Konuya cevap cer

Cevap: Üstadın Cum’a namazına gitmeyişi bazı çevrelerce yanlış yorumlanıyor


Bediüzzaman’ın bazen Cuma namazına gitmediği konusu en çok merak  edilen ve sorulan bir konudur. Hatta birileri bunu bahane ederek  Bediüzzaman’a saldırdıklarını görüyoruz. Aşağıdaki iddiaları da dikkate  alarak bizi bu konuda aydınlatır mısınız?


İtiraz Edilen Kısım


     (...) Bana itiraz edenler, gizli ayıplarımı bilmiyorlar. Yalnız  zahiri bazı hatalarımı bahane edip ve yanlış olarak Risale-i Nuru benim  malım zannedip Risale-i Nurun nurlarına perde çekmek, intişarına rekabet  etmek için derler: "Said Cum'a cemaatine gelmiyor, sakal bırakmıyor"  gibi tenkidleri var.


Elcevap: Ben, çok kusurları kabul ile beraber derim: Bu iki mes'elede  büyük mâzeretlerim var.


Evvelâ: Ben Şâfiîyim. Şâfiî Mezhebinde Cum'anın bir şartı; kırk adam  imam arkasında Fâtiha okumaktır. Daha başka şartlar da var. Onun için  burada bana cum'a farz değil. Ben, mezheb-i Âzamîyi takliden, bâzan  sünnet olarak kılıyordum. (...) 



İddia


Müçtehit imamların muhtelif içtihatları hakkında yukarıdaki sözleri sarf  eden Said Nursî, İmam Şafiî’nin içtihadıyla Cuma namazının farziyetini  üzerinden ıskat etmiştir. Daha doğrusu, İmam Şafiî’nin görüşünü bu ıskat  işine alet etmiştir


Burada, mesele hakkındaki içtihatları -özellikle Şafiî’nin görüşünü-  irdeleyecek değiliz. İmam Şafiî’nin bu görüşünü doğru var sayarak  diyoruz ki:

  

Cevap


Bediüzzaman hazretlerine ait olduğu takdirde, en doğru bir bilgiyi bile  çarpıtmaya gayret etmenin nedeni ne olabilir? Bu büyük allame-i asra  karşı bu kin nereden kaynaklanıyor? Ehl-i beyte olan taraftarlığı mı?  Yoksa, vehhabî yoldaşların bazı hatalarına işaret etmesi mi?


İddia sahibi, İmam şafiye, Şafii mezhebine ve bu vesile ile mezheplere  doğrudan saldıramadığı için dolaylı olarak ve dessasane saldırıyı daha  stratejik buluyor. “Burada, mesele hakkındaki içtihatları -özellikle  Şafiî’nin görüşünü- irdeleyecek değiliz. İmam Şafiî’nin bu görüşünü  doğru var sayarak” ifadelerinde bu dessasane taarruzu anlamak mümkündür.  Halbuki, İmam-ı şafinin arkasında ümmetin en seçkin alimleri,  tefsircileri, muhaddisleri ve kelamcıları vardır. Sen -mezhepsizliğin  verdiği utanmazlıkla- haddini nasıl aştığının farkında mısın?


İddia:


İmam Şafiî’ye göre, Cuma cemaatinin asgarî sayısı kırk kişi olup, bir  köyde ikamet etmekte olan kırk kişi toplanırlarsa, Cuma namazı kılmak  bunlar üzerine farz olur. Sayı eğer kırka ulaşmazsa, o takdirde bu köy  halkına Cuma namazı kılmak farz olmaz. 


Burada köyün zikredilmesi, nüfusu az olduğundandır. Yoksa şehirdekilere  Cuma namazının farz olduğunda müçtehitler arasında ihtilâf yoktur.

Cevap:


Bu buluşa hayran kalmamak mümkün mü? İfadenin her tarafından zekâ  fışkırıyor! “Kırk sayısı, sadece nüfusu az olan köyler için geçerlidir.  Yoksa “bir şehir camiinde veya bir mahallesinde Fatihayı okuyan olmasa  da, kırk sayısı bulunmasa da, yine de Şafiilere Cuma farz olur!” İn haza  illa bühtanun azîm.


- Şafii mezhebine göre, cumanın sahih olmasının şartlarından biri de,   mükellef, hür, erkek, mukim(sürekli cumanın kılındığı yerde oturan)  -imam dahil- kırk kişiden meydana gelen -hutbenin başından namazın  bitimine kadar orada bulunan- bir cemaatin olmasıdır. Şayet hutbe  esnasında bazıları dışarı çıksa ve bundan ötürü kırk sayısı eksik olsa, o  adamlar geri geldiği zaman hutbenin o kısmının yeniden okunması  gerekir.(bk. İmam Nevevî, el-Minhac/es-Sirascu’l-Vehhac, s. 86)


Kırk kişilik cemaatte bir tek kişi ümmî ise/Fatihayı okuyacak durumda  değilse, Cuma namazı sahih olmaz.( bk. a.g.y)



İddia:


 İmam Şafiî, en az kırk kişinin  aynı zamanda imamın arkasında Fatiha okumasını da asla şart koşmamıştır.  İmama uyanın Fatiha okuyup-okumaması başka bir konudur. Şafiî’nin  Fatiha okumayı imama uyanlar için farz görmesi, Cuma namazının farz  olması için Cuma cemaatinden en az kırk kişinin Fatiha okumasını da  Cumanın şartlarından görmesi anlamına gelemez. 


Bunun şart olduğu kabul edildiği takdirde cemaatin mezhebin namaz için  farz kabul ettiği her şeyi yapıp yapmadıklarını araştırmak gerekecektir.


Bu araştırmaysa hem mümkün değildir, hem de men edilmiştir. Hadi,  cemaatin de Fatiha okuduğunu kabul edelim. Kişiye Cuma namazının farz  olması için bu da yetmeyecektir. Çünkü Said Nursî’nin dediğine göre,  Cuma namazının farz olabilmesi için cemaatten en az kırk kişi Fatiha’yı  hatasız okumalıdır. Merhum İmam Şafiî (r.a.), "Namazda Fatiha suresini  okumak farzdır. Okuyabilen kimse namazda Fatiha’dan bir harf bile terk  ederse namazı sahih olmaz." demiştir.  O hâlde, her Şafiî Cuma  namazından önce cemaatin Fatiha suresini okuyuşunu imtihan etmelidir!  Hatta bu iş, -bırakalım namazın farzlarını- abdestin farzlarına,  ihtilâflı meselelerde bozulup bozulmamasına kadar dayanır. Cemaatin  abdestinin ve namazının kendi mezhebine göre yerine getirilip  getirilmediğinin hafiyeliğini yapmak, kişiyi kendisinin üzerine farz-ı  ayn olan işleri bırakmasına yol açar.


Said Nursî, muhtemelen birtakım siyasî mülâhazalarla Cuma namazı  kılmamıştır. Bu fiiline bahane olarak Şafiî mezhebinin görüşlerini  göstermesi tamamen tutarsızdır ve Şafiî mezhebine karşı da haksızlıktır.

 

Cevap:


Bediüzzaman hazretlerinin vurguladığı husus, imamın arkasında kırk  kişiden aşağı kimsenin fatiha okuması durumunda cumanın bir şafiiye farz  olmadığıdır. Yoksa, Cuma namazı kılması caiz değil, demek değildir.    “Onun için burada bana cum'a farz değil. Ben, mezheb-i Âzamîyi takliden,  bâzen sünnet olarak kılıyordum”( Emirdağ Lâhikası I, 45) şeklindeki  ifadesi tereddüde yer vermeyecek açıklıktadır.


Farziyetin şartı ile sıhhatin şartını fark etmemek veya görmezlikten  gelmek hakikaten manidardır.


“Said Nursî, muhtemelen birtakım siyasî mülâhazalarla Cuma namazı  kılmamıştır” ifadesi, dipnotta açıklanmıştır. Bununla Bediüzzaman  hazretlerinin cumayı kılmamasının asıl sebebi, onun Türkiye  Cumhuriyetini –bazılar gibi- Daru’l-harb olduğunu kabul etmesi  olduğuna  işaret edilmiştir. 


- Evvela, bizim mezhepsiz fakihimiz, öyle anlaşılıyor ki, işi  köstebekliğe dökmüştür. Bediüzzaman’ın  şahsında nur talebelerini  “Türkiye’yi daru’l-Harb” olarak görmekle suçlamakta ve onları jurnal  etmektedir. Sizce bu-İslam açısından-hangi mezhebe sığar? El-Cevap;  mezhepsizlik mezhebine..!


- İkincisi, bu kehanet sadece “recmem bil-gayb = gabya taş atmak”  türünden bir iftira değil, aynı zamanda “Rağmen bil-meşhud = gözle  görülen hakikate rağmen” yapılan bir bühtandır. Fazla söze hacet yok.  İşte dünyanın her tarafında bulunan Nur talebelerinin bilinen müspet  kanaatleri; İşte Bediüzzaman hazretlerinin konuyla ilgili açık  ifadeleri: 


“Şeâir-i İslâmiyeyi tağyire teşebbüs edenlerin senetleri ve  hüccetleri, yine her fena şeylerde olduğu gibi, ecnebîleri körü körüne  taklitçilik yüzünden geliyor. Diyorlar ki: "Londra'da ihtidâ edenler ve  ecnebîlerden imana gelenler, memleketlerinde ezan ve kamet gibi çok  şeyleri kendi lisanlarına tercüme ediyorlar, yapıyorlar. Âlem-i İslâm  onlara karşı sükût ediyor, itiraz etmiyor. Demek bir cevaz-ı şer'î var  ki sükût ediliyor."


“Elcevap: Bu kıyasın o kadar zâhir bir farkı var ki, hiçbir cihette  onlara kıyas etmek ve onları taklit etmek zîşuurun kârı değildir. Çünkü,  ecnebî diyarına, lisan-ı şeriatta "dâr-ı harp" denilir. Dâr-ı harpte  çok şeylere cevaz olabilir ki, diyar-ı İslâm’da mesağ olamaz.”


“Hem frengistan diyarı, Hıristiyan şevketi dairesidir. Istılahât-ı  şer'iyenin maânîsini ve kelimât-ı mukaddesenin mefâhimini lisan-ı hal  ile telkin edecek ve ihsas edecek bir muhit olmadığından, bilmecburiye,  kudsî maânî, mukaddes elfâza tercih edilmiş; maânî için elfaz terk  edilmiş, ehvenüşşer ihtiyar edilmiş.” 


“Diyar-ı İslâmda ise, muhit(Çevre), o kelimât-ı mukaddesenin meâl-i  icmâlîsini ehl-i İslâma lisan-ı hal ile ders veriyor. An'ane-i İslâmiye  ve İslâmî tarih ve umum şeâir-i İslâmiye ve umum erkân-ı İslâmiyete ait  muhaverât-ı ehl-i İslâm, o kelimât-ı mukaddesenin mücmel meallerini,  mütemadiyen ehl-i imana telkin ediyorlar. Hattâ, şu memleketin maâbid ve  medâris-i diniyesinden başka, makberistanın mezar taşları dahi birer  telkin edici, birer muallim hükmündedir ki, o maânî-i mukaddeseyi ehl-i  imana ihtar ediyorlar. Acaba kendine Müslüman diyen bir adam, dünyanın  bir menfaati için bir günde elli kelime frengî lügatından taallüm ettiği  halde, elli senede ve hergünde elli defa tekrar ettiği Sübhanallah,  Elhamdülillâh ve Lâ ilâhe illâllah ve Allahuekber gibi mukaddes  kelimeleri öğrenmezse, elli defa hayvandan daha aşağı düşmez mi? Böyle  hayvanlar için bu kelimât-ı mukaddese tercüme ve tahrif edilmez ve  tehcir edilmezler. Onları tehcir ve tağyir etmek, bütün mezar taşlarını  hâkketmektir; bu tahkire karşı titreyen mezaristandaki ehl-i kuburu  aleyhlerine döndürmektir.” (Mektubat/29. Mektup/7. kısım)


İddia:


Said Nursî, bir yandan Şiîler ve Alevîlerin Sünnîlerle Risale-i Nur  vasıtasıyla ittifak edeceğini ileri sürerken  diğer yandan Şafiî  mezhebindeki bir görüşü yanlış yorumlayarak, hem de Cuma namazı gibi  bütün meşrep, meslek, mezhepteki Müslümanları bir araya toplayan bir  ibadette Şafiîleri Hanefîlerden ayırmaktadır. Bu kafa, Şafiîleri  Malikîlerden de ayırır. Malikîlerin çoğunlukta olduğu yerlerde de  Şafiîlere Cuma namazı farz olmayacaktır. Çünkü, İmam Şafiî (r.a.),  besmelenin Fatiha suresinin başında bir ayet olduğunu ve Fatiha ile  birlikte okunmasının farz olduğunu söylemiştir. İmam Malik ve el-Evzaî  (r.a.) ise, Neml suresindeki hariç, surelerin başındaki besmelelerin  Kur'an’dan olmadığını, besmelenin namazda ne gizliden ne de açıktan  okunacağını söylemişlerdir.  Said Nursî bu durumda, Fatiha’yı besmelesiz  okuyan Malikîlerle de Cuma namazı kılmayacaktır. İşte Said Nursî’nin bu  sözleri; ittifakı değil, bilâkis iftirakı müstelzimdir. İşte  "teceddüd"ün âlâsı!...


Said Nursî’nin, "Risale-i Nurun zaif veya yeni şâkirdlerini vesveseden  kurtarmak için beyan ediyorum ki" şeklinde başlayan mektubundan  aktardığımız bu sözler, mezhebinin görüşünü tam olarak bilmeyen Şafiî  okurun kalbine asıl vesveseyi atacak cinstendir. Bu ifadeleri okuyan  Şafiî, hem Hanefîlerle beraber kıldığı Cuma namazlarının sıhhatinden  şüphe edecek hem de bu durumda artık Cuma namazının kendisine farz  olmadığı kuruntusuna kapılacaktır.

Cevap:


- Bediüzzaman’ın Şiilerle Sünnileri barıştırma çabası, anlaşılan bizim  Vehhabî softası tarafından hiç de tasvip görmemiştir. Onun için, hiç  yeri değilken buna da işaret etmeyi uygun görmesi, ehl-i beyt ve ehl-i  beyti sevmeyi meslek ittihaz eden şia düşmanlığıyla ilgili sara  nöbetinin burada da başlamış olduğunu göstermektedir.


- İslam alimlerine göre, herkes -dört mezhep içerisinde kalmak,  mezhepsiz olmamak şartıyla- muhalif mezhebe sahip olan imamın arkasında  namaz kılabilir. Onun gizli durumunu araştırmaya gerek yoktur. Fakat  eğer  cemaat olan kimsenin kendi akidesine göre, imamın namazının  sıhhatine aykırı bir durumu açıkça görülürse arkasında namaz kılmak caiz  değildir. Bu husus, Hanefî ve Şafii mezhebinin ittifakla kabul ettiği  bir görüştür.


İddia:  


Muhammed b. Abdulazim şöyle demiştir: 


Cehalet ve taassuptan ileri gelen davranışlardan birisi de; bir veya  birden fazla müçtehidin kavline göre yerine getirme imkânı varken -sırf  bir mezhebe bağlanıp kalma yüzünden- Allah Tealâ’nın farzlarından birini  geçirmektir. (...) Herhangi şekilde olursa olsun farzı yerine getirmek,  bütün durumlarda onu geçirmeye tercih edilir.

 

Cevap:


- Bir mezhebe bağlanıp kalmayı uygun görmeyen, onu taassup kabul eden  Ehl-i sünnet alimlerinden bir tek kişi gösterilemez. Bu görüşü  benimseyen ekol sadece mezhepsiz olan kesimdir. 


Mezhepsizliğin İslam ümmeti için ne kadar tehlikeli ve sakıncalı bir  akım olduğunu yakından görmek isteyenler, Çağımızın büyük alimlerinden  M. Said Ramazan el-Butî’nin “Ellamezhebiye hatarun azîm = Mezhepsizlik  büyük bir tehlikedir” adlı eserini okuyabilir. 


Bu akımın ne kadar tehlikeli bir akım olduğunu gösteren bir misal olarak  şunu belirtelim ki,  bay,itirazcının dava arkadaşlarından bir imam daha  geçenlerde -Suudi Arabistan’da- hutbe okurken, cemaate -Hz. Muhammed  (a.s.m)’in kabr-i şerifini işaret ederek- “Benim bu değneğim, şu kabirde  yatan cesetten daha faydalı/hayırlıdır.” deme küstahlığında  bulunmuştur. 


Bu bay mezhepsize göre, İmam-ı Azam -Şafii mezhebinde imamın arkasında  okunması farz olan- Fatihayı imamın arkasında okumadığı için müteassıp  bir cahildir. Yine İmam Şafii -Hanefi mezhebinde imamın arkasında  okunmaması vacip olan- Fatihayı okuduğu için müteaasıp bir cahildir.  Bunun gibi onlarca meseleyi dört hak mezhep açısından bu şekilde  değerlendirmek mümkündür. Ve bay “Neo haricî” kalıntısı ve  mezhepsizliğin küçük temsilcisine göre, İmam-ı Azam, İmam-ı Şafii, İmam  Malik, İmam Ahmed, İmam Gazalî, İmam Rabbanî gibi zatların hepsi de  -haşa- cahil cüheladır. Varsa yoksa Abdulvahhab efendidir. Her tarafı  Bayındıra çevirmesi için o yeter de artar. İşte buyurun cenaze  namazına...


İddia:

    

Şafiî mezhebinin görüşünü yanlış yorumlayıp, Cuma namazının kendisine  farz olmadığını iddia eden mukallid "müceddid" Said Nursî’nin verdiği  cevapta ileri sürdüğü ikinci mazeret, özrü kabahatinden büyük  cinstendir. Şöyle diyor:


Sâniyen: (...) herkesin arkasında mezhebimce iktida edip namaz  kılamıyorum ve okumakta yetişemiyorum ve daha Fâtihanın yarısını  okumadan, imam rükûa gidiyor. Bizde Fâtiha okumak farzdır. 


Evet, özrü kabahatinden büyüktür. Çünkü, taklit ettiği mezhebin konu  hakkındaki kavlini bile bilmiyor. Oysa:


Cemaatle namaz kılan Fatiha suresini bitirememiş olsa da, imam rükûa  gidince imamla birlikte rükûa gider. Namazı eksik olmaz.

 

Cevap:


-Şafii mezhebine göre, bütün namazlarda imamın arakasındaki cemaatin  bütün fertlerinin de Fatihayı okuması farzdır. En sahih olan görüş budur  ve alimlerin büyük çoğunlu bu görüşü benimsemiştir.(bk. Nevevî,  el-Mecmu, 3/365).


- “Cemaatle namaz kılan Fatiha suresini bitirememiş olsa da, imam rükûa  gidince imamla birlikte rükûa gider. Namazı eksik olmaz” ifadesinin  dayanağı kabul edilen el-Muhezzeb’de şu ifadeler yer almaktadır: “Eğer  sonradan gelip cemaate uyan bir kimse(mesbukî), kıraat/Fatihayı  kaçırmaktan korkarsa, istiftah duasını bırakıp fatihadan başlar… Eğer  fatihayı tamamlamadan imama rükua varırsa, bu konuda iki vecih/görüş  vardır: 


a. Fatihanın geri kalan kısmını okumaz, imamla birlikte  rükua gider. Çünkü, imama tabi olmak daha zorunludur. Nitekim, kişi  rükuda imama uysa, Fatiha okuması düşer. 


b. Fatihayı tamamlayıp öyle rükua gider. Madem bir  kısmını okumuş, onu tamamlamak gerekir(Mecmu, 4/212).”


- Fatihanın okunup okunmaması konusu genellikle sonradan imama uyan  mesbuk hakkındadır. Nitakim, eıl-Macmu’da şu görüşlere yer verilmiştir:


“Mesbukî kıraatini bitirmeden imamın rükua varacağını düşünüyorsa,   iftitah duasını terk edip hemen Fatiha suresine başlar… Eğer bu şahıs  daha fatihayı bitirmeden imam rükua varırsa, bu konuda üç görüş vardır: 


a. Fatihasını tamamlar, üç rükünde geri kalsa bile  mazur sayılır. 


b. Fatihayı bırakır rükua gider, okumadığı kısmı sakıt  olur, 


c. En sahih olan görüş şudur ki, eğer mesbukî olan  şahıs istiftah ve teavvüz duasını okumadan Fatihaya başlamış olduğu  halde bitiremediyse, imamla birlikte rükua gider okumadığı kısım  üzerinden düşer. Yok eğer istiftah duasını okuduysa, en az o kadar  fatihadan okuması şarttır. 


Ayrıca, fatihayı biraz okuduktan sonra, onu artık tamamlamasının şart  olduğunu kabul eden görüşe göre, fatihayı tamamlamadan rükua giden  kimsenin namazı batıl olur(4/212-213)” 


Bütün bu konular sonradan gelip imama uyan mesbukî hakkındadır. 


- “el-Muhezzeb”te yer alan “Kıraat için ayakta durması farz olan kimseye  -gücü yetiyorsa-kıraat da farzdır” şeklindeki ifade el-Mecmu’da şöyle  açıklanmıştır: 


“Kıraat için ayakta durması farz olan” kaydıyla, sonradan imama uyan  “masbuk” kimsenin bundan müstesna olduğuna işaret edilmiştir. (Yani,  imama rükuda kavuşan kimsenin üzerinden fatiha kalkar, onu imam  üstlenir. Şayet rükudan önce kavuşursa, okuyabildiği kadar okur). “gücü  yetiyorsa” kaydıyla da, “kıraatı iyi olmayan/ Fatihayı iyi okuyamayan”  kimsenin bundan müstesna olduğuna işaret edilmiştir(Nevevî, el-Mecmu,  3/364). Şunu da unutmamak gerekir ki, (sonradan cemaate katılmış) Mesbuk  dahi olsa okuyabildiği kadar fatihayı okumasının farz olduğuna Şafii  alimleri arasında herhangi bir ihtilaf yoktrur(a.g.y).”


- Yine dipnotta kaynağı verilen Halil Günenç hoca efendinin “Hızlı  okuyan imama uyan orta okuyuşlu bir kimse, tamamlayamadığı Fatiha’nın  kalanından muaf tutulur”(Büyük Şafii İlmihali, İstanbul, 1979, s.93)  ifadesinde yer alan “orta okuyuşlu” kimseden maksat da -Mecmu’da açıkça  ifade edildiği üzere- Fatihayı düzgün okuyamayan, cehaletinden ötürü  hızlı okuyamayan kimse demektir. 


- Nitekim bazı kaynaklarda bu hususta “    Eğer me’mumî/imama uyan  kimse, -vesveseden değil- âcizliği/beceriksizliği/cehaleti sebebiyle  Fatihayı tamamlamadan imam rükua gitmişse, sahih olan görüşe göre bu  kimsenin fatihasını tamamlaması ve üç rükünden fazla imamdan geri  kalmamak şartıyla namazını normal usule göre kılması gerekir.(V,  Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî,2/215) denilmiştir.


- Oysa, Bediüzzaman’ın kast ettiği şey, -okumayı beceremediği için  değil- manasını ve Allah’ın huzurunda olduğunu düşünerek yavaş okumak  zorunda olduğundan, Fatihayı bitiremediği hususudur. İki okuyuş arasında  yerden göğe fark vardır. Birincisinin yavaş okuması –kişinin iradesi  dışında olduğu için- söz konusu ruhsata girebilir. Fakat ikincisinin  yavaş okuması –iradesine bağlı olarak yapıldığından-ruhsata tabi olamaz.  


- Konunun özeti şudur: Bediüzzaman hazretleri namazlarında; 


a. Sonradan imama uyan mesbukî değildir, 


b. Fatihayı bilmediği için geri kalıyor değildir. Velayetine  yakışır bir huşu ile okuduğu için imama yetişemiyor. 


c. Normal bir cemaat olduğu için iftitah ve taavvüz  duasını okuyor.  


Bu sebeplerden, fatihayı terk etme ruhsatından yararlanması, Şafii  Mezhebine göre mümkün değildir.


Bizim mezhepsiz efendi, bu incelikleri anlamaktan âciz olduğu için  -cehaletinde-mazur sayılabilir.  Ancak gerçeği öğrenmek herkesin  hakkıdır.



İddia:


Said Nursî’nin Cuma namazı kılmamasının kendince bir sebebi daha vardır  ki, biz bu sebep üzerinde konuşmak istemiyor, yorumu okura bırakıyoruz:


(...) Hem camiye, cumaya gitmeye beni men'eden merdumgirizlik hastalığı  (...) 


(...) hem yirmibeş senedir ben münzevi yaşadığım için, kalabalık  yerlerde huzur bulamıyorum (...)

 

Cevap:


Şafii mezhebine göre hastalık, camiye, cumaya gitmemek için başlıca bir  mazerettir. (el-Minhac/Es-Siracu’l-Vahhac, 83-84)

kaynak: Yard. Doç. Dr. Niyazi BEKİR




Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst