T
talib
Misafir
Bir insân, bir mürşid-i kâmile bende olmadan, derviş olmadan ne kadar mesâi sarfetse, ağzıyla kuş tutsa dahî, nefs-i mülhimeden bir üst mertebeye geçemez. Büyük insanların düâlarıyla, elinden tutmalarıyla, himmetleriyle, nefs-i mutmainneye ulaşılabilir.
BİR MÜRŞİDİN GEREKLİLİĞİ
“Bana yönelen kimsenin yoluna uy…”(Lokmân 15)
Bilindiği gibi Peygamberimiz zamanında, ihtiyâcı olan, gelip meselesini danışıyor idi. Peygamberimiz’den sorusunun cevâbını alıyor ve dînî hayâtını devam ettiriyor idi. Peygamberimizin dünyevî meselelerde de tavsiyeleri olmuştur. Asıl mesele ise mâneviyat meselesidir; dîn-i mübîndir; şer-i şerîftir. Îmân meselesi, akâid meselesi, muâmelat ve ukûbat (cezaler meselesi) olmak üzere tüm bu mevzûlarda sorunu olanlar cevaplarını Peygamberimiz'den alırlardı. 23 yıl süren vahiy dönemi bitmiştir. Bir daha da peygamber gelmeyecektir. 15 asır evvel Peygamberimiz o ulvî vazîfeyi îfâ etmiştir.
Rasûlü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hayâtta olsa idi, biz de orada yaşamış olsa idik O’nun etrafında hâlelenecek idik. Ashâb-ı Kirâm’ın hâlelendiği gibi biz de toplanacaktık. Kıyâmete kadar din bâkî olduğuna göre, en güzel mânâda dân-i mübîn-i İslâm’ı kim öğrenecek, kim yaşayacak ve kim yayacak sorularına cevap aramak gerekir. Cevap olarak karşımıza; âlimler, mürşid-i kâmiller, Allah dostları çıkmaktadır.
“Âlimler peygamberlerin vârisleridir.”
Bu âlimler Peygamber Efendimiz'in verâset yoluyla vekîlleridirler. Her bir vekîl mürşid-i kâmil, insanları, peygamberler gibi irşâd etmekle yükümlüdürler. Kendileri Peygamber değillerdir fakat verdikleri hizmet Peygamberlerin hizmetidir.
******************************
MÜRŞİD-İ KÂMİLİN VASIFLARI
Tebliğe me'zâniyet keyfiyeti için bir kişide sadece bilgi olması yetmez. Kişi aynı zamanda bildiğiyle âmil değilse, başkalarına bildiklerini söylemeye hakkı yoktur. İlmiyle âmil olmayan kişinin sözleri öldürücü zehir hükmündedir. Velev ki doğruyu söylese bile tesir etmez.
Silsileler iki yoldan nesilden nesile devam etmektedir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) zikr-i hafî yolunu Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) Efendimize tâlim etmiştir, teslim etmiştir. Cehrî yolu da Hz. Ali Efendimize tâlim etmiştir.
Bir kimsenin lâyıkıyla ehil olabilmesi için bizzât Cenâb-ı Hakk’ın esmâsının muhâtabı, zâtî tecellîlerin mazhârı olması gerekir. Zâtî tecellîler diğer tarîklerde zaman zaman vardır, fakat Nakşî yolunun özelliklerinden biri de an be an, saat be saat, gün be gün, neredeyse talebe binâen, bir mürşid-i kâmil, Nakşî Hâcesi, zâtî tecelliye makes-e mazhârdır. Bu da Ebû Bekir Efendimizin, onun yolunun büyüklerinin özelliklerindendir.
Kendisine ittibâ edilecek kişinin, mutlak mânâda zâtî tecellîlere mazhâr olması gerekir.
İlmi elde etmek zordur, fakat kısmen kolaydır. Nihâyetinde eserlerde olanlar bulunup, genişletilecetir. İrşâd etmek, ilim elde etmeğe göre daha zordur. Ma'neviyât sahası ilim sahası gibi değildir. Ma'neviyâtın en büyük sermayesi rızâ için olmasıdır. Samimiyyettir; hulûs ve ihlâstır.
Evliyâullahın en mümeyyiz vasfı, insanların kaba tavırlarına tahammül etmeleridir. Peygamberler de böyledir. Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayâtına baktığımız zaman nice kabalıklara tahammül ettiğini görürüz. İnsanlar yetişmiş olmadıkları için bir çok âdâbı bilemeyebiliyorlar. Çok zarîf narin insanlar yola dâhil oldukları gibi, sokaktaki kaba insanlar da bu yola girebiliyor. İlimden mahrûm, edebten mahrûm, hareketleri sözleri gayr-i muntazam insanlara tahammül etmek sûretiyle, eğitimleriyle Allah rızâsı için meşgûl olmak, mürşid-i kâmiller’in en önemli görevlerindendir.
Allah dostlarının yazdıkları eserler gözden geçirilirse, onların yazdıkları eserleri bizim bir ömrümüzde okuyamadığımız görülür. Yaşadıkları dönem kısa olsa da büyük eserler ortaya çıkarıyorlar. Bu kadar eser ne zaman yazıldı, ne zaman hazırlandı, ne zaman bastırıldı. Cenâb-ı Hakk onlara ayrıca ikrâm ediyor.
Muğla’da Allah dostlarından, Muğla’nın medâr-ı iftihârı Mevlevî İbrahîm Şâhidî Dede vardır. Zamanında nâmı saraya duyulmuş ve bir gecede Kur'ân-ı Kerîm yazması istenmiş. Okuması istenmemiş, yanlış anlaşılmasın, yazması istenmiş. Herhangi bir yardım almasın diye kapıya bekçi koymuşlar. Gereken kağıt kalem mürekkep verilmiş, sabaha kadar Kur'ân-ı Kerîm teslîm alınacak. Bir ara bekçi içeriye bakmış, nasıl gidiyor acaba diye. Bir Şâhidî olmuş 40 Şâhidî. Kırkı da hepsi ayrı ayrı yazıyorlar. Sabaha Kur'ân-ı Kerîm hem yazılmış hem ciltlenerek teslîm edilmiş. Allah’ın izni ile Allah dostlarına yardım her yerden gelir. Meleklerden, insanlardan, her taraftan yardım gelir.
İlhan Efendi irşâd için şöyle söylemiştir: ”Bir kişinin sizin elinizle yola gelmiş olması dünyânın bütün zenginliklerinden hayırlıdır. Sizin eliniz ile hidâyet bulur ise dünyâdan ve dünyânın bütün ziynetlerinden hayırlıdır.”
BİR MÜRŞİDİN GEREKLİLİĞİ
“Bana yönelen kimsenin yoluna uy…”(Lokmân 15)
Bilindiği gibi Peygamberimiz zamanında, ihtiyâcı olan, gelip meselesini danışıyor idi. Peygamberimiz’den sorusunun cevâbını alıyor ve dînî hayâtını devam ettiriyor idi. Peygamberimizin dünyevî meselelerde de tavsiyeleri olmuştur. Asıl mesele ise mâneviyat meselesidir; dîn-i mübîndir; şer-i şerîftir. Îmân meselesi, akâid meselesi, muâmelat ve ukûbat (cezaler meselesi) olmak üzere tüm bu mevzûlarda sorunu olanlar cevaplarını Peygamberimiz'den alırlardı. 23 yıl süren vahiy dönemi bitmiştir. Bir daha da peygamber gelmeyecektir. 15 asır evvel Peygamberimiz o ulvî vazîfeyi îfâ etmiştir.
Rasûlü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hayâtta olsa idi, biz de orada yaşamış olsa idik O’nun etrafında hâlelenecek idik. Ashâb-ı Kirâm’ın hâlelendiği gibi biz de toplanacaktık. Kıyâmete kadar din bâkî olduğuna göre, en güzel mânâda dân-i mübîn-i İslâm’ı kim öğrenecek, kim yaşayacak ve kim yayacak sorularına cevap aramak gerekir. Cevap olarak karşımıza; âlimler, mürşid-i kâmiller, Allah dostları çıkmaktadır.
“Âlimler peygamberlerin vârisleridir.”
Bu âlimler Peygamber Efendimiz'in verâset yoluyla vekîlleridirler. Her bir vekîl mürşid-i kâmil, insanları, peygamberler gibi irşâd etmekle yükümlüdürler. Kendileri Peygamber değillerdir fakat verdikleri hizmet Peygamberlerin hizmetidir.
******************************
MÜRŞİD-İ KÂMİLİN VASIFLARI
Tebliğe me'zâniyet keyfiyeti için bir kişide sadece bilgi olması yetmez. Kişi aynı zamanda bildiğiyle âmil değilse, başkalarına bildiklerini söylemeye hakkı yoktur. İlmiyle âmil olmayan kişinin sözleri öldürücü zehir hükmündedir. Velev ki doğruyu söylese bile tesir etmez.
Silsileler iki yoldan nesilden nesile devam etmektedir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) zikr-i hafî yolunu Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) Efendimize tâlim etmiştir, teslim etmiştir. Cehrî yolu da Hz. Ali Efendimize tâlim etmiştir.
Bir kimsenin lâyıkıyla ehil olabilmesi için bizzât Cenâb-ı Hakk’ın esmâsının muhâtabı, zâtî tecellîlerin mazhârı olması gerekir. Zâtî tecellîler diğer tarîklerde zaman zaman vardır, fakat Nakşî yolunun özelliklerinden biri de an be an, saat be saat, gün be gün, neredeyse talebe binâen, bir mürşid-i kâmil, Nakşî Hâcesi, zâtî tecelliye makes-e mazhârdır. Bu da Ebû Bekir Efendimizin, onun yolunun büyüklerinin özelliklerindendir.
Kendisine ittibâ edilecek kişinin, mutlak mânâda zâtî tecellîlere mazhâr olması gerekir.
İlmi elde etmek zordur, fakat kısmen kolaydır. Nihâyetinde eserlerde olanlar bulunup, genişletilecetir. İrşâd etmek, ilim elde etmeğe göre daha zordur. Ma'neviyât sahası ilim sahası gibi değildir. Ma'neviyâtın en büyük sermayesi rızâ için olmasıdır. Samimiyyettir; hulûs ve ihlâstır.
Evliyâullahın en mümeyyiz vasfı, insanların kaba tavırlarına tahammül etmeleridir. Peygamberler de böyledir. Peygamberimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayâtına baktığımız zaman nice kabalıklara tahammül ettiğini görürüz. İnsanlar yetişmiş olmadıkları için bir çok âdâbı bilemeyebiliyorlar. Çok zarîf narin insanlar yola dâhil oldukları gibi, sokaktaki kaba insanlar da bu yola girebiliyor. İlimden mahrûm, edebten mahrûm, hareketleri sözleri gayr-i muntazam insanlara tahammül etmek sûretiyle, eğitimleriyle Allah rızâsı için meşgûl olmak, mürşid-i kâmiller’in en önemli görevlerindendir.
Allah dostlarının yazdıkları eserler gözden geçirilirse, onların yazdıkları eserleri bizim bir ömrümüzde okuyamadığımız görülür. Yaşadıkları dönem kısa olsa da büyük eserler ortaya çıkarıyorlar. Bu kadar eser ne zaman yazıldı, ne zaman hazırlandı, ne zaman bastırıldı. Cenâb-ı Hakk onlara ayrıca ikrâm ediyor.
Muğla’da Allah dostlarından, Muğla’nın medâr-ı iftihârı Mevlevî İbrahîm Şâhidî Dede vardır. Zamanında nâmı saraya duyulmuş ve bir gecede Kur'ân-ı Kerîm yazması istenmiş. Okuması istenmemiş, yanlış anlaşılmasın, yazması istenmiş. Herhangi bir yardım almasın diye kapıya bekçi koymuşlar. Gereken kağıt kalem mürekkep verilmiş, sabaha kadar Kur'ân-ı Kerîm teslîm alınacak. Bir ara bekçi içeriye bakmış, nasıl gidiyor acaba diye. Bir Şâhidî olmuş 40 Şâhidî. Kırkı da hepsi ayrı ayrı yazıyorlar. Sabaha Kur'ân-ı Kerîm hem yazılmış hem ciltlenerek teslîm edilmiş. Allah’ın izni ile Allah dostlarına yardım her yerden gelir. Meleklerden, insanlardan, her taraftan yardım gelir.
İlhan Efendi irşâd için şöyle söylemiştir: ”Bir kişinin sizin elinizle yola gelmiş olması dünyânın bütün zenginliklerinden hayırlıdır. Sizin eliniz ile hidâyet bulur ise dünyâdan ve dünyânın bütün ziynetlerinden hayırlıdır.”