Tevhid; vahdet kökünden, birleştirme, bir kılma, bir sayma, Allah’ı birleme, “La ilahe illallah” hakikatine inanma ve bu yüce hakikati sürekli tekrarlayıp durma manalarına gelir. Sofiye ıstılahında tevhide, bu mânâların yanında; yalnız Bir’i görme, Bir’i bilme, Bir’i söyleme, Bir’i isteme, Bir’i çağırma, Bir’i talep etme ve O’ndan başkasıyla olan münasebetlerini de hep O’na bağlama, her şeye O’ndan ötürü alaka duyma anlamları da yüklenmiştir.
Tevhid; mebde’de, Allah’ın zâtını, كلّما جطر ببالك فالله تعالى غير ذلك 1 fehvasınca, aklen tasavvur edilebilecek her şeyden tecrid; müntehada da, zevk u halin vüs’at ve derinliği ölçüsünde mâsivâyı (Allah’tan başka her şey) kalben bütün bütün unutup O’na tahsis-i nazar etmektir. Bu manada tevhid, İslam’ın hem esası hem de meyvesidir. Bu çerçevede mebde’ ve münteha mülahazasıyla bir tevhid telakkisi, sofiyece sık sık üzerinde durulagelmiştir. Sofiyenin dışındakiler ise, ona biraz daha farklı anlamlar yüklerler. Bunlara göre kısaca tevhid; Cenab-ı Hakkı rubûbiyetiyle tastamam bilip, ulûhiyetine karşı da ubûdiyetle mukabelede bulunma ve mes‘uliyet şuuruyla hareket etmedir ki, bir taraftan O’nun biricik tasarruf sahibi olduğunu, kayıt, fiili ve hâlî ikrarla beraber, O’nu benzer, zıt, nidd ve nazirden tenzih etmek; diğer taraftan da, böyle bir Mabud-u Mutlak ve Maksüd-u bi’l-istihkaka karşı ta’zim, tebcil, takdis manalarını havi ubûdiyet-i kâmilede bulunma demektir. Bu mülâhazaların bütününü şu şekilde hulâsa etmek de mümkündür: Tevhid; hem bir tevhid-i ilmi ve imani, hem bir tevhid-i keşfi ve zevki hem de Hakkın kendi has kullarına hususi mevhibesi olan tehvid-i zatidir.
1. Tevhid-i imani ve tevhid-i ilmi, şuhûd ve istidlal ile elde edilen tevhiddir ki, bu mazhariyeti paylaşanların, şirkten ve şaibe-i şirkten uzaklaşarak ömürlerini hep vahdaniyet-i ilâhiyi düşünme, O’nu yad etme ve gönlünün derinliklerinde O’nu duyması şeklinde tecelli eder.
2. Keşfi ve zevki tevhid, şuhûd ve istidlal yoluyla elde edilen marifeti, daha sonra da vicdani bir keşif ve zevkle duyup hissetme; yaşayıp kalble seslendirme demektir.
3. Tevhid-i zati, Hazreti Vahid u Ehad’in, kendinin kendine olan şehadetini tazammun eden öyle derin bir tevhiddir ki, O, kime duyurmuşsa o duyar; kime hissettirmişse o hisseder; duyup hissedenlerin de ya dilleri tutulur ya da O’nun müsaadesi ölçüsünde çevrelerine ifade ve ifâza edebilirler. Bu mertebedeki tevhidi duyan bir salikin nazarında bütün delil ve işaretler renk atar; eşya min vechin serâb olur; bütün varlık itibarîliğe bürünür ve edeb insana artık “sus” der; sus der, zira bu makam sükût makamıdır ve bu tevhid de tevhid-i sükûtîdir.
Bu mülâhaza çerçevesinde Mevlana tevhid hislerini şöyle seslendirir:
”Ey birader, kîl u kal erbabından elini çek ki, Cenab-ı Hakk sende ilm-i ledün izhar eylesin.. söz gelip buraya dayanınca, dudak “pes” edip kapandı.. kalem bu noktaya ulaşınca o da kırıldı. Burası, fesahat yapıp dil dökecek makam değildir; (gel) dem vurmadan vazgeç; doğruyu en iyi Allah bilir:”
İlm-i ledünnün, marifet-i ledünne inkılâp etmesi; vicdanın hususi bir iltifatla donanması, cezbin de incizabın rengine boyanması demek olan bu hal veya bu makam damlanın deryalaştığı, zerrenin kâinatlaştığı, hiçlerin vücud payesiyle şereflendirildiği mir’âtiyet makamıdır. Ziya Paşa Harâbât mukaddimesinde derin bir şiir zevkiyle bu hali şöyle resmeder:
“Ey varlığı, varı var eden Var!
Yok yok, Sana yok demek ne düşvar.!”
Damlaya derya olma yolunu açan, zerreyi güneş haline getiren, yoka var olma payesini kazandıran, ibtidâ ile intihayı cami ve herkese açık objektif bu tevhidin üstadları peygamberlerdir. Onlar, söz ve mesajlarına tevhidle başlar, duracakları yerde de sükûtî tevhid mülahazasıyla sükût ederler. Aynı zamanda, hak yolcularının Allah’a açılma sürecinde ilk rıhtım, ilk liman ve ilk rampaları da yine bu ibtidâ ile intihânın birleşik noktası sayılan objektif tevhid mülahazasıdır. İlk mürselden Son Nebi ve Mürsel’e kadar, vazife ve sorumluluğu “yakaza” şehrahında götüren bütün hak elçilerinin birinci mesajları, “Allah’a ubûdiyette bulunun ki, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur” sözleriyle ifade edilen imanın rükn-ü a’zamı olmuş; daha sonra da bunun vuzûh ve inkişafıyla alakalı diğer emirler...
Böyle bir tevhid telakkisi, İslam’a girişin kapısı, onu, ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn, hakka’l-yakîn mertebesinde duyup zevk etmenin kaynağı, Hakk’ın kendini, kendi bildiği gibi -istidatlara göre- bildirmesinin de ilk çağrısıdır. Böyle bir tevhid anlayışıyla İslam’a girilir; fıtratları yol almaya müsait olanlar onunla yol alır; onunla nazar ve istidlali araştırmalarına gerçek derinliğini kazandırır; onunla izafi hakikatlerin perde arkasına muttali olur ve onunla kadim ve hadis farkının içyüzünü görür; Yaratan ve yaratılan arasındaki en büyük münasebet olan Hâlık-mahlûk münasebetini kavrar, abd ve Mâbud alakasını anlar.. hatta yine onunla, Rabb’in yaratıklarına karşı mukaddes, münezzeh mübayenetini, O’nun sıfatlarının kemal, külliyet ve asliyetini; kendi sıfatlarının da eksiklik, cüz’iyet, zılliyet ve izâfîliğini idrak eder; eder ve bütün mülahazalarını enbiyâ-yı izamın telakki çerçevesine oturtur. Bu üstadların tarif ettiği çerçevede, tevhid adına tenzih ederken ta’tilden2, Hakk’a yakınlığı seslendirirken hulûl ve ittihattan3 , kendini O’nun tecellilerini temaşaya salarken temsilden4, sıfatlarını yorumlarken de teşbih5 ve tecsim6 hatasına düşmekten kurtulur ve günde -laakal- kırk defa tekrar ettiği sırat-ı müstakim erbabından olma liyakatini ortaya koymuş olur.. ve yine bu manadaki tevhidle hak yolcusu, kaza ve kaderin biricik gerçek kaynağını kavrar, Mu’tezile ve Cebriye’nin felsefe kaynaklı inhiraflarında ömrünü tüketmez; O’na yönelir.. O’na kullukta bulunur.. O’nu sever.. O’na karşı her hükmüne derin bir saygı duyar.. her şeyi O’ndan bilir -iradesindeki tercih hakkı mahfuz- her şeyi O’ndan bekler.. her zaman O’na itimat eder., dünya ve ahiret mutluluğunu da O’ndan diler ve dilenir.
DipNotlar
1 “Allah senin aklına gelen her şeyin verâsındadır.”
2 Ta’til:Allah’ın sıfatlarını kabul etmemek(Hâşâ)pasif bir uluhiyet anlayışı
3 Hulûl ve itihat:Cenâb-ı Hakk’ın (hâşâ)bir cisim veya şahsın içine girdiğine,onunla bütünleştiğine ve bir arada bulunduklarına itikat etmek
4 Temsil: Cenâb-ı Hakk’ı mahlûkâta benzeterek mahiyetleri itibarıyla birbirinin benzeri olduğunu iddia etmek.
5 Teşbih:Cenâb-ı Hakk’ı mahlûkâta benzetmek.
6 Tecsim:Allah’ın (Hâşâ)cisim olduğu ve bir mekanda bulunduğu iddiası.
M.Fethullah GÜLEN
Tevhid; mebde’de, Allah’ın zâtını, كلّما جطر ببالك فالله تعالى غير ذلك 1 fehvasınca, aklen tasavvur edilebilecek her şeyden tecrid; müntehada da, zevk u halin vüs’at ve derinliği ölçüsünde mâsivâyı (Allah’tan başka her şey) kalben bütün bütün unutup O’na tahsis-i nazar etmektir. Bu manada tevhid, İslam’ın hem esası hem de meyvesidir. Bu çerçevede mebde’ ve münteha mülahazasıyla bir tevhid telakkisi, sofiyece sık sık üzerinde durulagelmiştir. Sofiyenin dışındakiler ise, ona biraz daha farklı anlamlar yüklerler. Bunlara göre kısaca tevhid; Cenab-ı Hakkı rubûbiyetiyle tastamam bilip, ulûhiyetine karşı da ubûdiyetle mukabelede bulunma ve mes‘uliyet şuuruyla hareket etmedir ki, bir taraftan O’nun biricik tasarruf sahibi olduğunu, kayıt, fiili ve hâlî ikrarla beraber, O’nu benzer, zıt, nidd ve nazirden tenzih etmek; diğer taraftan da, böyle bir Mabud-u Mutlak ve Maksüd-u bi’l-istihkaka karşı ta’zim, tebcil, takdis manalarını havi ubûdiyet-i kâmilede bulunma demektir. Bu mülâhazaların bütününü şu şekilde hulâsa etmek de mümkündür: Tevhid; hem bir tevhid-i ilmi ve imani, hem bir tevhid-i keşfi ve zevki hem de Hakkın kendi has kullarına hususi mevhibesi olan tehvid-i zatidir.
1. Tevhid-i imani ve tevhid-i ilmi, şuhûd ve istidlal ile elde edilen tevhiddir ki, bu mazhariyeti paylaşanların, şirkten ve şaibe-i şirkten uzaklaşarak ömürlerini hep vahdaniyet-i ilâhiyi düşünme, O’nu yad etme ve gönlünün derinliklerinde O’nu duyması şeklinde tecelli eder.
2. Keşfi ve zevki tevhid, şuhûd ve istidlal yoluyla elde edilen marifeti, daha sonra da vicdani bir keşif ve zevkle duyup hissetme; yaşayıp kalble seslendirme demektir.
3. Tevhid-i zati, Hazreti Vahid u Ehad’in, kendinin kendine olan şehadetini tazammun eden öyle derin bir tevhiddir ki, O, kime duyurmuşsa o duyar; kime hissettirmişse o hisseder; duyup hissedenlerin de ya dilleri tutulur ya da O’nun müsaadesi ölçüsünde çevrelerine ifade ve ifâza edebilirler. Bu mertebedeki tevhidi duyan bir salikin nazarında bütün delil ve işaretler renk atar; eşya min vechin serâb olur; bütün varlık itibarîliğe bürünür ve edeb insana artık “sus” der; sus der, zira bu makam sükût makamıdır ve bu tevhid de tevhid-i sükûtîdir.
Bu mülâhaza çerçevesinde Mevlana tevhid hislerini şöyle seslendirir:
”Ey birader, kîl u kal erbabından elini çek ki, Cenab-ı Hakk sende ilm-i ledün izhar eylesin.. söz gelip buraya dayanınca, dudak “pes” edip kapandı.. kalem bu noktaya ulaşınca o da kırıldı. Burası, fesahat yapıp dil dökecek makam değildir; (gel) dem vurmadan vazgeç; doğruyu en iyi Allah bilir:”
İlm-i ledünnün, marifet-i ledünne inkılâp etmesi; vicdanın hususi bir iltifatla donanması, cezbin de incizabın rengine boyanması demek olan bu hal veya bu makam damlanın deryalaştığı, zerrenin kâinatlaştığı, hiçlerin vücud payesiyle şereflendirildiği mir’âtiyet makamıdır. Ziya Paşa Harâbât mukaddimesinde derin bir şiir zevkiyle bu hali şöyle resmeder:
“Ey varlığı, varı var eden Var!
Yok yok, Sana yok demek ne düşvar.!”
Damlaya derya olma yolunu açan, zerreyi güneş haline getiren, yoka var olma payesini kazandıran, ibtidâ ile intihayı cami ve herkese açık objektif bu tevhidin üstadları peygamberlerdir. Onlar, söz ve mesajlarına tevhidle başlar, duracakları yerde de sükûtî tevhid mülahazasıyla sükût ederler. Aynı zamanda, hak yolcularının Allah’a açılma sürecinde ilk rıhtım, ilk liman ve ilk rampaları da yine bu ibtidâ ile intihânın birleşik noktası sayılan objektif tevhid mülahazasıdır. İlk mürselden Son Nebi ve Mürsel’e kadar, vazife ve sorumluluğu “yakaza” şehrahında götüren bütün hak elçilerinin birinci mesajları, “Allah’a ubûdiyette bulunun ki, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur” sözleriyle ifade edilen imanın rükn-ü a’zamı olmuş; daha sonra da bunun vuzûh ve inkişafıyla alakalı diğer emirler...
Böyle bir tevhid telakkisi, İslam’a girişin kapısı, onu, ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn, hakka’l-yakîn mertebesinde duyup zevk etmenin kaynağı, Hakk’ın kendini, kendi bildiği gibi -istidatlara göre- bildirmesinin de ilk çağrısıdır. Böyle bir tevhid anlayışıyla İslam’a girilir; fıtratları yol almaya müsait olanlar onunla yol alır; onunla nazar ve istidlali araştırmalarına gerçek derinliğini kazandırır; onunla izafi hakikatlerin perde arkasına muttali olur ve onunla kadim ve hadis farkının içyüzünü görür; Yaratan ve yaratılan arasındaki en büyük münasebet olan Hâlık-mahlûk münasebetini kavrar, abd ve Mâbud alakasını anlar.. hatta yine onunla, Rabb’in yaratıklarına karşı mukaddes, münezzeh mübayenetini, O’nun sıfatlarının kemal, külliyet ve asliyetini; kendi sıfatlarının da eksiklik, cüz’iyet, zılliyet ve izâfîliğini idrak eder; eder ve bütün mülahazalarını enbiyâ-yı izamın telakki çerçevesine oturtur. Bu üstadların tarif ettiği çerçevede, tevhid adına tenzih ederken ta’tilden2, Hakk’a yakınlığı seslendirirken hulûl ve ittihattan3 , kendini O’nun tecellilerini temaşaya salarken temsilden4, sıfatlarını yorumlarken de teşbih5 ve tecsim6 hatasına düşmekten kurtulur ve günde -laakal- kırk defa tekrar ettiği sırat-ı müstakim erbabından olma liyakatini ortaya koymuş olur.. ve yine bu manadaki tevhidle hak yolcusu, kaza ve kaderin biricik gerçek kaynağını kavrar, Mu’tezile ve Cebriye’nin felsefe kaynaklı inhiraflarında ömrünü tüketmez; O’na yönelir.. O’na kullukta bulunur.. O’nu sever.. O’na karşı her hükmüne derin bir saygı duyar.. her şeyi O’ndan bilir -iradesindeki tercih hakkı mahfuz- her şeyi O’ndan bekler.. her zaman O’na itimat eder., dünya ve ahiret mutluluğunu da O’ndan diler ve dilenir.
DipNotlar
1 “Allah senin aklına gelen her şeyin verâsındadır.”
2 Ta’til:Allah’ın sıfatlarını kabul etmemek(Hâşâ)pasif bir uluhiyet anlayışı
3 Hulûl ve itihat:Cenâb-ı Hakk’ın (hâşâ)bir cisim veya şahsın içine girdiğine,onunla bütünleştiğine ve bir arada bulunduklarına itikat etmek
4 Temsil: Cenâb-ı Hakk’ı mahlûkâta benzeterek mahiyetleri itibarıyla birbirinin benzeri olduğunu iddia etmek.
5 Teşbih:Cenâb-ı Hakk’ı mahlûkâta benzetmek.
6 Tecsim:Allah’ın (Hâşâ)cisim olduğu ve bir mekanda bulunduğu iddiası.
M.Fethullah GÜLEN