Konuya cevap cer

Cevap: c. Rasûlüllah -sav- Boş Şey Söylemez


c. Rasûlüllah -sav- Boş Şey Söylemez


 


Rasûlüllah SAS Efendimiz diğer insanlar pozisyonunda, durumunda, hilkatında ve ahlâkında değildir. 


 


ومـا ينطق عن الهوى. ان هو ال وحىٌ يوحى.



(النجم:٣-٤)


 


(Vemâ yentıku anil-hevâ. İn hüve illâ vahyün yûhâ.) “Rasûlüllah hevâ-yı nefsinden, boşuna konuşan bir insan değildir, konuşmaları boş sözler olamaz.” Hani, canım beşerdir filân dersiniz, öyle değil... “Rasûlüllah boşuna konuşmaz, konuştukları ’ın vahyidir.” (Necm: 3-4)


Vahyi ikiye ayırır İslâm alimleri:



1. Vahy-i metlûv, yâni tilâvet edilmiş olan vahiy, Kur’an-ı Kerim. 


2. Vahy-i gayrimetlûv, tilâvet edilmemiş olan vahiy... O da Peygamber Efendimiz’in kalb-i şerifine  tarafından ilham edilmiş olan mânâları, Rasûlüllah SAS’in kendi cümleleri ile insanlara anlatması; yâni sünnet-i seniyye-i nebeviyye, Peygamber Efendimiz’in sözleri... O da boş değildir, sebepsiz değildir.


Rasûlüllah hakkında başka bir ayet-i kerimede buyruluyor ki: 


 


ولو تقول علينا بعض الاقاويل. لاخذنا منه باليمين.

ثم لقطعنا منه الوتين (الحاقَّة:٤٤-٤٦)


 


(Velev tekavvele aleynâ ba’dal-ekàvîl.) Eğer sizin tasavvur ettiğiniz gibi, veya bir muhal durum olarak, ’a ’ın söylemediği bazı sözleri isnad eden bir kimse olsaydı;  söyledi diyerek kendisinin uydurduğu birtakım sözler söylemesi durumu bahis konusu olsaydı, (Leehaznâ minhü bilyemîn.) onu tutardık; 


(Sümme lekata’nâ minhü bil-vetîn.) sonra onun şah damarını parçalardık. Yâni ciğerini sökerdik, kalbini parça parça ederdik; mahvederdik, kahrederdik, böyle bir şeyi yaptırtmazdık.” deniliyor. (Hakka: 44-46)


 


-u Teàlâ Hazretleri onu, ’ın emirlerini, buyruklarını kullarına iletsin diye böyle bir güzel ahlâkla ve ciddiyetle seçip göndermiş, görevlendirmiş olduğunu bunlardan anlıyoruz.


 


Tabii ’ın Peygamber Efendimiz’i bu tarzda, bu çerçeve içinde göndermesi, alemlere bir rahmettir. 


 


وما ارسلناك الا رحمةً للعالمين (الانبياء:١٠٧)


 


(Vemâ erselnâke illâ rahmeten lil-àlemîn.) [Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.] buyruluyor. (Enbiya: 107) Burdaki rahmetin mânâsı da bizim Türkçedeki anlam değildir, merhamet mânâsınadır. -u Teàlâ Hazretleri kullarına acıdığı için, merhametinden Peygamber Efendimiz’i göndermiştir. Çünkü eğer peygamber gelmemiş olsaydı, kullar ’ın rızasına uygun hareket edemeyeceklerdi. 


Edemeyince ’ın gazabına uğrayıp ahirette cezaya uğrayacaklardı, cehenneme düşeceklerdi.  kullarına acıdığından, merhamet ettiğinden peygamber gönderiyor; onlara rızasının yollarını peygamberi vasıtasıyla öğretiyor.


 


Eski ümmetlerden bazıları Rasûlüllah Efendimiz’in peygamberliğine direnmişler, “Biz ‘ın sevgili kullarıyız, ’ı seven kullarız. Onun yolundayız, bizim yolumuz, kendi yolumuz bize yeter.” gibi bir tavır takınmışlar. Onlar hakkında ayet-i kerime inmiştir. Cevap olarak  tarafından buyrulmuştur ki: 


 


قل ان كنتم تحبُّون الله فاتبعونى يحببكم الله ويغفرلك


ذنوبكم (اۤل عمران:٣١)


 


(Kul in küntüm tuhibbûnallàhe fettebiûnî yuhbibkümüllàhu ve yağfir leküm zünûbeküm) “Ey Rasûlüm sen o adamlara, o heriflere söyle: Eğer siz ’ı seviyorsanız, bana tabî olun da,  da sizi o zaman sevsin ve sizin günahlarınızı bağışlasın!” (Âl-i İmran: 31)


 


Demek ki Rasûlüllah’a ittibâ, ’ın kulu sevme vesilesidir. Bunlar bu konudaki ayet-i kerimeler... Tabii bu kadar ayet sıralamaya lüzum yoktur, bir ayet-i kerime veyahut da bir ayet-i kerimedeki bir işaret, bir mü’min için kâfîdir. Emrin müteaddid olması da gerekmez, bir emir dahi yeter. Fakat emrin çok olması, işin ehemmiyetinin daha büyük olduğunu da gösteriyor.


 


O bakımdan Kur’an-ı Kerim bize Rasûlüllah SAS’e her yönden uymamız gerektiğini, hükmüne rıza göstermemiz gerektiğini, ona itiraz duygusu içinde olmamamız gerektiğini çok net olarak göstermiştir, böyle yapmamızı bizden istemiştir.



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst