Üstad iman ve Kur'an hizmetini ehemmiyetini bu zamandaki fedakarlığı anlatarak Size yirmi huri de verilse, yine bu hizmeti terk etmemeniz lazım deyince
Ceylan Çalışkan Abi yine latifesini yapmış: "Üstadım bir tanesi yeter bana
Gece geç saatlere kadar ders ve ibadetle meşgul olduklarından, sabahleyin namaza kalkmaları zor oluyordu.
Bediüzzaman, "Kardeşim, keşke bir horozumuz olsaydı, sabahları öter, biz de rahatlıkla uyanırdık" dedi.
Molla Hamid hemen atıldı:
- "Efendim bizim evde horoz var, ben getiririm."
Bediüzzaman biraz düşündükten sonra:
- "Bu horoza bir de hanım lazım, yalnız kalamaz, canı sıkılır" dedi.
Molla Hamid:
- "Efendim, bizde tavuk çok, bir iki tane de tavuk getiririm, ne olacak?
Bediüzzaman:
- "Bunlara kümes de lazım, ne yapacağız?"
- "Efendim benim biraz marangozluğum vardır, hallederim."
- "Peki yem lazım, onu ne yapacağız?"
- "Efendim biz çiftçiyiz, ambarlarımız buğday dolu, getiririm, merak etmeyiniz."
Bediüzzaman daha dayanamadı ve şöyle dedi:
- "Hamid, ben kendimi dünyadan uzaklaştıracak şeylerle meşgul etmek istiyorum. Sen ise beni dünyaya çağırıyorsun. Yok yok, horoz falan lazım değil."
Bir gün babasının yazdığı hasret ve şikayet mektupları üzerine Zekeriya Dolmuş Kitapçı, Abdullah Yeğin'e hitaben Emirdağ'a, Üstada gelmesi için mektup yazmış.
Bunun üzerine Yeğin Urfa'dan kalkıp, Emirdağ'a, Üstadın yanına gelmiş. Üstad hiddet edip, böyle durup dururken niçin geldiğini sorarak hiddet etmiş.
Zekeriya Kitapçı'nın mektubu üzerine bu işin olduğunu anlayan Ceylan Çalışkan, zekasından fışkıran cevabını hemen vermiş: "Zekeriya'nın dolmuşuna binmiş, Üstadım.
Tevfik Demiroğlu Ağabey anlatıyor...
"Eyüp'te iken şöyle bir hatıramız oldu: Eyüp meydanındaki yoğurtçudan yoğurt alırdı. 'Merhaba yoğurtçu efendi'derdi.
"Hiç unutmam. Örme bir kesesi vardı, onu çıkarır parasını verirdi. Yoğurdu alıp yukarıya çıkarken, köpekler peşimize düşerdi. Köpeklere 'Pist birader, pist birader' derdi. Bir gün, ben, 'Üstad'ım; o birader, ben birader. Böyle olur mu?' dedim.
"O da: 'Sen uzun biradersin' dedi.
"Otuz yıl sonra l952'de Sirkeci'de Akşehir Palas Otelinde ziyaretine Eşref Edip Beyle gittiğimizde beni bu nam ile yine tanıdı. 'Ve aleyküm selam! Uzun birader' dedi.
Yine bir gün, Üstad'ın yanına gittiğimde kaybolan çorabını arıyordu. Ben de kendisine yardım ettim. Bana dedi ki:
"Kardeşim ben çoraplarımı her yerde aradım, hatta (gülerek) dedi, kibrit kutusunun içini bile aradım! Bazı meczup evliyalar var, bana yardım edecekleri yerde, benimle eğleşiyorlar. Halbuki bu ızdırapların, bu şiddetli takiplerin altında bana yardım etmeleri lâzımken, bana yardım etmiyorlar, bilakis, böyle maniler çıkararak, benimle eğleşiyorlar. Bu Halk Partisinin şiddetinde bana niçin yardım etmiyorlar?' Gülümseyerek, 'Beşyüz bonknot (lira) tazminat vermezlerse kabul etmem' dedi.
"Tebessüm ederek kalktı, abdest alıp namaza durdu. Sonra duasını yaptı. Daha sonra, soba deliğine bakıyordu. Çorabın ucu, sobanınborusunun yanından çıkmış sarkmıştı. Meğer fareler çorabı alıp sobanın içinden götürmüşler, soba deliğine bırakmışlardı. Üstad, 'Bunda bir hikmet-i İlâhi var' dedi.
"Meğer daha önce Risale-i Nur'un bazı parçalarını soba deliğine saklamış. Fakat zamanla oraya koyduğu hatırından çıkmış. Nur'un parçalarını oradan alarak başka, daha emin bir yere sakladık. Az sonra kapı çaldı, polis jandarma ve bekçiler içeri doldular. Her tarafı didik didik aradılar, fakat bir şey bulamayınca zabıt tutarak çıkıp gittiler.
Üstadımız, Barla civarında fazla merkep kullandığı için, ‘Bunlara eşek demeyin, hayvana hakaret oluyor...
İşlek deyin, çünkü bunlar çok çalışkan hayvanlardır’ derdi
Üstad bir yanlışlıktan dolayı hiddet edip, küçük kulunç değneği ile vurduktan sonra, "Size baklava alacağım yemeniz için" deyince, Ceylan Abi "Ben oklava yedim Üstadım" diyip, yine üstadı tebessüm ettirmiş.
Ceylan Çalışkan Abi yine latifesini yapmış: "Üstadım bir tanesi yeter bana
Gece geç saatlere kadar ders ve ibadetle meşgul olduklarından, sabahleyin namaza kalkmaları zor oluyordu.
Bediüzzaman, "Kardeşim, keşke bir horozumuz olsaydı, sabahları öter, biz de rahatlıkla uyanırdık" dedi.
Molla Hamid hemen atıldı:
- "Efendim bizim evde horoz var, ben getiririm."
Bediüzzaman biraz düşündükten sonra:
- "Bu horoza bir de hanım lazım, yalnız kalamaz, canı sıkılır" dedi.
Molla Hamid:
- "Efendim, bizde tavuk çok, bir iki tane de tavuk getiririm, ne olacak?
Bediüzzaman:
- "Bunlara kümes de lazım, ne yapacağız?"
- "Efendim benim biraz marangozluğum vardır, hallederim."
- "Peki yem lazım, onu ne yapacağız?"
- "Efendim biz çiftçiyiz, ambarlarımız buğday dolu, getiririm, merak etmeyiniz."
Bediüzzaman daha dayanamadı ve şöyle dedi:
- "Hamid, ben kendimi dünyadan uzaklaştıracak şeylerle meşgul etmek istiyorum. Sen ise beni dünyaya çağırıyorsun. Yok yok, horoz falan lazım değil."
Bir gün babasının yazdığı hasret ve şikayet mektupları üzerine Zekeriya Dolmuş Kitapçı, Abdullah Yeğin'e hitaben Emirdağ'a, Üstada gelmesi için mektup yazmış.
Bunun üzerine Yeğin Urfa'dan kalkıp, Emirdağ'a, Üstadın yanına gelmiş. Üstad hiddet edip, böyle durup dururken niçin geldiğini sorarak hiddet etmiş.
Zekeriya Kitapçı'nın mektubu üzerine bu işin olduğunu anlayan Ceylan Çalışkan, zekasından fışkıran cevabını hemen vermiş: "Zekeriya'nın dolmuşuna binmiş, Üstadım.
Tevfik Demiroğlu Ağabey anlatıyor...
"Eyüp'te iken şöyle bir hatıramız oldu: Eyüp meydanındaki yoğurtçudan yoğurt alırdı. 'Merhaba yoğurtçu efendi'derdi.
"Hiç unutmam. Örme bir kesesi vardı, onu çıkarır parasını verirdi. Yoğurdu alıp yukarıya çıkarken, köpekler peşimize düşerdi. Köpeklere 'Pist birader, pist birader' derdi. Bir gün, ben, 'Üstad'ım; o birader, ben birader. Böyle olur mu?' dedim.
"O da: 'Sen uzun biradersin' dedi.
"Otuz yıl sonra l952'de Sirkeci'de Akşehir Palas Otelinde ziyaretine Eşref Edip Beyle gittiğimizde beni bu nam ile yine tanıdı. 'Ve aleyküm selam! Uzun birader' dedi.
Yine bir gün, Üstad'ın yanına gittiğimde kaybolan çorabını arıyordu. Ben de kendisine yardım ettim. Bana dedi ki:
"Kardeşim ben çoraplarımı her yerde aradım, hatta (gülerek) dedi, kibrit kutusunun içini bile aradım! Bazı meczup evliyalar var, bana yardım edecekleri yerde, benimle eğleşiyorlar. Halbuki bu ızdırapların, bu şiddetli takiplerin altında bana yardım etmeleri lâzımken, bana yardım etmiyorlar, bilakis, böyle maniler çıkararak, benimle eğleşiyorlar. Bu Halk Partisinin şiddetinde bana niçin yardım etmiyorlar?' Gülümseyerek, 'Beşyüz bonknot (lira) tazminat vermezlerse kabul etmem' dedi.
"Tebessüm ederek kalktı, abdest alıp namaza durdu. Sonra duasını yaptı. Daha sonra, soba deliğine bakıyordu. Çorabın ucu, sobanınborusunun yanından çıkmış sarkmıştı. Meğer fareler çorabı alıp sobanın içinden götürmüşler, soba deliğine bırakmışlardı. Üstad, 'Bunda bir hikmet-i İlâhi var' dedi.
"Meğer daha önce Risale-i Nur'un bazı parçalarını soba deliğine saklamış. Fakat zamanla oraya koyduğu hatırından çıkmış. Nur'un parçalarını oradan alarak başka, daha emin bir yere sakladık. Az sonra kapı çaldı, polis jandarma ve bekçiler içeri doldular. Her tarafı didik didik aradılar, fakat bir şey bulamayınca zabıt tutarak çıkıp gittiler.
Üstadımız, Barla civarında fazla merkep kullandığı için, ‘Bunlara eşek demeyin, hayvana hakaret oluyor...
İşlek deyin, çünkü bunlar çok çalışkan hayvanlardır’ derdi
Üstad bir yanlışlıktan dolayı hiddet edip, küçük kulunç değneği ile vurduktan sonra, "Size baklava alacağım yemeniz için" deyince, Ceylan Abi "Ben oklava yedim Üstadım" diyip, yine üstadı tebessüm ettirmiş.