş, sözüne, hükmüne, emrine itibar edilmeyen kimseler değildir. Peygamberler itaat edilsin diye gönderilmiş kişilerdir. Bütün peygamberler böyledir. Bütün peygamberler hangi ümmete gelmişse, hangi insanların peygamberiyse, onların ona itaat etmesi kanûn-i ilâhîdir. Allah'ın emri böyledir.
(Felâ ve rabbike lâ yü'minûne hattâ yühakkimûke fîmâ şecera beynehüm sümme lâ yecidû fî enfüsihim haracen mimmâ kadayte ve yüsellimû teslîmâ.) "Hayır, iş sizin sandığınız gibi değil, sizin zihninizde tasavvur ettiğiniz gibi, düşündüğünüz gibi değil; insanlar, o mü'minim diyen kimseler, iman ettik deyip Rasûlüllah'ın etrafında toplanan insanlar gerçekten iman etmiş olmazlar, (hattâ yühakkimûke fîmâ şecera beynehüm) ey Rasûlüm seni aralarındaki ihtilâflı konularda hakem kabul etmedikçe... Yâni, "Rasûlüllah'a gidelim, ne derse âmennâ ve saddaknâ, kabul edelim!" demedikçe, böyle bir teslimiyet içinde olmadıkça; (sümme lâ yecidû fî enfüsihim haracen mimmâ kadayte) senin verdiğin hükümde de, içlerinde bir eziklik, bir kabul etmeme duygusu, bir hoşnutsuzluk da olmamak şartıyla, böyle bir teslimiyetle teslim olmadıkça gerçek bir mü'min olmuş olmazlar." deniliyor bu ayet-i kerimede...
Demek ki Rasûlüllah ne derse, hem kabul edecekler, hem de içlerinde bir itiraz duygusu bile tahakkuk etmeyecek. "Tamam! Mâdem Rasûlüllah böyle emretmiş, öyle olsun!" diyecekler, lehlerine de olsa, aleyhlerine de olsa, öyle yapacaklar.
Bunun mükâfâtı nedir:
(Ve men yutıillâhe ver-rasûle feülâike meallezîne en'amellàhu aleyhim minen-nebiyyîne ves-sıddîkîne veş-şühedâi ves-sàlihîn, ve hasüne ülâike refîkà.) "Kim Allah'a itaat ederse ve Rasûlüllah'a itaat ederse; işte bu itaat eden kimseler, kendilerine Allah'ın lütfettiği, ikram ettiği, ihsân eylediği kimselerin yanında olacaklardır." Allah'ın in'am ettiği kimseleri de sıralıyor ayet-i kerime: (Minen nebiyyîne ves-sıddîkîne veş-şühedâi ves-sàlihîn) "Peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihler." Yâni, Allah'a ve Rasûlüllah'a itaat eden kimseler, peygamberlerle beraber olacak, sıddîklarla beraber olacak, şehidlerle, salihlerle beraber olacaklar. Mükâfâtı bu kadar yüksek olacak.
*devam edecek..