Konuya cevap cer

TARİHÇE-İ HAYAT DERSLERİ 12.4.BEDİÜZZAMAN VE RİSALE-İ  NUR(DEVAMI)

 İslâmiyet düşmanlarının yaptıkları taarruz ve hilâf-ı hakikat menfî  propagandalarına mukabil üniversite Nur talebelerinin bir  açıklamasıdır.(Devamı)

 

       Nurlara olan taarruzların bir zararı        olsa, yirmi faidesi vardır. Elbette yirmi kazanca karşı bir zarar hiç        hükmündedir. Taarruzlar ancak ve ancak Nurun neşriyat ve fütuhatının        genişlemesine, inkişafına sebeptir ve millet-i İslâmiye nazarında itimat        ve emniyet kazanmasına medardır. Risale-i Nur’un Anadolu genişliğinde ve        âlem-i İslâm vüs’atında ve Avrupa ve Amerika çapındaki maddî ve mânevî        tesirat ve fütuhatına ve neşriyatına şahit olan İslâmiyet düşmanları yine        bazı taarruzlar yapmışlar. Aldığımız haberlere göre, bu taarruzlardan        sonra, hususan şark vilâyetlerinde, eskisine nazaran Nurun fütuhatı on gün        içinde on misli fazlalaşmış. Hem böylelikle halkın nazar-ı dikkati        Risale-i Nur’a ve Üstadımıza çevrilmiş, uyuyanlar uyanmış, tembeller        harekete gelmiş, ihtiyatsızlar ihtiyata muvaffak olmuşlardır. Bu acı        taarruzlar gelip geçici olmakla beraber, sırf bir korku ve evham yaymak        kastıyla yapılan vesileler ve desiseli manevralardır. Ahmak din düşmanları        güya Nur talebelerini korkutmak sevdasıyla resmî kimseleri aldatıp tahrik        ve âlet etmeye çalışıyorlar. Acaba o gafiller bilmiyorlar mı ki, bizler        Nur’un talebeleriyiz? Dinsizlerin, masonların, komünistlerin mâhiyeti        gayet derecede zayıftır. Zahiren kuvvetli gibi görünmeleri, serseri bir        çocuğun bir haneyi bir kibritle mahvetmesi gibi tahribatla iş        görmelerindendir. Evet, onlar son derece zayıftırlar; çünkü, bir serçe        kuşu kadar iktidarı olmayan kendi varlıklarına güvenirler. Hem son derece        zillet, meskenet ve aşağılık içindedirler; çünkü, insanlara kul-köle olup,        onlara mürailik, riyakârlık ve dalkavukluk ediyorlar. Ehl-i iman ise,        hususan tahkikî iman ile imanı inkişaf edenler, kavîdirler, muazzezdirler.        Onların herbiri bir abd-i aziz ve bir abd-i küllîdirler; çünkü onlar,        bir Kadîr-i Zülcelâle ve bir Hakîm-i Zülkemâle ve bir Hâlık-ı        Kâinat’a ve bir [SUP]1[/SUP]        رَبُّ        السَّمٰواَتِ        وَاْلاَرَضِ ’a ve bir [SUP]2[/SUP] وَهُوَ        عَلٰى        كُلِّ        شَىْءٍ        قَدِيرٌ ’e ibadet ederler, kulluk ederler... O’na intisap ederler,        hem istinat ederler.
 
 Bu gizli din düşmanları ve münafıklar        çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır.        Onları Risale-i Nur’dan ve Üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun        için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf        damarlarından veya sâfiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak        yolunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına        aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek        derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir; bu da onlarla        mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet        edersin. Bu da büyük eserdir” gibi birtakım kandırışlarla, sırf o Nur        talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla        ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit        bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet,        mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten        vazgeçirmeye gayret ediyorlar.
 
 Risale-i Nur, dikkatle okuyan        kimseye öyle bir fikrî, ruhî, kalbî intibah ve uyanıklık veriyor ki, bütün        böyle aldatmalar, bizi Risale-i Nur’a şiddetle sevk ve teşvik ve o dessas        münafıkların maksatlarının tam aksine olarak bir tesir ve bir netice hâsıl        ediyor. Fesübhanallah! Hattâ öyle Nur talebeleri meydana gelmektedir ki,        asıl halis niyet ve kudsî gayeden sonra, bir sebep olarak da, münafıkların        mezkûr plânlarının inadına, rağmına dünyayı terk edip kendini Risale-i        Nur’a vakfediyor ve Üstadımızın dediği gibi diyorlar: “Zaman, İslâmiyet        fedaisi olmak zamanıdır.”

