CÜNEYD-İ BAĞDADİ
BÖLÜM-I
Adı Cüneyd bin Muhammed, künyesi Ebu'l-Kasım nisbesi el-Bağdadi. Ailesi aslen Nihâvendli Babası ticaretle uğraşırdı. Cüneyd Bağdad'da doğdu ve orada yaşadı. Fıkıh, hadis ve tasavvuf ilimleriyle meşgul oldu. Tasavvufta ilk üstadı, dayısı Seriy es-Sakati'dir. Ebu Ubeyd'den hadis, Ebu Sevrden şafii fıkhı okudu. Haris el-Muhasibi Muhammed bin Ali Kassab ile görüştü. Maruf el-Kerhi ve Ebu Hafs Haddad'in sohbetlerinde bulundu. Tasavvuf ve tarikatlerde "Seyyidu't-Taife" unvanı ile anıldı. "Ser-halka" yani kolbaşı sayıldı. Sünni tasavvuf ekolünün en önemli simasıdır. 297/909 yılında Bağdad'da vefat etti.(Allah cc rahmeti üzerine olsun.)
Cüneyd-i Bağdâdî yedi yaşında iken, mektepten gelince babasının ağladığını görüp, sebebini sordu: "Zekât olarak dayın Sırrî-yi Sekâtî'ye birkaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babacığım, parayı ver ben götüreyim." deyip dayısının evine gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı, kim olduğunu sorunca; "Ben Cüneyd'im dayıcığım. Kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al!" dedi. Dayısı; "Almam!" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Adl edip babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al!" dedi. Dayısı; "Allahü teâlâ babana ne emretti ve bana ne ihsân etti?" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekâtı kabûl etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi." dedi. Bu söz Sırrî-yi Sekatî'nin çok hoşuna gidip; "Oğlum! Gümüşleri kabûl etmeden önce seni kabûl ettim." dedi ve kapıyı açıp parayı aldı.
Cüneyd-i Bağdâdî dayısına talebe olduktan bir süre sonra onunla berâber hacca gitti. Mescid-i Harâmda dört yüz kadar büyük zât, şükür hakkında konuşuyorlardı. Her zât şükrü târif ve îzâh ettiler. Netîcede dört yüz ayrı îzâh meydana geldi ise de, hepsi de bu târif ve îzâhları yetersiz buldu. Hazret-i Sırrî-yi Sekatî, orada bulunan Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "Mâdem ki buradasın, bu hususta bir de sen bir şeyler söyle." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Şükür, Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmet ile O'na isyân etmemek, O'na isyân için, ihsân ettiği nîmeti sermâye olarak kullanmamaktır." buyurdu. Orada bulunanların hepsi bu cevâba çok sevinip; "Seni tebrik ederiz. Maksadı en güzel şekilde ifâde ettin. Bu, ancak bu şekilde târif edilebilirdi." dediler. Sırrî-yi Sekatî; "Yavrum, öyle anlıyorum ki senin lisanın doğru ve kuvvetli olacak. Böyle güzel söyleyebilmek hâli sana nereden geliyor?" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Sizin sohbetlerinizde bulunmakla efendim." dedi.
KUR'ÂN VE SÜNNET ÇİZGİSİ
O, "Biz tasavvufu laf ile elde etmedik, açlık ve dünyayı terk etmek ve hoşa giden şeyleri kesinlikle bırakmak suretiyle elde ettik" derdi.
Onun tasavvuf anlayışı Kur'ân ve sünnet çizgisinde idi. Bu yüzden bu yolda Kur'ân ezberlemeyen ve hadis yazmayan Kitap ve sünnetten habersiz kimselere tabi olunamayacağını söyler, "Allah Rasûlü'nün yolunu izleyenlerden başkaları için, Allah'a giden bütün yollar kapalıdır" derdi.
Cüneyd'e göre akıllı kimse, organlarında Mevlâsı'nın ayıplayacağı bir fiil zuhûr etmeyendi.
Derdi ki: Hak'tan başka bir şey seni esir ettiği sürece gerçek bir kul olamazsın.
İstikamet ve ibadette devamlılığı esas alırdı. "Nasıl bir dalgıç, inci çıkarmak için denize dalsa ve incilere tam yaklaşmışken geri dönse kaybettiği kazancından çok olursa, bir kul da bin yıl Allah'a yönelse de bir an O'ndan dönse kaybettiği kazancından çok olur" derdi.
O, ihlâsı Allah ile kul arasında bir sır olarak tanımlardı. Melek onu bilmezdi ki sevap yazsın. Şeytan ona muttali olamazdı ki onu bozsun. Nefsin hevası ona aşina olamazdı ki onu eğsin.
TASAVVUF HAKKINDA
Ona göre tasavvuf:
Allah'ın Zatından başka hiçbir şeye ilgi duymadan, yalnız Onunla olmaktı. Sulhu olmayan bir cenkti. Allah Teâlâ bir mürid için hayır murad ederse, onu gerçek sûfîler kervanına katar, sahte sofulardan korurdu.
Tasavvuf sekiz peygamberin, sekiz ayrı özelliğini cem'etmekti.
1. İbrahim (a.s.)'in sehâvetini,
2. İsmail (a.s.)'in rıza ve teslimiyetini,
3. Eyyûb (a.s.)'ın sabrını,
4. Zekeriyâ Peygamberin üç gün süreyle işaretle konuşmasını,
5. Yahya Peygamberin garipliğini,
6. Musa (a.s.)'ın sûf (yünlü) giymesini,
7. İsa (a.s.)'ın yolculuğunu,
8. Muhammed (a.s.)'in fakirlik ve zühd sıfatını.
Dünya ile ahiretin aynı kalede birleşemeyeceğini söyler, kalbin ahirete kap olabilmesi için dünyalıklardan temizlenmesi lazımdır, derdi.
"Marifet çalışmakla mı elde edilir, yoksa kendiliğinden mi gelir?" diye soranlara şu karşılığı verirdi:
Eşyanın özüne iki şeyle varılır. Biri hisler yani duygular diğeri deliller. Böyle görülen şeyler hisle, görülmeyenler delillerle anlaşılır. Allah Teâlâ'yı göremediğimize göre onu tanımak delil ve araştırma ile olur. Çünkü gaybı ancak delillerle bilinir.
Devamı Gelecek...