AYŞE ÇOŞKUNER
Artık bir televizyon toplumuyuz.
Televizyon izlemede ikinciliğimiz bile var.
En hakiki din yorumlarından, nasıl kilo vereceğimize kadar her konuda kılavuzumuz renkli cam. Bu arada aile yapımızda yaşadığımız derin kırılmadan beslenen mebzul miktarda “kadın programı” da günün her saati boy göstermekte. Bu programlar sorun mu çözer sorun mu üretir, düşünmemiz gerekiyor.
Çağdaş, modern, ilerici, gerici, çalışan, çalışmayan, evli, bekar, dul, yaşlı, genç, dindar, dindar olmayan, köylü, şehirli, okumuş, okumamış... Hangi pencereden bakarsanız bakın, “kadınlar” bir sorun yumağı. Kimilerine göre de sorunların ana kaynağı...
Kadının toplum için, toplumun en temel kurumu olan aile için önemi dikkate alındığında, kadın sorunları, göle atılan bir taşın oluşturduğu halelerin tüm gölü kaplaması gibi, toplumsal soruna sebebiyet verir.
Kadınlar, doğuştan “problemli” olarak dünyaya gelmezler. Kendi kendine sorun üreten mazoşist (kendine eziyet etmekten hoşlanan) yaratıklar da değildir. “Kadınları erkekler dert küpü haline getirdi!” gibi basit, içi boş bir genelleme yapmak da hiç zekice değil.
Kadın sorunu başkalarının sorunu mu?
“Kadın sorunu da ne demek? Müslüman ailede sorun olmaz! Bu da ne demek oluyor?” diye düşünenler olabilir. Fakat gerçekçi olmak lazım. Kafamızı kuma gömmeye, gözlerimizi kapatmaya gerek yok. Gerçekle yüzleşmemek için körebe oynamak, bizi ve elbette toplumu içinden çıkılmaz sorunlar yumağına gömebilir.
Şunu görmek gerekir ki “dindar aile”ler de en yalın haliyle “komşuda pişer bize de düşer” misali toplumdaki kadın sorunlarından fazlasıyla etkilenmektedir. Şayet bir sorunu yok saymak veya hafifsemek çözüm olsaydı, televizyonun çocukları kötü etkilediğini düşünüp, evlerinden televizyonu kaldıran ailelerin çocukları çok farklı olurdu. Ama iş o kadar basit değil.
Konuya ilişkin kitaplar yazılıyor: Mutlu olmanın, mutlu edilmenin, mutlu etmenin, sevgiyi arttırmanın, evliliği sürdürmenin mucizevi yolları!.. Denize düşen yılana sarılıyor, bu tür kitaplar çok satıyor, kısa zamanda onlarca kez basılıyor.
Kitapçılar çarşısında yaşlıca bir teyzeye rastladım. Mushaf almak için oradaydı. Kitapları gözden geçirirken, evlilikte muhabbet ve güzel geçinmeyi konu alan yakın zamanlarda yazılmış bir kitap satın aldı. Ayak üstü muhabbet ederken dedi ki:
- Ben kendim için almadım kızım. Biz geçindik, olduk, kitabı kızım için aldım. Ne zaman evine varsam o kadar dert yanıyor ki, eve döndüğümde tansiyonum yükseliyor, hasta oluyorum.
Kocamıza aşık olmak, onu kendimize aşık etmek, mutlu bir yuvada gül gibi geçinip gitmek kitaplardan ne derece öğrenilebilir? Acaba gerçekten pek çok ailenin asıl sorunu kadınların kocalarını az sevmelerinden mi kaynaklanıyor? Annelerimiz, büyük annelerimiz eşleriyle uyum içinde geçinip gitmeyi kitaplardan, kurslardan mı öğrendiler? (Kurs lafını yadırgamayın, pek yakında Batı'da olduğu gibi bizde de “mutlu hayat kursları” açılacaktır. İyi para kazanırlar mı, ne dersiniz?)
Bu soruları cevaplamada yardımcı olabilecek birkaç anahtar kelimeyi biz hatırlatalım: İtaat, rıza, şefkat, güleryüz, sabır, diğergâmlık, metanet, tevekkül, şükür...
Çözümü ekranda aramak
Son bir-iki yıldır, hemen hemen tüm televizyon kanallarında her gün saatler süren kadın programları yapılmakta. İzlenme oranları hayli fazla olan bu programlar, ihtiyaç sahiplerinin isteklerini bir de ekranda dile getirmenin, üç-beş kuruş maddi yardım sağlamanın, eş arayanlara aracılık yapmanın haricinde sahici bir netice vermiyor. Hele aile içi sorunlara çözüm getirmekten, bu konuda işe yarar şeyler sunmaktan fersah fersah uzak. Çünkü televizyon programlarının esas gayesi çözüm üretmek değil, ne yapıp edip kendini izlettirmektir. Üstelik “delinin aklına taş getirir” cinsten örnekler ve yaklaşımlarla izleyenleri vesveseye, karamsarlığa hatta bunalıma sürükleyici bir etki yapmaktadır.
Buna rağmen hanımların bu tür programlara büyük ilgi duymalarının sebebi ne olabilir? Benzer sorunlara sahip olmak mı? Paylaşmak istemek mi? Kendi acılarını kaygılarını başkalarının şahsında yaşamak mı? Ekran karşısında yalnızlığını gidermek mi? Yardımcı olmak mı? Beterin beteri olduğunu görerek haline şükretmek mi? Yoksa dedikodu ihtiyacını karşılamak mı?.. Hepsi veya hiçbiri...
Hastaneye gidenin oradaki hasta çokluğuna bakarak dışarıda sağlam insan kalmamış hissine kapıldığı gibi, insan bu programları seyrederken şu toplumda sanki doğru dürüst bir hane kalmamış gibi bir zanna kapılıyor.
Aslında dürüst davranıp, bu programlara başka isimler verilmeli. Çünkü burada kadının, kadınların kendi çelişkilerinin, hemcinslerinin yaptıklarının birer iç hesaplaşması yer almakta. Mesela, “Kadınlar Kadınlara Karşı”, “Kadın Savaşları”, “Kocayı Öldür Kadını Güldür” gibi...
Ya sunucuların ve canlı yayın konuklarının yorumlarına, akıldaneliklerine, vatan kurtaran aslan edasıyla yaptıkları önerilere ne demeli? “Ay inanamıyorum, sen böyle bir erkeğe nasıl tahammül ediyorsun?” derken, o aşağılayıcı ses tonu!.. Sorudaki gizli mana!.. Akıl verirken kendini övenler ve daha neler neler. Fuhşun masum bir ekmek kapısı olarak örneklendirildiği, aile içi mahremiyetin edepsizce ifşa edildiği, insanların birbirine çamur atmakta yarıştığı programlar büyük bir sosyal hizmetmiş gibi lanse ediliyor. Böyle bir programa kapağı atabilmek, artık kadınlar için en kestirme kurtuluş yolu! Televizyona çıkıp, kocasını ve yedi sülalesini milyonlarca insana gammazlamak yeni bir tehdit yolu, yeni bir yaptırım gücü. Ee, o kadar arz-ı endam edip meşhur olunca, bir “kapı” nın da açılması umulur elbet!
‘Ucuz' TV programlarına ilham veren ‘pahalı' gerçek
İşin televizyon dünyası tarafı bir yana, hep övünüp durduğumuz o meşhur “Türk aile yapısı” ciddi bir sarsıntı yaşamakta. Boşanma oranı her yıl katlanarak artıyor. Bu gidişle, yakın zamanda bu memleket bir dullar ülkesi, bir yetimler yurdu haline gelecek. Tıpkı Avrupa'da, Amerika'da olduğu gibi. Batılılaşıyoruz ne de olsa!..
Yürekten katıldığınıza inandığımız bu eleştiriler bir yana, toplum olarak üç önemli gerçekle yüz yüzeyiz:
Birincisi, sorunların kaynakları farklılaşmakla birlikte, toplumun her kesiminde ailenin yıkılma tehdidi veya kırılma noktasında bulunuyor.
İkincisi, kapitalist zihniyetin insanların en temel değerlere dahi sirayet ederek ciddi ahlâkî sapmalara yol açmasıdır. Kişilerin ifadeleri ile davranışları arasındaki tutarsızlık her geçen gün daha da artıyor. Mesela dindarlığı herkesçe görülen bir hanımın çocuklarına veya kocasına tahammülsüzlüğü, dedikoduculuğu; merhamet edebiyatını dilinden düşürmeyen erkeğin evinde zulümkârlığı veya evine bağlı gözükmekle birlikte arada sırada çapkınlığı “normal” bulması gibi...
Üçüncüsü ise, aile çatısının genç ve çocukları barındıracak sıcaklıktan süratle uzaklaşıyor olmasıdır. Buna birçok dindar aile de dahildir. Neredeyse hemen her programda evden kaçan evladını aramakta olan gözü yaşlı ana-babalara yer verilmektedir.
Kısaca resmi veya gayrı resmi olarak aileler dağılmaktadır. Gençler evlerini terketmektedirler. Bunun dış cazibeleri olsa da, asıl sebep içerideki itici koşullardır.
Kılavuzu televizyon olanın...
Yine televizyona, oradan toplumun zihnine boca edilen gizli ya da açık mesajlara dönersek, sadık televizyon izleyicisi hanımların farkında olarak ya da olmayarak maruz kaldığı propaganda şöyle özetlenebilir:
- Erkekler güvenilmezdir, fırsatını bulur bulmaz ihanet eder.
- Kendiniz en önemli, en kıymetlisiniz. Bunu farkedin ve ona göre davranın. Yani çoluk-çocuk diyerek kendinizi fazla üzmeyin, nasıl olsa onlara bakan birileri bulunur, en azından devlet bakar, siz kendi hayatınıza bakın.
- Eşlerinizin ana-babası, sülalesi önemli değildir, evlenince geçinebilmek için onlarla irtibatı en aza indirin.
- Güzel beraberlikler, birliktelikler nikahsız da sürdürülebilir.
- Her evlilik nihayetinde yıkılmaya mahkumdur.
- Mal-mülk işlerini baştan sıkı tutun, kendinizi garantiye alın.
- Siz çok akıllısınız. İsterseniz kendi başınızın çaresine bakabilir, her sorununuzu kendiniz çözebilirsiniz. Aptallık etmeyin!
Evet; sunulan örneklerden, ekranlarda yapılan tartışmalardan bu sonuçlar çıkıyor. Artık kadın sorunları programları, kadınlara ne kadar yararlı, siz karar verin.
Kaynak: Semerkand dergisi
Artık bir televizyon toplumuyuz.
Televizyon izlemede ikinciliğimiz bile var.
En hakiki din yorumlarından, nasıl kilo vereceğimize kadar her konuda kılavuzumuz renkli cam. Bu arada aile yapımızda yaşadığımız derin kırılmadan beslenen mebzul miktarda “kadın programı” da günün her saati boy göstermekte. Bu programlar sorun mu çözer sorun mu üretir, düşünmemiz gerekiyor.
Çağdaş, modern, ilerici, gerici, çalışan, çalışmayan, evli, bekar, dul, yaşlı, genç, dindar, dindar olmayan, köylü, şehirli, okumuş, okumamış... Hangi pencereden bakarsanız bakın, “kadınlar” bir sorun yumağı. Kimilerine göre de sorunların ana kaynağı...
Kadının toplum için, toplumun en temel kurumu olan aile için önemi dikkate alındığında, kadın sorunları, göle atılan bir taşın oluşturduğu halelerin tüm gölü kaplaması gibi, toplumsal soruna sebebiyet verir.
Kadınlar, doğuştan “problemli” olarak dünyaya gelmezler. Kendi kendine sorun üreten mazoşist (kendine eziyet etmekten hoşlanan) yaratıklar da değildir. “Kadınları erkekler dert küpü haline getirdi!” gibi basit, içi boş bir genelleme yapmak da hiç zekice değil.
Kadın sorunu başkalarının sorunu mu?
“Kadın sorunu da ne demek? Müslüman ailede sorun olmaz! Bu da ne demek oluyor?” diye düşünenler olabilir. Fakat gerçekçi olmak lazım. Kafamızı kuma gömmeye, gözlerimizi kapatmaya gerek yok. Gerçekle yüzleşmemek için körebe oynamak, bizi ve elbette toplumu içinden çıkılmaz sorunlar yumağına gömebilir.
Şunu görmek gerekir ki “dindar aile”ler de en yalın haliyle “komşuda pişer bize de düşer” misali toplumdaki kadın sorunlarından fazlasıyla etkilenmektedir. Şayet bir sorunu yok saymak veya hafifsemek çözüm olsaydı, televizyonun çocukları kötü etkilediğini düşünüp, evlerinden televizyonu kaldıran ailelerin çocukları çok farklı olurdu. Ama iş o kadar basit değil.
Konuya ilişkin kitaplar yazılıyor: Mutlu olmanın, mutlu edilmenin, mutlu etmenin, sevgiyi arttırmanın, evliliği sürdürmenin mucizevi yolları!.. Denize düşen yılana sarılıyor, bu tür kitaplar çok satıyor, kısa zamanda onlarca kez basılıyor.
Kitapçılar çarşısında yaşlıca bir teyzeye rastladım. Mushaf almak için oradaydı. Kitapları gözden geçirirken, evlilikte muhabbet ve güzel geçinmeyi konu alan yakın zamanlarda yazılmış bir kitap satın aldı. Ayak üstü muhabbet ederken dedi ki:
- Ben kendim için almadım kızım. Biz geçindik, olduk, kitabı kızım için aldım. Ne zaman evine varsam o kadar dert yanıyor ki, eve döndüğümde tansiyonum yükseliyor, hasta oluyorum.
Kocamıza aşık olmak, onu kendimize aşık etmek, mutlu bir yuvada gül gibi geçinip gitmek kitaplardan ne derece öğrenilebilir? Acaba gerçekten pek çok ailenin asıl sorunu kadınların kocalarını az sevmelerinden mi kaynaklanıyor? Annelerimiz, büyük annelerimiz eşleriyle uyum içinde geçinip gitmeyi kitaplardan, kurslardan mı öğrendiler? (Kurs lafını yadırgamayın, pek yakında Batı'da olduğu gibi bizde de “mutlu hayat kursları” açılacaktır. İyi para kazanırlar mı, ne dersiniz?)
Bu soruları cevaplamada yardımcı olabilecek birkaç anahtar kelimeyi biz hatırlatalım: İtaat, rıza, şefkat, güleryüz, sabır, diğergâmlık, metanet, tevekkül, şükür...
Çözümü ekranda aramak
Son bir-iki yıldır, hemen hemen tüm televizyon kanallarında her gün saatler süren kadın programları yapılmakta. İzlenme oranları hayli fazla olan bu programlar, ihtiyaç sahiplerinin isteklerini bir de ekranda dile getirmenin, üç-beş kuruş maddi yardım sağlamanın, eş arayanlara aracılık yapmanın haricinde sahici bir netice vermiyor. Hele aile içi sorunlara çözüm getirmekten, bu konuda işe yarar şeyler sunmaktan fersah fersah uzak. Çünkü televizyon programlarının esas gayesi çözüm üretmek değil, ne yapıp edip kendini izlettirmektir. Üstelik “delinin aklına taş getirir” cinsten örnekler ve yaklaşımlarla izleyenleri vesveseye, karamsarlığa hatta bunalıma sürükleyici bir etki yapmaktadır.
Buna rağmen hanımların bu tür programlara büyük ilgi duymalarının sebebi ne olabilir? Benzer sorunlara sahip olmak mı? Paylaşmak istemek mi? Kendi acılarını kaygılarını başkalarının şahsında yaşamak mı? Ekran karşısında yalnızlığını gidermek mi? Yardımcı olmak mı? Beterin beteri olduğunu görerek haline şükretmek mi? Yoksa dedikodu ihtiyacını karşılamak mı?.. Hepsi veya hiçbiri...
Hastaneye gidenin oradaki hasta çokluğuna bakarak dışarıda sağlam insan kalmamış hissine kapıldığı gibi, insan bu programları seyrederken şu toplumda sanki doğru dürüst bir hane kalmamış gibi bir zanna kapılıyor.
Aslında dürüst davranıp, bu programlara başka isimler verilmeli. Çünkü burada kadının, kadınların kendi çelişkilerinin, hemcinslerinin yaptıklarının birer iç hesaplaşması yer almakta. Mesela, “Kadınlar Kadınlara Karşı”, “Kadın Savaşları”, “Kocayı Öldür Kadını Güldür” gibi...
Ya sunucuların ve canlı yayın konuklarının yorumlarına, akıldaneliklerine, vatan kurtaran aslan edasıyla yaptıkları önerilere ne demeli? “Ay inanamıyorum, sen böyle bir erkeğe nasıl tahammül ediyorsun?” derken, o aşağılayıcı ses tonu!.. Sorudaki gizli mana!.. Akıl verirken kendini övenler ve daha neler neler. Fuhşun masum bir ekmek kapısı olarak örneklendirildiği, aile içi mahremiyetin edepsizce ifşa edildiği, insanların birbirine çamur atmakta yarıştığı programlar büyük bir sosyal hizmetmiş gibi lanse ediliyor. Böyle bir programa kapağı atabilmek, artık kadınlar için en kestirme kurtuluş yolu! Televizyona çıkıp, kocasını ve yedi sülalesini milyonlarca insana gammazlamak yeni bir tehdit yolu, yeni bir yaptırım gücü. Ee, o kadar arz-ı endam edip meşhur olunca, bir “kapı” nın da açılması umulur elbet!
‘Ucuz' TV programlarına ilham veren ‘pahalı' gerçek
İşin televizyon dünyası tarafı bir yana, hep övünüp durduğumuz o meşhur “Türk aile yapısı” ciddi bir sarsıntı yaşamakta. Boşanma oranı her yıl katlanarak artıyor. Bu gidişle, yakın zamanda bu memleket bir dullar ülkesi, bir yetimler yurdu haline gelecek. Tıpkı Avrupa'da, Amerika'da olduğu gibi. Batılılaşıyoruz ne de olsa!..
Yürekten katıldığınıza inandığımız bu eleştiriler bir yana, toplum olarak üç önemli gerçekle yüz yüzeyiz:
Birincisi, sorunların kaynakları farklılaşmakla birlikte, toplumun her kesiminde ailenin yıkılma tehdidi veya kırılma noktasında bulunuyor.
İkincisi, kapitalist zihniyetin insanların en temel değerlere dahi sirayet ederek ciddi ahlâkî sapmalara yol açmasıdır. Kişilerin ifadeleri ile davranışları arasındaki tutarsızlık her geçen gün daha da artıyor. Mesela dindarlığı herkesçe görülen bir hanımın çocuklarına veya kocasına tahammülsüzlüğü, dedikoduculuğu; merhamet edebiyatını dilinden düşürmeyen erkeğin evinde zulümkârlığı veya evine bağlı gözükmekle birlikte arada sırada çapkınlığı “normal” bulması gibi...
Üçüncüsü ise, aile çatısının genç ve çocukları barındıracak sıcaklıktan süratle uzaklaşıyor olmasıdır. Buna birçok dindar aile de dahildir. Neredeyse hemen her programda evden kaçan evladını aramakta olan gözü yaşlı ana-babalara yer verilmektedir.
Kısaca resmi veya gayrı resmi olarak aileler dağılmaktadır. Gençler evlerini terketmektedirler. Bunun dış cazibeleri olsa da, asıl sebep içerideki itici koşullardır.
Kılavuzu televizyon olanın...
Yine televizyona, oradan toplumun zihnine boca edilen gizli ya da açık mesajlara dönersek, sadık televizyon izleyicisi hanımların farkında olarak ya da olmayarak maruz kaldığı propaganda şöyle özetlenebilir:
- Erkekler güvenilmezdir, fırsatını bulur bulmaz ihanet eder.
- Kendiniz en önemli, en kıymetlisiniz. Bunu farkedin ve ona göre davranın. Yani çoluk-çocuk diyerek kendinizi fazla üzmeyin, nasıl olsa onlara bakan birileri bulunur, en azından devlet bakar, siz kendi hayatınıza bakın.
- Eşlerinizin ana-babası, sülalesi önemli değildir, evlenince geçinebilmek için onlarla irtibatı en aza indirin.
- Güzel beraberlikler, birliktelikler nikahsız da sürdürülebilir.
- Her evlilik nihayetinde yıkılmaya mahkumdur.
- Mal-mülk işlerini baştan sıkı tutun, kendinizi garantiye alın.
- Siz çok akıllısınız. İsterseniz kendi başınızın çaresine bakabilir, her sorununuzu kendiniz çözebilirsiniz. Aptallık etmeyin!
Evet; sunulan örneklerden, ekranlarda yapılan tartışmalardan bu sonuçlar çıkıyor. Artık kadın sorunları programları, kadınlara ne kadar yararlı, siz karar verin.
Kaynak: Semerkand dergisi