       [SUP]3[/SUP]اَلْحَمْدُ        ِللهِ        هٰذَا        مِنْ        فَضْلِ        رَبِّى
      
       Bizim hizmet-i        imaniyeye nazaran cam parçaları hükmündeki siyasetle alâkamız yoktur.        Diyanet Riyaseti ehl-i vukuf raporunda, “Risale-i Nur kitaplarında        siyaseti alâkadar eden mevzular yoktur” demiştir. Hattâ o zaman, yine        Afyon Savcısı da iddianamesinde, “Bediüzzaman ve talebelerinin faaliyeti        siyasî değildir” diye hükmetmiştir. Evet, Risale-i Nur şakirtlerinin        meşgul olduğu vazife, en muazzam olan mesail-i dünyeviyeden daha büyüktür.        Siyasetle uğraşmaya vaktimiz yoktur. Yüz elimiz de olsa, ancak Nura kâfi        gelir. Amerika, İngiliz kadar servetimiz de olsa, yine imanı kurtarmak        dâvâsına hasredeceğiz. Hem birtakım siyasî işlerle veya bir takım bâtıl        cereyanlarla ve fikirlerle uğraşmaya zamanımız yoktur. Ömrümüz kısadır,        vaktimiz dardır. Üstadımızın dediği gibi, “Fena şeylerle meşguliyet fena        tesir eder, fena iz bırakır.” Hususan böyle bir asırda “Bâtılı iyice        tasvir etmek sâfi zihinleri idlâldir.” Evet, menfilikleri öğrenerek        mücadele edeceğim gibi saf bir niyetle başlayıp menfi şeylerle meşgul ola        ola dinî bağları ve dinî salâbet ve sadakati eski haline nazaran gevşemiş        olanlar olmuştur.
 
 Risale-i Nur, nuru yerleştirerek zulmeti izale        ediyor, yok ediyor. İyiyi öğreterek, fenayı fark ve tefrik ettiriyor ve        vazgeçiriyor. Hakikati ders vermekle bâtıldan kurtarıyor ve bâtıldan        mahfuz kılıyor.
 
 Hülâsa-i kelâm: Biz, ancak Nurlarla meşgulüz. Biz        mücevherat-ı Kur’âniye ile iştigal ediyoruz. Bizler, Kur’ân’ın kâinat        vüs’atindeki elmas gibi hakikatlerine çalışıyoruz. Bizler ancak bâkiye        hizmet ediyoruz. Bizler fâni şeylere emek sarf etmeyiz. Bizim Risale-i        Nur’la olan hizmet-i imaniyemiz, başka şeylerle iştigalimize ihtiyaç        bırakmıyor, herşeye kâfi geliyor…
 
Elhasıl: Üstadımız        Bediüzzaman’la ve Risale-i Nur’la mücadele eden insafsız gizli din        düşmanları, acz-i mutlakla ebede kadar mağlûbiyettedirler. Bediüzzaman ve        Risale-i Nur ise, ebediyen muzaffer ve muvaffaktır. Şahsı çürütmeye        çalışmakla Risale-i Nur çürütülemez. Zira, Risale-i Nur, bizatihî hüccet        ve burhandır. Onu ve onun müellifini çürütmeye çalışanlar, çürümeye mahkûm        olmuşlardır. Nümunesi, tarih muvacehesinde meydandadır. Ve hem de        çürüyeceklerdir. Risale-i Nur’daki yüksek hakikat, Risale-i Nur’u ebede        kadar payidar kılacaktır…

       [h=3]Dipnotlar        - Arapça İbareler - Haşiyeler :[/h]       [SUP]1[/SUP] : Göklerin ve yerin Rabbi, terbiye        edicisi. Zuhruf Sûresi, 43:82; Duhan Sûresi, 44:7.
[SUP]2[/SUP]        : Onun gücü herşeye yeter. Rum Sûresi, 30:50; Şûrâ Sûresi,        42:9.
[SUP]3[/SUP] : Allah’a hamd olsun ki, bu Rabbimin        bir ihsanıdır.

      
       Lügatler :        
       abd-i        aziz : izzetli kul, Allah’tan başka kimseye minnet duymayan        kul
abd-i küllî : bütün varlıkların ibadetlerini kendi şahsında        temsil eden kul

       acz-i        mutlak : sonsuz derecede âcizlik,        güçsüzlük
âlem-i İslâm : İslâm dünyası 

       bâki : devamlı ve kalıcı
bâtıl :        hak ve doğru olmayan, yalan, çirkin
bizatihî : bizzat,        kendisi
burhan : güçlü ve sarsılmaz delil,        kanıt
cereyan : akım, hareket
dalkavukluk : yağ        çekme, yaltaklanma
desise : hile, aldatma

       dessas : hileci, hilekâr, aldatıcı
       Diyanet        Riyaseti : Diyanet İşleri        Başkanlığı
ebed : sonu olmayan, sonsuzluk
ebediyen :        sonsuza dek
ehl-i iman : Allah’a ve Allah’tan gelen her        şeye inanan kimseler, mü’minler 

       ehl-i        vukuf : bilirkişi
elhasıl :        kısaca, özetle
emniyet : güven
evham :        kuruntular, şüpheler        

       fâni : geçici,        ölümlü
fedai : canını esirgemeyen, bir dava uğruna değerli        şeylerini vermeye hazır bulunan

       fena : geçici,        ölümlü
fesübhânallah : “Allah her türlü eksiklikten sonsuz        derecede yücedir” anlamında kullanıp hayret ve hayranlığı ifade eden        kelime
fikrî : düşünceye ait, düşünceyle        ilgili
fütuhat : fetihler, zaferler
gafil :        duyarsız, sorumsuz, umursamaz        

       hakikat : hak, doğru,        gerçek
Hakîm-i Zülkemâl : sonsuz mükemmellik sahibi olan ve her        şeyi hikmetle yaratan Allah
Hâlık-ı Kâinat : evreni ve bütün        varlıkları yaratan Allah
halis : katıksız, saf
hâsıl        etme : meydana getirme

       hasretme : ayırma, özgü kılma
hizmet-i        imaniye : iman hizmeti
hususan : bilhassa,        özellikle        

       hüccet : sağlam delil,        kanıt
hükmünde : konumunda 

       hülâsa-i        kelâm : sözün özü,        kısası
iddianame : iddia yazısı
idlâl : doğru yoldan        çıkarma, saptırma
ihtiyat : önlem alma, tedbirli hareket        etme
iktidar : güç, kudret
inkişaf : açığa çıkma,        gelişme        

       intibah : uyanma,        uyanıklık
intisap : bağlanma
istifade :        faydalanma
istinat : dayanma

       iştigal        etme : meşgul olma,        uğraşma
iştiyak : çok kuvvetli arzu ve        istek
itimat : güven        

       izale : giderme, kaldırma, yok        etme
kabil
 : mümkün,        olabilir
Kadîr-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan        ve kudreti her şeyi kuşatan Allah
kalbî : kalbe        ait
kast : amaç, gaye
kavî : güçlü,        kuvvetli  

       kudsî : yüce, kutsal,        mukaddes
mâhiyet : asıl yapı, temel nitelik ve        özellik
mahvetme : yok etme 

       maksat : gaye, amaç
malûmat :        bilgi
manevra : tatbikat, eğitim
medar :        dayanak, sebep, vesile
meskenet : miskinlik, fakirlik 

       mezkûr : anılan, sözü        geçen
millet-i İslâmiye : İslâm milleti;        Müslümanlar
misil : benzer, eş değer
muazzez : çok        aziz, çok değerli ve şerefli
muvaffak olma : başarılı        olma        

       mücadele : uğraşma, çabalama
münafık        : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
mürâilik :        gösteriş, ikiyüzlülük
nail olma : erişme
nazar : göz,        bakış
nazaran : bakarak, –göre
nazar-ı dikkat :        dikkate alma, dikkatle bakma
neşriyat : yayma, yayınlama 

       Nurlar : Risale-i Nur        Külliyatı
Rabbü’s-Semâvâti ve’l-Arz : gökleri ve yeri terbiye        edip tasarrufu ve egemenliği altında bulunduran Rab,        Allah
rağmına : zıddına, inadına
resmî :        devlete ait
riyakâr : gösterişçi
ruh u can : ruh ve        can; bütün içtenlik        

       ruhî : ruha ait, ruhla        ilgili
sadakat : bağlılık 

       sâfiyet : temizlik, arınmış        olma
sebat : kararlılık, sabit olma 

       suret : şekil, biçim,        görünüş
Şark : Doğu
taarruz : saldırı,        hücum
tahkikî iman : araştırarak ve kesin delillere dayanarak        elde edilen iman
tahribat : tahripler, yıkıp        bozmalar
tahrik : harekete geçirme, kışkırtma
tesirat        : tesirler, etkiler        

       teşvik : şevklendirme,        cesaretlendirme
vakfetme : bağışlama, kendini        adama
vilâyet : il
vüs’at :        genişlik
zahiren : görünürde
zillet : alçaklık,        aşağılık

       zulmet :    karanlık


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst