Konuya cevap cer

TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 11.24.TAHLİLLER(DEVAMI)

       Üstadın        Barla’ya gidişi
      
Üstad, Barla’dan yirmi küsur sene evvel ayrılmış ve o zamana        kadar hiç gitmemişti. Barla ile, kendi Nurs köyünden ziyade alâkadardı.        Çünkü, hayat-ı mâneviyesi olan Risale-i Nur burada telif edilmeye        başlamıştı. Kur’ân-ı Hakîmin hidayet nurlarını temsil eden “Sözler” ve        “Mektubat” ve “Lemeat-ı Nuriye” buradan etrafa yayılmıştı. Bu itibarla        Barla, Risale-i Nur dershanesinin ilk merkezi idi.
 
 Barla’daki        hayatı gerçi nefiy ve inziva içinde ve tarassut altında geçmekle acı idi;        fakat Risale-i Nur hakikatlerinin telif yeri olduğundan, Üstad’ın en tatlı        ve şirin hayatı da yine Barla hayatıdır denilebilir. Bu defa Barla’ya        nefiyle değil, hapisle değil, kendi rızasıyla ve serbest olarak gidiyordu.        Güzel bir bahar günü Barla’ya geldi. Barla’daki talebelerinin mühim bir        kısmı Üstadı karşıladılar. Üstad, sekiz senelik ikâmetgahı olan medrese-i        Nuriyesine yaklaşırken kendini tutamadı, mübarek gözlerinden yaşlar        boşandı. Haşmetli çınar ağacı da âdetâ kendisini selâmlıyordu. Bir        vakitler, yani Barla’da sekiz sene ikametten sonra Isparta’ya celb        edilmişti. O zamanki gidişinde mübarek çınar ağacı Üstadı mânen teşyî        etmiş, haşmetli kanatları olan dallarının Cenâb-ı Hakka olan secdevâri        ubudiyetiyle Üstadı uğurlamıştı. Bu defa da yine uzun bir mufarakattan        sonra tekrar Üstada kavuşmanın süruru içinde Hâlık-ı Rahmân’a secde-i        şükrana kapanıyordu. Üstad, o mübarek çınar ağacına sarılmış, yanındaki        talebelerine ve ahaliye kendisini yalnız bırakmalarını söylemişti. Zaten        gözyaşlarını tutamıyordu. Sonra, Nur dershanesi olan odasına girdi ve iki        saat kadar kaldı. Hazin ağlayışı dışarıdan işitiliyordu.
 
 Evet,        şüphesiz rahmet-i İlâhiyenin nihayetsiz tecellîlerine mazhardı. Bir        zamanlar Şarkî Anadolu’dan Isparta havalisine sürülmüştü… Isparta’dan da,        dağlar arasındaki Barla nahiyesine nefyedilmişti. Burada ölüp gidecekti.        Eski tarihçe-i hayatının şahadetiyle, çok kahraman ve fedakâr olan bu zât,        doğrudan doğruya Kur’ân-ı Hakîmin hakikatlerini benimseyen, ferdî ve millî        saadeti, İslâmiyet hakikatlerine sarılmakta gören ve bunu haykıran ve        delâil-i akliye ile ilim meydanına çıkan bir kimse idi.
 
 Üç devir        geçirmiş, cebbar kumandanlara boyun eğmemiş, kudsî dâvâsından dönmemiş;        yaralanmış, zehirlenmiş, ölmemiş; dağlar gibi hadiselerin dalgalarından        yılmamıştı…
 
 Milletleri, kavimleri içine alan, zihniyet ve        telâkkileri değiştiren asr-ı hâzırın cereyanları, bu zâtı Kur’ân ve iman        dâvâsındaki yolundan çevirememişti. O, ruhundaki şecaat-i imaniye ile        kat’î inanıyordu ki, dâvâ ettiği hakikat birgün milletçe benimsenecek; bir        Said, binler, belki yüz binler Said olacak... İnsanlık camiasında        neşrettiği hakaik-i imaniyenin fütuhatı ve inkişafı başlayacak ve âfâk-ı        İslâmı saran zulmet bulutları Kur’ân’dan eline verilen bu meş’ale-i        hidayetle dağıtılacak; ölmeye yüz tutmuş zannedilen iman ruhu yeniden        canlanacak; canlara can katacak, mânen ölmeye yüz tutan millet-i        İslâmiyeyi ihyâ edecek; âleme efendi olan İslâmiyetin—biiznillah—cihana        efendiliğinin maddî mânevî mübeşşiri olacaktı.
 
 İşte, bu kudsî        hakikatin hâmili ve naşiri olan ve hakikatte bugünkü beşeriyetin medar-ı        iftiharı bulunan bu aziz zât, din düşmanlarının plânıyla, vaktiyle bu        beldeye gönderilmiş, Anadolu’da tesis ettirilen rejimin aleyhinde        bulunmasına, fiilî müdahalesine mümanaat olunmuştu. Heyhat! Esasen kendisi        siyasetten çekilmişti; ehl-i dünyanın dünyasına karışmıyordu. O, istikbali        nurlandıracak bir hakikatin telif ve neşrine çalışıyordu. Kâinatın sahibi        ve hâdiselerin mutasarrıfı olan Allah, onun hâmisi, muîni ve yardımcısı        idi.
 
 İşte, otuz sene sonra tekrar Barla’ya döndüğü zaman, hizmet-i        imaniyesinde nail olduğu büyük ikramları, inayetleri düşünerek, müşahede        ederek mesrur oldu ve sürurundan ağlıyordu, secde-i şükrana        varıyordu.

       Hâl-i hazırda Üstad Isparta’da ikamet eder. Bazan Emirdağına,        bazan Barla’ya gider. Buraları Risale-i Nur’un telif ve inkişaf merkezleri        olduğu için ruhen çok alâkadardır. Hem, kendisi doksan yaşına yaklaştığı        ve birçok defalar zehirlendiği için rahatsızdır. Hastalığı tarif        edilmeyecek derecede ağırdır ve şiddetlidir. Ruhen, hissiyatı kuvvetli ve        âlem, bahusus âlem-i İslâm, bilhassa Risale-i Nur dairesi, vücud-u        mânevîsi hükmünde olduğundan, her iki vücudundaki ıztırap şedittir. Gerçi        talebelerinin duaları ve neşr-i envar-ı imaniye o ıztırabına bir merhem ve        devâ ise de, yine de pek vâsi şefkati itibarıyla zaman zaman ıztırabı        şiddetlenmektedir. Bu itibarla, tebdil-i havaya çok muhtaçtır. Bir yerde        fazla kalamıyor. Tebdil-i havaya çıktığı zaman hastalığı kısmen azalıyor,        rahat nefes alabiliyor.
 
 Üstad, Risale-i Nur kesretle intişar        ettiğinden ve her yerde pek çok Nur talebeleri mevcut olduğundan,        halklarla konuşmayı tamamıyla terk etmiştir. “Risale i Nur, benimle        sohbetten on derece ziyade faidelidir” deyip ziyaretçi de kabul        etmemektedir. Hattâ yanındaki talebeleriyle dahi zaruret halinde        konuşmaktadır.
 
 Artık hayatının son safhasına geldiğini söylemekte,        daima içinde yaşadığı ayı çıkarabileceğinden şüphe eder bir vaziyette        ecelini beklemektedir. Nurların neşriyatından memnun ve müteşekkirdir.        Millet ve devletçe İslâmiyet ve saadet yolunda atılan her adımı takdir ve        tasviple karşılamakta, Hak yolunda yürüyen, İslâmî şeâiri ihya edenlere        dua etmektedir. Aynı zamanda, âlem-i İslâmın maddeten ve mânen selâmet ve        saadetini dilemekte ve bu yolda girişilen dahil ve hariçteki gayretlerden        hadsiz derecede sevinç ve memnuniyet duymaktadır.
 
 Risale-i Nur’u        Kur’ân-ı Hakîmin bu zamana mahsus bir mu’cizesi bilmekte, bu vatanı        komünizm tehlikesinden Risale-i Nur’daki hakikat-i Kur’âniye muhafaza        ettiğini beyan etmekte ve âlem-i İslâmla hakikî kardeşliğe ve uhuvvete ve        ittifaka medar olacağını, dünyevî ve uhrevî saadetimizin bu hakikate        yapışmamızda bulunduğunu duyurmaktadır.
 
 Risale-i Nur’un Anadolu’dan        başka diğer Müslüman memleketlerde yayılmasının elzem olduğu        kanaatindedir. Siyasî gayret ve faaliyetlerden evvel, Risale-i Nur’un        neşrolunmasının daha menfaattar olacağını ihbar        etmektedir.

      
       Lügatler :        
       âfâk-ı        İslâm : İslâm dünyasınin ufukları
       alâkadar : alâkalı,        ilgili
âlem-i İslâm : İslâm dünyası

       asîl : asaletli; soylu,        köklü
asr-ı hâzır : içinde bulunulan asır,        zaman
aziz : çok değerli, izzetli, saygın 

       bahusus : özellikle
beşeriyet        : insanlık        

       beyan        etme : açıklama
biiznillah        : Allah'ın izniyle
camia : toplum
cebbar : zâlim,        gaddar, baskıcı        

       celb        edilme : alıp getirilme
Cenâb-ı Hak        : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi        Allah
cereyan : düşünce akımı, hareketi
cihan :        âlem, dünya
delâil-i akliye : akli ve mantıki deliller 

       devâ : ilâç
ecel : Allah        tarafından takdir edilen ölüm vakti, vefat zamanı
ehl-i        dünya : dünyaya dalıp âhireti düşünmeyenler, dünyayı ahirete tercih        edenler        

       elzem : çok lâzım,        gerekli
fedakâr : her türlü sıkıntılara göğüs gererek        dâvası uğruna sebat eden
ferdî : kişisel
fütuhat :        fetihler, açılımlar        

       hadsiz : sonsuz
Hak : varlığı doğru        ve gerçek olan, her şeyi hakkıyla yaratan ve her hakkın sahibi olan        Allah
hakaik-i imaniye : imana ait hakikatler,        esaslar
hakikat : esas, gerçek 

       hakikat-i        Kur’âniye : Kur'ân'ın hakikati, esası
Hâlık-ı Rahmân : rahmeti her şeyi kaplayan, yaratıklarını        esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran yaratıcı,        Allah
hâl-i hazır : şu an; içinde bulunulan        zaman
hâmi : koruyucu, koruyan
hâmil : taşıyan,        yüklenen        

       haşmet : görkem, heybet
havali :        yöre, bölge
hayat-ı mâneviye : mânevi hayat, maddî olmayan        hayat
hazin : hüzünlü, acıklı
heyhat : yazık,        çok yazık        

       hidayet : doğru ve hak olan yol,        İslâmiyet
hissiyat : hisler, duygular
hizmet-i        imaniye : imanî hizmet        

       ihbar        etmek : haber vermek
ihya etme :        canlandırma
ikamet etme : oturma

       ikâmetgâh : oturulan ev, hâne, yer,        mesken
ikram : lütuf, ihsan
inayet :        yardım
inkişaf : gelişme, ilerleme, açılma 

       intişar etme : yayılma
       inziva : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşma,        vaktini ibadetle geçirme
İslâmî şeâir : İslâma sembol olmuş iş        ve ibâdetler; ezan gibi
istikbal : gelecek 

       ittifak : birlik,        birleşme
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar 

       kesret : çokluk
kudsî :        kutsal
Kur’ân-ı Hakîm : hikmetli Kur’ân; her âyet ve sûresinde        sayısız hikmetler bulunan Kur’ân 

       Lemeat-ı Nuriye : nur parıltıları; Risale-i Nur        Külliyatında yer alan Lem'alar isimli eser
       mazhar : ayna
medar olma : sebep        olma, neden olma
medar-ı iftihar : övünç kaynağı 

       medrese-i        Nuriye : Nur okulu; Risale-i Nur        talebelerinin bir okul gibi iman ve Kur'ân hakikatlerini öğrenip        öğrettikleri yer
menfaattar : faydalı
mesrur        olma : mutlu olma, sevinme
meş’ale-i hidayet : hak ve doğru        yolu gösteren meş'ale, ışık
millet-i İslâmiye : İslâm milleti,        Müslümanlar        

       mu’cize : bir benzerini yapma konusunda        başkalarını âciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey mufarakat :        ayrılık, ayrılma
muîn : yardımcı, yardım        eden
mutasarrıf : tasarruf eden, mülkünü dilediği gibi idare        eden        

       mübarek : hayırlı,        bereketli
mübeşşir : müjdeci, müjde veren
mümanaat        olunma : engel olunma
müşahede : gözleme, gözlemleme 

       müteşekkir : teşekkür eden, şükran duyan
       nahiye : kazadan küçük, köyden büyük olan        yerleşim yeri; bucak
nail olma : erişme,        kavuşma
naşir : yayan 

       nefiy : sürgün
neşr :        yayma        

       neşr-i envar-ı        imaniye : imana ait nurların yayılması; Risale-i Nur'un        yayılması
neşriyat : yayılma, yayınlanma
neşrolunma :        yayılma

       rahmet-i        İlâhiye : Allah’ın her şeyi kuşatan sonsuz        rahmet ve şefkati
rejim : yönetim; mevcut siyasi iktidar        ve idare        

       rıza-yı        ilâhî : Allah'ın rızası, razı        olması
saadet : huzur, mutluluk 

       safha : aşama, dönem
       secde-i        şükran : şükür secdesi
secde-i        şükrana varma : şükür secdesi yapma 

       secdevâri : secde ederek, secde eder        gibi
selâmet : kurtuluş
sürur : sevinç, neşe,        mutluluk
şahadet : şahitlik, tanıklık 

       Şarkî        Anadolu : Doğu Anadolu
şecaat-i        imaniye : imandan kaynaklanan cesaretlilik, yiğitlik,        kahramanlık        

       şedit :        şiddetli
şefkat : acıma, merhamet

       tarassut : gözlem,        gözetim
tarihçe-i hayat : hayat hikayesi 

       tasvip : doğru bulma,        onaylama
tebdil-i hava : hava değişimi

       tecellî : yansıma
telâkki :        anlayış biçimi, kavrayış şekli
telif : yazma, kaleme        alma        

       teşyî        etme : giden bir kimseyi uğurlama
ubudiyet : Allah'a        kulluk etme
uhrevî : öldükten sonraki hayat olan âhiretle        ilgili
uhuvvet : kardeşlik
vâsi : geniş
vücud-u        mânevî : mânevî varlık

       ziyade : fazla, çok
zulmet :        karanlık

      


    --


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst