Üryan geldik de gidemiyoruz
Üryan geldik de gidemiyoruz
Birden şakır şakır bir bahar yağmuru… Birden kararan hava… Ansızın bastıran
iç hesaplaşmalar…Oysa otoyoldayım.
Direksiyon başında…
Dikkatli olmak gerek. Yol kaygan, otoyoldaki sürücülerin kafaları dağınık.
Silecekler deseniz, yağmurun hızına yetişemiyorlar.
Neme lazım! Gaz pedalındaki ayağımı gevşetiyorum.
Ve aynı anda müzik çaların düğmesine dokunuyorum.
Şimdi
Manga’nın yeni albümü Şehr-i Hüzün‘ü dinleme zamanı…
İşte o sevdiğim şarkı başlıyor.
“Üryan geldim.”
Şarkının kimi sözleri var ki, hepimizin bir anlığına da olsa derinden hissettiklerimizi anlatıyor.
“Herkes kendine taparken sıkılıp durdum aynı bedenden” deniyor mesela…
“Şeytanı haktan, düşmanı dosttan, hayrı şerden ayırmaz oldum, bir ömür sürdü hayallerim ama bir geceye sığdı tüm hüsranım” deniyor.
“Bir gece ansızın fark ediverdim, yalnızım” deniyor.
Sonra…
Araya gür ve hikmetli sesiyle Karacaoğlan deyişi giriveriyor.
“Üryan geldim, yine üryan giderim
Var mı elde ölmemeye fermanım”
Saltanat sahiplerini bir yana bırakacak olursak, binlerce yıl boyunca insan dünya nimetleriyle haşır neşir oldu, bundan sevinç duydu ama
ölüm bilgisi nden de kaçmadı, yok saymadı. Tersine bunları barıştırdı.
Üstelik hayat sürekli temize çekilebilecek kadar yalındı.
İnsanın insana köleliği hep vardı ama eşyaya, geçmişe ve geleceğe dair beklentilere kölelik gemi azıya almamıştı.
Oysa
modern zamanlar öyle mi ya!
Her şey birikiyor.
Ömrümüz daha çok döküntü bir
bit pazarını, biraz da değerli bir antikacıyı andırıyor.
Ve varlığımız derin
bir birikim den çok
birikinti haline geliyor.
Farkında mıyız acaba?
Ne ölümle ne hayatla barışamayıp koşturarak, didişerek, düşüp kalkarak sürdürdüğümüz şu hayat var ya…
Şu modern hayat!
Bir
büyük unutuş üzerine kurulu…
Dünyaya geldiğimizi ve gideceğimizi unutturmak üzerine…
Köprüden Anadolu yakasına geçtikten sonra hava yine açıyor.
Etrafa bakıyorum.
İstanbul yine güzel; İstanbul yine insanın üzerine üzerine geliyor bütün baştan çıkarıcılığıyla…
Düğmeye basıp
Manga‘nın şarkısını başa alıyorum.
“Üryan geldim, yine üryan giderim…”
O sırada hatırlıyorum.
Geçenlerde internet bağlantısı ve cep telefonu olarak kullandığım Blackberry‘im bozuldu.
Öyle bir huzursuzluk ve telaş içine düştüm ki, kendime inanamadım.
Geçmiş çağlardaki bir insanın
ancak evi yansa içine düşeceği üzüntü ve kaygıyı ben o avuç içi kadar aygıtın bozulması karşısında yaşadım ve halime şaştım kaldım. (Yakında insanları yanlarında cep telefonlarıyla gömmeye başlarlarsa hiç şaşmayacağım!)
Fuzuli, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Sümmani Baba ve diğerleri…
Neden hâlâ çarpıp sarsıyorlar bizi?
Oysa dile getirdikleri ne varsa ya çok uzağımızdan, ya da yakından fakat teğet geçiyor.
Bu ozanlar…
Bu deyişler…
Bu türküler, şarkılar…
Sanki omuzlarımızdan tutup sarsarak ağır bir uykudan uyandırmaya çalışıyorlar bizi.
Mümkün mü?
Haşmet Babaoğlu