Konuya cevap cer


İMAM GAZALİ




BÖLÜM II




ve Felsefe....




EL-MÜNKIZÜ MiN-EDDALÂL


iLCÂMÜL AVÂM AL iLMiL-KELÂM' dan..




“İşte şimdi filozofların ilimlerinin hikayesini dinle: Onları birkaç sınıf, ilimlerini de birkaç kısım hâlinde gördüm. Onlara, çokluklarına ve eskileri ile yenileri arasında doğruya yakınlık ve uzaklık farkına rağmen, küfür ve ilhâd damgasını vurmak lazımdır. Filozoflar fırkalarının çokluğuna ve çeşitliliğine rağmen, Dehriyyun, Tabiiyyun ve İlahiyyun olmak üzere üç kısma ayrılırlar. Dehriyyun sınıfı eski filozoflardan bir zümredir. Yaratıcının varlığını inkâr ederler, bunlar zındıktır. Tabiiyyun; bunlar da ahiretin mevcudiyetini kabul etmediler. Cenneti Cehennemi, kıyameti ve hesabı inkâr ettiler. Bunlar da zındıktır. Üçüncü sınıf olan İlahiyyun, daha sonra gelen filozoflardır. Bunlar ilk iki sınıfı red etmişlerse de kendilerini bid’at ve küfürden kurtaramamışlardır.” Üçüncü kısımdan olan bu filozoflar, kendilerinden önce gelenlerin yanlışlarını açık seçik göstermek ve bir yaratıcının olduğunu söylemekle beraber Peygamberlere inanmadıkları için küfürde kalmışlardır. Çünkü küfürden kurtulmak için Peygamberlere ve onların bildirdiklerine inanmak da şarttır.




İmam-ı Gazali resmi mezhep olan sunniliğin iktidar tarafından verilmiş biçimine teokratik gerekçeler üretmek, iktidara muhalif felsefecilerin görüşlerini çürütmek ve böylece "itikada felsefe karıştırılmaz" şeklindeki resmi bahane ile muhaliflerin sesini kısabilmek için yaptığı bu çalışması neticesinde kendisine de filozof ünvanını layık görenler olmuştur. Gazali'nin şiddetle karşı durduğu muhalif düsturlar, aklı temel almışlardır. Onlara göre, Allah'ın kullarına bahşettiği en büyük nimet akıldır ve bu nimetten yararlanmayan bir kul en büyük günahkardır. Akıl yürütmek faaliyeti ise felsefeyi beraberinde getirir. Gazali yandaşları ise aklı neredeyse tümden reddetmiş, iktidarın vazgeçilmez dayanağı olan hakim islam anlayışının, kendisine yönelecek muhalefeti ve sorgulamayı engellemek maksadı ile "düşünmeyen kul" yaratma hedefine uygun hareket etmişler ve buna uygun olarak müslümanlığı kendi anlayışlarına indirgemişlerdir.




İmam-ı Gazali, bu çalışmalarından sonra, yerine kardeşi Ahmed Gazali’yi vekil bırakarak Nizamiye Üniversitesindeki görevine ara verdi ve Bağdat’tan ayrıldı. Çeşitli ilmi çalışmalar ve seyahatler yaptı. Şam’da kaldığı iki yıl İhyâu-Ulumiddin’i yazdı. Daha sonra Kudüs’e gitti. Burada Bâtıni denilen fırkaya karşı Mufassıl’ul-Hilâf, Cevâb-ul-Mesâil ve Allahü teâlânın Esmâ-i Hüsnâ denilen isimlerini anlatan El- Maksad ül-Esmâ adlı eserini yazdı. Kudüs’te bir müddet kaldıktan sonra hacca gitti. Haccını müteakiben Bağdat’a döndü. Nizamiye Üniversitesinde, Şam’da yazdığı İhyâ’sını kalabalık bir talebe kitlesine ders olarak okuttu. Bu seferki tedris hayatı uzun sürmedi. Doğduğu yer olan Tus’a gitti. Burada yine Bâtınilere karşı Ed-Dercülmerkum kitabı ile El-Kıstâs-ul-Müstakim, Faysal-ut-Tefrika, Kimyâ-ı Seâdet, Nasihât ül-Müluk ve Et- Tibr-ul-Mesbuk adlı eserlerini yazdı. On sene kadar süren bu hizmetlerinden sonra Selçuklu veziri Fahr-ül-Mülk’ün emri üzerine bir müddet daha Nizamiye Üniversitesinde ders verdi. Tasavvufu anlatan Mişkât-ül-Envâr adlı eserini de bu sırada yazdı..




TUHAFETÜ'L FELASİF' den...




Yunan Felsefesini Arapçaya Tercüme ve Nakleden Kişiler:


Diğer taraftan Yunan felsefesi; Ya'kûb Kindî (ö. 258 H.\ Ebu'n Nasr Fârâbî (ö.


329 H.) ve Şeyh Ebu Alî Sina (ö. 428 H.) gibi cezbeli, heyecanl avukatlar ele


geçirdi. Bizzat Yunan'da bile bunlar gibisini bulmak zordu. Onlar Aristo'yu,


kusursuzlukta, kutsallıkta, ilim ve hikmette öyle bir mertebeye ulaştırdılar ki,


belki de bu makam ve rütbe Yunan ilahiyatında ilk başlangıca (varlığı şart


olana) dahi verilmemiştir. Müslümanların payına Yunan bilgi hazinesinden daha


çok Aristo'nun eser ve fikirlerinin düşmesi bir şanssızlıktı. Bu fikirler;


peygamberlerin getirdiği talimatlardan, dinin ruhundan, özünden çok farkl ,


onunla çok az ilgiliydi.


Sonra ikinci şanssızlık da Arap filozoflarından hiçbiri bu fikirlerin as l


kaynağını, onların yazıldığı dili bilmiyordu. Bütün bilgileri tercümelere


dayan›yordu ve bu tercümelerden bizzat o filozoflar n ne demek istediğini


anlamakta hatâlara düştüler. Sonra onlar üzerinde Aristo'nun öyle bir etkisi ve


büyüsü vardı ki, onlar onun fikirlerinin tenkidini yapmayı gereksiz görmüşler,


aklın düşünmesi sonucu bulduğu fikirlerini bile is-batlanmış gerçeklerin kitapla


anlat lması şekline sokmuşlardır. 


İhvân-ı Safa Topluluğu ve Risaleleri:


Hicrî dördüncü yüzyılın sonunda Yunan felsefesi bütün İslâm âlemini


etkilemeye başlamıştı. Her zeki ve meraklı genç Yunan felsefesine hayranlıkla,


sayg›yla bak yordu.


Dördüncü yüzy›l n ortasında Bağdat'ta, İhvân-› Safa ad nda Masonik tarzda gizli


bir cemiyet kuruldu. Bu cemiyette Yunan felsefesi Ölçü, k stas kabul edilerek


dinî konular ve akideler (inançlar) üzerinde konuşmalar yap›l yor, kendilerine


göre sorunlar çözümleniyordu.




Bu cemiyetin bülteninde şu sözler yer alıyordu: "İslâm şeriatı cehalet ve


dalâletlerin karışması ile kirlenmiştir. Onu felsefe ile yıkayıp temizlemekten


başka çâre yoktur. Çünkü felsefe itikadı bilgileri, hikmet ve ictihad faydalar›n


ihtiva eder. Şimdi sadece Yunan felsefesinin İslâm şeriatı ile kaynaşmasıyla istenilen


gelişme elde edilebilir."


Onlar arkadaşlarına; bilgisinde yetişmiş, yaşında ilerlemiş kişilerle uğraşarak


vakit kaybetmemelerini, onların yerine gençlerle uğraşmalarını ve onları, fikir


ve düşünceleri ile etkilemelerini özellikle tavsiye ediyorlardı. Çünkü yaşlı


insanlarda bilgilerinde olgunluk ve donukluk meydana gelir, bu ise yeni bir şeyi


kabul etmeye engeldir. Yeni bir şeyi kabul etme yeteneğine ancak gençler


sahiptir.


Onlar bu konulara bakışlarını, kendi felsefelerine Öncülük eden ve İhvân- Safa


Risaleleri ad ile edebiyat ve tarihte meşhur olan ve tabîiyyat, matematik,


ilahiyat ve aklî konular içine alan 52 risale içinde yayınladılar. Mutezile


mezhebinden olanlarla, onlarla ayn zevki taşıyan insanlar bu risaleleri elden ele


taşıyorlar


ve kendi toplantılarında okuyorlardı . Nereye giderlerse yanlarında


taşıyorlardı. O derecede ki, bir asır içinde bu risaleler İspanya'ya (Endülüs'e)


kadar ulaştı.


Devam Edecek...





Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst