Konuya cevap cer

Cevap: Tarikatlerde seyr-süllük ve rabıta:!!!


Evet vardır ve hakdır... ilk mesajı yazan arkadaşımız internetteki asılsız yazıların tesirinde kalmış İslam kaynaklarında bunun hakkaniyeti aşikardır..


Rabıta ne demektir?



                            Rabıta, “bağ, münasebet ilgi, alâka, bağlılık, mensub olmak...” gibi anlamlara gelir. Kendi şahsiyetinden sıyrılıp, sözgelimi şeyhin veya Resulullah’ın şahsiyetiyle bütünleşme, bir bağ kurma şeklinde uygulanır.

Malum olduğu üzere, seven sevdiğini hayal eder. Onu kendine yakın hisseder. Hatta rüyalarında bile onunla olur. Onunla aynîleşmek ister. Usta-çırak, hoca-öğrenci münasebetleri de rabıtayla alakalıdır. Çırak ustasının hareketlerini, öğrenci hocasının söylediklerini hatırlamaya, sanki tekrar o ana dönmeye gayret eder.


İşte, bir müridin mürşidini hatırlaması da böyle bir rabıtadır. Bu rabıta, mürşidin suretine değil, o vücudda sergilenen İslamî özellikleredir. Daha doğrusu, öyle olmalıdır. (1) Böyle bir rabıta, mürşitteki kemâl vasıflarının müride yansımasına sebebiyet verecektir. Buna, “fena-fişşeyh” denir. Fakat mürid orada kalmamalı, “fena-firrasul” ve “fena-fillah” makamlarına yükselmeye gayret etmelidir. Yani, şeyhinde fâni olan bir mürid, ondaki güzel özellikleri kazanıp, ondan peygamberde fâni olmaya yönelmeli, daha sonra da, Allah’ta fâni olmalıdır. (2)


Bu fena (fani olma) halleri zevkî birer mesele olmakla birlikte, herkes için şu manada uygulanabilir: Bir insan kendi reyini, fikrini bırakıp hocasının, üstadının yahut şeyhinin iradesini kendi iradesine tercih ederse bu zatlarda fani olmuş olur. Aynı şekilde, bütün işlerini, hallerini ve sözlerini Allah Resulünün sünnet çizgisine göre ayarlarsa Peygamberimizde fani olmuş olur. Allah’ın emir ve yasaklar manzumesini çok iyi kavrayıp hayatının bütün safhalarının buna göre yönlendirdiği taktirde de fena-fillah makamından bir pay elde etmiş olur.



Kaynaklar:

1. Bkz. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 135-138

2. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 384-385

          Şadi Eren (Doç.Dr.)





SEYR-U SÜLÜK ve TERBİYE METODLARI


 SEYR-U SÜLÜK NEDİR?



   

 Terbiye, bir insanın bütün hayatını ve amellerini ilgilendirir. Akıllı bir insan buluğ çağından ölene kadar Cenab-ı Hakk'a ve halka karşı sorumludur.


Güzel kulluğun ve güzel ahlakın bir sonu yoktur. Kâmil mümin, her gün güzel kulluğu ile Yüce Rab-bine yaklaşır; buna terakki denir.


Bu terakki, kalp ile olur.


Terakki, manen ilerlemek, meleklerin alemine yükselmek ve ilâhî huzurda kabul görmektir. Ruh, sır, hafi, ahfa, vicdan, akıl gibi manevî latifeler, bu terakkiden nasibi alır.


İnsandaki manevî latifeler terbiye edilip temizlenince, insan gerçek insan olur; dinin hakikati anlaşılir İslam bütün güzelliği ve inceliği ile yaşanır ve böylece insanın yer yüzünde Allah'ın halifesi olmasının hikmeti ortaya çıkar.


Bu işleme tasavvufta manevî terbiye veya "seyr-u sülük" ismi verilir.     



SEYR-U SÜLÜK NEDİR?



 

 Tasavvufta seyir cehaletten ilme, kötü huylardan güzel huylara, kendi varlığından geçip Hakk'ın varlığına doğru harekettir. Sülük ise, Hakk'a ermek için bir rehberin öncülüğünde ve denetiminde çıkılan manevî, kalbî, ruhî yolculuk ve ahlakî eğitimdir.(Ankaravi, Minhacu'l-Fukara, 51; M.Ali Ayni, Tasavvuf Tarihi, 105; Tehanevi, Keşşafu Istıhâtı'l-Fünûn, II, 686 (Sülük maddesi).)


Seyr-u sülük, insanın, kalbinin, ruhunun, nefsinin ve diğer manevî cevherlerinin eğitiminden ibarettir. Bu iş, kalpten başlayıp hayatın her yanını içine alan bir eğitimdir. Asıl maksat, kendini ve Rabbi-ni. tanımaktır. Birinci adım, gafletten uyanmaktır. İkinci adım, insan için çizilmiş yola adım atmak ve hedefe doğru yol almaktır. Sonuç, kâmil insan olmaktır.


Kur'an'da zikredilen "tezkiye" ve "mücahede" ile ariflerin bahsettiği seyr-u sülük aynı şeydir.


Tezkiye, manevî kirlerden arınmaktır.


Mücahede, nefsi ilâhî edeplerle süslemek ve Allah huzurunda kabul görmek için gayret etmek ve bu yolda her şeyini ortaya koymaktır. Bütün mesele, Allah adamı olmak için karar verip yola çıkmaktır.


Bu yol, tek başına gidilecek kadar kolay ve rahat bir yol değildir. İnsanın önünde şeytan, nefis ve dünya gibi üç büyük engeli vardır. Bunlarla birlikte insanı saran bir sürü afet ve tehlikeler mevcuttur. Öyle ki, bu yolda günahlar kadar bazen ibadetler bile insan için bir afet olmaktadır.


Kıldığı namazları, çektiği zikirleri, yaptığı hayırları ile kendini beğenen, kibre düşen, insanları küçümseyen ve sonunun kesin cennet olduğunu düşünen nice kimseler, sonuçta zarar etmiştir.


Kulluğun edebini bilmeyen kimse asıl hedefine eremez. Gösteriş hastalığına yakalan insan, diliyle Allah derken kalbiyle Allah'tan uzaklaşır.


Manevî terbiyenin merkezinde mürşid vardır. Terbiye şeklini o belirler ve takip eder. İnsanı terbiye etmek, peygamber mesleğidir. Bunun için manevî terbiyenin Hz. Peygamber'in (s.a.v) getirdiği edep üzere olması şarttır.


Terbiyeden maksat, fıtratı değiştirmek değil, onu güzele yönlendirmektir. İnsandaki kötü huyların iyi huylarla değiştirilmesi mümkündür. Kamil insanlar içinden seçilen kamil mürşidler, kendilerine tabi olan kimseleri -Allah'ın izniyle-önce gafletten uyandırarak işe başlamaktadırlar.


Bunun için manevî terbiyede tövbeden sonra en önemli vazife zikirdir.


Şimdi kısaca zikrin tarifini, manevî terbiyedeki yerine ve faydalarını görelim.           


Kaynak : menzil.net





Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst