*Üstadın (RA) Talebeleri (Isparta-Eğirdir )

OrhanCAN

Active member
Muhterem kardeşlerim,

Üstad (RA) Hazretlerinin Eğirdir ilçesinden birçok talebeleri olduğunu duymaktaydık. Amacımız bu talebelerini tanımak ve ileriki zamanlarda küçük boy kitapçık haline getirmektir.


Isparta-Eğirdir (ve çevresi) talebeleri hakkında bilgi ve belgeleri veya duyumları olan kardeşlerimizden bu konuda yardımlar istirham ediyoruz...

(kardeşlerimizin burada da istifadesi için yazılmıştır)

İBRAHİM HUBAN


Eğirdir ilçesinin sahillerindeki Nis adasında l923'de doğdu.

Tehlikeli göl yolculuğu


Nisli İbrahim Huban'ın babası Veli Huban l890-l966' larda yaşamış bir zat. Babasıyla birlikte muhtelif tarihlerde Üstad Bediüzzaman'ı kendi kayıklarıyla üç defa Nis adasından Barla'ya götürmüşler. Yalnız bir seferinde yağmurlu bir havada batma tehlikesi geçirdiklerini anlattı. Kayıktaki beş kişi sanki denize batmış gibi sırılsıklam olmuşlardı. Bu göl yolculuğunda kendilerinin yağmur ve dalgalardan çok ıslandıklarını, ama Üstadın üzerinin bile ıslanmadığını anlatıyordu. Bu fırtınada kayığın motorunun bozulduğunu, yelkenleri elleriyle tutarak, yol almaya çalıştıklarını, bu heyecanlı anlarda Üstad Bediüzzaman'daki sükuneti, o yüce vakar ve telaşsız halini anlatıyordu.

Bir seferinde Üstad kayık parası olarak bir lira veriyor, fakat İbrahim Huban bu bir lirayı almak istemiyor. Ama Üstad Bediüzzanman ısrarla "bu bir lirayı, bin lira gibi kabul edin!" ve zorla veriyor. Kayıkçı İbrahim Huban gerçekten l954'lerde aldıkları bu bir lirayı sanki bin lira gibi çoklukla harcadıklarını anlatmaktadır.

Bu tehlikeli göl yolculuğundan sonra, yanaşabildikleri sahilde bulunan bir jandarma jipine binen Üstad Bediüzzaman ve yanındaki talebesi Demirci Salih Efendi, Mehmedçiğin kullandığı Türk Ordusunun bir arabasıyla Barla'ya gitmişler.

İbrahim Huban, üstad Bediüzzaman'ın kayıklarına binmesi ve bir lira vermesinin bereketini hemen görmeye başladıklarını, çünkü o gün fırtınadan sonra Eğirdir gölünde çok ve bol miktarda balık tutarak, bereketli bir gün geçirdiklerini anlatmaktadır.

İbrahim Huban, bugün Eğirdir gölünün sularının çekilmesiyle dünkü Nis adasının bugün bir yarımada şekline girdiğini anlatarak, geçmiş senelerde Üstad Bediüzzaman'ın kitaplarını din düşmanlarının şerlerinden ve baskınlarından korumak için Nis adasında sakladıklarını, bu kudsî nur hizmetinde babası Veli Efendi'nin ve ağabeyi Halil Huban'ın da çalıştıklarını anlatırken, bediüzzaman Hazretleri'nin de Nis adasına geldiğini söylemektedir.
 

OrhanCAN

Active member
DEMİRCİ SALİH EFENDİ

Bir mektubun yazılış sebebi


Demirci Salih olarak bilinen Nur Talebelerinden Eğridirli mübarek ve temiz kalbli mü'min, gayet masumane anlatıyordu. Arada sırada cebinden çıkarttığı büklüm büklüm olmuş, iyice yıpranmış bir sayfadan da yer yer okuyarak anlattığı hatıranın teyit ve tasdikine gidiyordu.
Emirdağ Lahikaları'nda yer alan bu mektupta şunlar ifade ediliyordu:

"Aziz kardeşlerim!


"Bu defa motorlu kayık içinde Eğridir'den Barla'ya giderken denizin dehşeti, emsalsiz fırtınası Leyle-i Kadirdeki dehşetli hastalık gibi zahmet noktasını kaldırıp büyük bir rahmete vesile olduğunu sizlere müjde veriyorum. Altı arkadaş ile beraber şehit olmak, yedi ihtimalden altı ihtimal ile deniz bize geniş bir kabir olmak için zemin hazırlandı.

Fakat o hal altında mükerrer tecrübelerle yağmurun Risale-i Nur'la alâkadarlığı ve şimdi çok zamandır yağmura şiddetli ihtiyaç olduğu bu zamanda Risale-i Nurun gizli düşmanlarının tehlikesinden ve geniş plânından kurtulmasına bir işaret olarak o dehşetli haletimiz bir sadaka-i makbule hükmüne geçtiği remziyle o rahmet-i İlâhîden gelen emr-i Rahmaniyi imtisalindeki iştiyak ile yağmurun bir annesi olan bu deniz, o rahmete dair emr-i İlâhîyi gayet heyecanla ve iştiyak ile acelelik ile getirmek için, bir şefkat tokadı nevinden Nur Talebeleri olan bizim başımızı tokat ile yüzümüzü ve gözümüzü yağmurla okşadı.

Biz bu haleti zahiren hiddet, mânen şefkatkârâne okşamak nevinde gördük. Ben daha fırtına ve yağmur başlamadan evvel hiss-i kable'l-vuku ile hazine-i rahmete bir anahtar olacak dehşetli ve heyecanlı bir musibet hissettiğimden mütemadiyen Cevşen'i ve Şah-ı Nakşibend'in virdini okuyordum. Denizin o dehşeti içinde kemal-i şevk ile o mübarek denizi kabir olarak kabul ediyordum. Böyle kazaile vefat eden şehid hükmünde olduğu gibi, şehid de veli hükmünde olmasından altı arkadaşıma acımadım. Yalnız içinde bulunan çocuğa bir parça acıdım.

O kayığın makinası bozulduğu ve yelkeni de rüzgâr onun aksiyle geldiği için, faide vermediğini ve denizin mevc-leri de pek büyük; evvelâ kayığa ve zahiren bize hücum etmesiyle beraber kayığın içine girmediği için kemal-i sabır ve şükürle karşıladık ve sâlimen sahile çıktık. Elhamdülillâhi alâküllihâl dedik..."


 

OrhanCAN

Active member
Eğirdir'den hareket

l954 senesinde cereyan eden bu hâdiseyi Eğridirli Demirci Salih Efendi, Üstad Bediüzzaman'ın bir araba ile Eğirdir'den Isparta'ya gitmek istediğini anlatarak mevzuya giriyordu.

Rahmetli Çilingir Ali (Savran) ile kendisi ise, Üstad'la beraber deniz yolculuğu yapıp, Üstad'ın arkasında huzur ve huşu içinde namazlar kılarak Barla'ya gitmek istiyorlar. Isparta'ya araba bulamayınca, Barla'ya bir motorlu kayık buluyorlar.

O gün Bediüzzaman ise, çok hiddetli, telâşlı, gelecek musibeti hissederek elinde Cevşen ve Şah-ı Nakşibend'in duaları mütemadiyen okuyor.
Demirci Salih Efendi gibi, Şakir Çağlar (Demirci Salih'in kayınpederi olan Bahri Çağlar'ın ağabeyi) da Üstad Bediüzzaman'la birlikte Barla'ya gitmek için ısrar edenlerden birisi idi. Üstad kendisi araba istiyor Isparta'ya gitmek için, fakat yakınlarının şiddetli ısrarı üzerine kendi arzu ve reyinden vazgeçip, Barla'ya gitmeye karar veriyor.

Sinirli, hiddetli ve telâşlı bir şekilde hazırlanan motora biniyorlar. Demirci Salih Efendinin iki yaşlarındaki Said ismindeki küçük yavrusu da bu kafile içinde..
 

OrhanCAN

Active member
Göl kaynıyor

Yarım saat içinde bir fırtına başlıyor. Eğridir Gölü kazan gibi kaynamaya başlıyor. Büyük dalgalar küçük motorla bir oyuncak gibi oynuyor. Bir havaya, bir dibe doğru inip çıkmalar, her an batma tehlikesi içinde, şiddetli yağmurdan, dalgaların suyundan, sırılsıklam oluyorlar.

Bizim Barla yolcuları korku ve heyecan içinde, tir-tir titrerken asrın vekili Bediüzzaman belâ zindanlarında, sefa bahçelerini seyreden Ulu Sultan, gayet rahat ve fütursuz, dualarını okumaya devam ediyor. Gönüllü ve ısrarlı Barla yolcuları yağmur ve dalgalardan sucuk gibi olurken, rahmet-i İlâhî tek damla üzerine düşürmüyordu.

Herkes bağırıyor tekbir getiriyor, salâvat getiriyor, korkudan benizler atmış, soğuktan titriyorlar. Üstad Bediüzzaman'da hiç telâş ve korku emaresi yok.
Demirci Salih Efendi, kendi mahallî Eğridir şivesiyle gayet safiyane şunları ifade ediyordu:

"Başımız adam akıllı tuttu. Kımıldayacak halimiz yok, tahammülümüz kalmadı. Başımı kaldıracak takatim yok. Hafiften Üstad'a bakıyorum; içimden Üstad nasıl olsa kurtulur, ama biz denizin dibine gideceğiz, diyorum. Kavisli bir sahile yanaştık...Liman... Bedre iskelesine motor kendini atınca derinden derine nefes alıp, şükretmeye başladık."
 

OrhanCAN

Active member
Fırtınadan sonra yangın

Sağ salim sahile çıkan Demirci Salih Efendi ve arkadaşları orada ihtiyar bir kadının kulübesine iltica ediyorlar.

İhtiyar köylü kadın kafilede Üstad Bediüzzaman'ı görünce sevinç içinde:


"Allahım nerelerden gönderdin sen bunları?" diyor.

Bunları anlatan Demirci Salih, Üstad'ın hiç ıslanmadığını, üzerinde en ufak bir yaş bulunmadığını söylüyor. Kulübede çay yapma hazırlığına başlayan Demirci Salih bu defa ateş yakarken kulübedeki çalıları tutuşturup, yangın çıkartıyor.

Şakir Çağlar benim heybem diye heybesini kurtarmaya çalışırken, kadın burada üç yüz liralık eşya var, diye feryada başlıyor. Bereket, destide su varmış, suyu atarak muhtemel büyük bir yangını böylece önlüyorlar.
Bu zamana kadar sabreden Bediüzzaman, Demirci Salih'i yanına çağırarak yüzüne bir tane tokat aşkediyor. Tokadı yiyen Salih Efendi bu vakayı şöyle anlatır:

"Üstad bir vurdu, bir vurdu ki barut gibi yaktı... Üstad 'Orada öyle ettin, burada da böyle ettin...' diyor. Tokadı yiyince aklım başıma gelmişti. Üstad kalk, dedi, namaz kılalım. Kalktık göl kıyısında namaz kıldık..."

Namazdan sonra bir merkep bularak, Üstadı merkebe bindiriyorlar, arkasına da küçük Said'i yükleyip Barla'ya doğru yola koyuluyorlar...
 

OrhanCAN

Active member
"Ömer benim yerime şehid oldu"

Bu hâdisenin cereyan ettiği günlerde, yani l954 Temmuz'unda Bediüzzaman Said Nursî'nin talebelerinden Konyalı Halıcı Sabri rahmetlinin büyük oğlu ömer Halıcı şehid oluyor.

Hadiseyi yakinen bilen muhterem Ali Demirel otuz dört yaşlarındaki Ömer Halıcı'nın İstanbul'dan Balıkesir'e doğru askerî jet tayyaresiyle bir gece uçuşu esnasında Manyas Gölü kenarına düşerek şehid olduğunu anlatmaktadır.

Bu tayyare kazasını duyan Bediüzzaman genç subay talebesi için.
"Ömer benim yerime şehid oldu"diyerek ruhuna rahmetler ve Fatihalar gönderiyor.

Ayrıca Ömer Halıcı'nın bahsi olunca:

"Ömer'i tanıyor musunuz? Ben Ömer'i yirmi evliyaya değişmem!" diyerek bu şehid talebesine sena ile yad ediyor.

Eğridir Gölündeki batma tehlikesini Ömer Halıcı'nın şehadetiyle irtibat kurarak anlatıyordu.

Demirci Salih Efendi l99l' de vefat etti
 

OrhanCAN

Active member
HAKKI TIĞLI


l875'te doğdu. Bediüzzaman'ın ilk talebelerindendir. l935'te Eskişehir hapishanesinde Bediüzzaman'la birlikte yattı. Hayatının en mesut anlarının Üstadıyla birlikte Eskişehir hapishanesinde geçirdiği anlar olduğunu söylerdi. Eğridir Müftüsü Hüsnü Efendinin kardeşi ve Bediüzzaman'ın muarızı olan Tevfik Tığlı'nın amcasıdır.

Bediüzzaman'ın l930 öncesi, Barla'dan Eğirdir'de bulunan Hakkı Tığlı'ya yazdığı bir mektup.

Mektubun "selâm," "gayretli ve ciddî, samimî" diye başlayan kelimeleri bizzat Bediüzzaman'ın el yazısıyladır.

"Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü,

"Gayretli ve ciddî, samimî kardeşim Hakkı Efendi,
"Üç sözü bana gönderdiğin için, üç senelik tembelliğini bana unutturdun. Daha sana tembel demeyeceğim. Hem beni o kadar memnun ettin, binler hediyeden fazla kıymettar düştü, üç senelik tembelliğini unutturdu.

"Sual ettiğin meselede gayet acele, bir-iki saat zarfında kısa bir cevap size gönderildi. Biz de kalmadı. Eğer beğenirseniz siz yazın. Nüshamızı bize gönderiniz. Yirmi İkinci Sözün iki hikâye-i temsiliyesini evvel size göndermiştik. Birisi Süleyman Efendinin, birisi de benimdir ki, haşiyelidir. Siz haşiyelerini yazınız. Nüshamı gönderiniz. Bize de lâzımdır. Fakat başında yazılan âyette bir sehiv var. Ona bedel 'Ve tilke'l-emsâlü nadribühâ linnâsı leallehüm yetefekkerûn' âyetini yazınız.

"Misafir Müftü Efendi, Hulûsi Bey, Hafız Mustafa bütün senin yanındaki dostlara selâm ederim. Şu Ramazan-ı Şerifte umumunuzdan dua istiyorum. Herhalde bana dua etmelisiniz. Ben de size dua ediyorum. Bilhassa misafir Müftü Efendinin duasını istiyorum, ben de ona dua ediyorum. Çok selâm ediyorum."

l935'deki Eskişehir hapsinde Üstadla birlikte yatan Hakkı Tığlı'yı Yirmi Yedinci Lem'a'daki mahkeme müdafaasında Üstad Bediüzzaman şöyle ifade ediyordu:

"Eğirdirli Hakkı Efendi.

"Dokuz sene Barla'da oturduğum halde, belki karşıdan iki-üç defa ancak şahıs ve hüviyetini hapishanede anlamış olduğum bu eski zat, eskiden beri hükûmet hizmetinde ve sonra da dâvâ vekili olduğundan, benim gibi dünyadan münasebeti az bulunmakla beraber, dokuz sene Barla'da bulunduğum müddet ziyade bana karşı rakibane ve tarafgirane vaziyet alan onun kardeşi olan müftü ve oğlu Barla'da başmuallim Tevfik olduğundan, bu zat benimle hususî bir fikir ve mesleğime taraftar ve naşir olmak değil, bilakis kardeşine vebiraderzadesine irtibatı münasebetiyle ve hükûmetin işlerinde bulunmak cihetiyle aleyhimde tarafgirâne vaziyet almak iktiza ettiğinden, iddianamede bunu en mühim gizli efkârıma bir vasıta göstermek suretiyle, onu da buraya kadar sürükleyip getirmek, elbette tetkikatın noksaniyetinden ileri gelse gerektir.

Mesmuatıma göre, bu zatın harekât-ı milliye zamanında hükûmet lehinde çalıştığı ve müstakimane bir surette ehl-i garaza kadrşı sebat ettiğinden, şahsî çok düşmanlar kazandığından, bu defaki hem onun perişaniyetine, hem bizim zararımıza bunun şahsî düşmanlarının çok medhali olmuştur. Benimle münasebeti olmamasına rağmen, hakkında daha tahakkuk etmeyen bir suç tevkifhanede sürüncemeye bırakılması adalete muveafık olamayacağından, bir an evvel men-i muhakemesiyle çoluk ve çocuklarının başına gönderilmesi mahkemenin adaleti iktizasındandır."
 

OrhanCAN

Active member
ALİ SAVRAN

Nur talebeleri Ona Çilingir Ali Abi derlerdi. Bugün o da, aramızda yoktur. Ebediyet âlemine intikal etmiştir. Hepimizin gideceği son durak, ebediyetler ülkesi... Ama oraya İlâhî mahkemeden geçirilerek gidilecektir.

Ali Savran'ı "Gizli cemiyet kurmaktan" muhakeme edenlerin de çıkacağı en büyük mahkeme vardır. Bu mahkeme, İslâm istilahatında "Mahkeme-i Kübra" denmektedir.

***
Yıl: l948... İsmet inönü Reisicumhur. Üstteki mahkeme davetiyesinde İsmet Paşa'nın hakimiyet alâmetleri olarak pullar görülmektedir.

Davet edilen:
"Eğirdir'in Poyraz mahallesinden Muslihiddin oğlu Çilingir Ali Savran, Eğridir."
7 Temmuz l948 Çarşamba günü sanık olarak Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'ne çağrılıyor.

Suç hanesine ise, şunlar yazılı:

"Gizli cemiyet kurmak.."
 

OrhanCAN

Active member
Hulusi Beyi Üstadla tanıştıran Şeyh Mustafa (Hacı Hafız Mustafa Üstün)

"Üçüncü Mektub'un üçüncü bölümünde, Üstad, Şeyh Mustafa ismindeki zata selâm söylemekte ve yazdığı Kader Risalesi'nden dolayı memnuniyetini ifade etmektedir.

Şeyh Mustafa, Hulûsi Beyi Üstada götüren zattı. Hulûsi Bey "l929 yılı baharında Barla'ya gittim. Beni götüren, Mustafa isimli mübarek bir insandı" diyerek Üstada nasıl gittiklerini anlatmaktadır.

Merhum Hulûsi Yahyagil Ağabeyimi son ziyaretlerimde Şeyh Mustafa ile nasıl tanıştıklarını sorduğumda, evlerinin komşu olduğunu, böylece tanıştıklarını, ilk risaleyi onda gördüğünü, Üstadı kendisine tavsiye eden ve götüren kişinin Şeyh Mustafa olduğunu söylemişti.

Barla Lâhikası'nda Hulûsi Beye yazılan bir mektupta Üstad Şeyh Mustafa'dan şöyle bahsetmektedir:

"Şeyh Mustafa'ya benim tarafından geçmiş olsun de ve şu hikâyeyi ona söyle:

"Eskide iki ciddî ahiret kardeşleri var imiş. Biri hasta düşer, ötekisi ziyaretine gitti. Dua eder, hasta iyi olmaz. 'Öyle ise sen kalk, ben yatacağım' demiş. Hasta kalkmış, onun yerine hasta olarak yatmış. Her ne ise... Demek Şeyh Mustafa ile kardeşliğimiz ciddîleşmiş ki, ben hastalığına dua ettim, kabul olmadı. Fakat birkaç gün devamı mukader olan hastalığının bir parçası bana verildi. İnşaallah ona bir parça hiffet gelmiştir."

Hacı Hafız Mustafa Üstün'e, " hacı Aziz, Şeyh Mustafa, Aziz'in Mustafa" da denilmektedir.

Eğirdir'de Hacı ibrahim'in oğlu olarak l890 yılında dünyaya gelmişti. Yine Eğirdir'de l959'un Aralık ayında vefat etti.

Altı yaşında hafız olmuştu. Çok istedikleri halde Diyanetten resmî bir vazife alamadı.

Şeyh Mustafa İstiklâl Harbinde şarapnel yarası almıştı. Kardeşi de Birinci Cihan Harbinde şehit düşmüştü.

Bir gün hanımına eziyet ettiği vakitte Salih ismindeki Nur talebesi kendisine Üstadın selâmını getirmiş ve hanıma eziyet etmemesini bildirmişti. Hulûsi Bey meczup hallerinden dolayı birgün Üstadın "Meczup Mustafa'yı atmak istedim. Sonra ihtar edildi: 'Buna acı, çünkü hale mağlûptur" dediğini ifade etmektedir.

Ehl-i ilim, ehl-i keramet ve ehl-i hal olan Şeyh Mustafa gazi maaşını almayı da istememişti. Keramet hallerinden Cuma namazına yarım saat kala iki-üç saatlik mevkilerde ayrı ayrı cumada görenler olmuştu.

l959 sonlarında Akpınar köyünden aşağıya doğru inerken düşüp vefat etti.
Hacı Hafız Mustafa Üstün'ün annesi aslen Denizli'nin Çalkazâsındandı. Hulûsi Beyi Üstada götüren bu veli zat, 26 Ağustos l922'den on iki gün önce, İzmir'den harp cephesinden anasına zafer müjdesini bildirmiştir.
 

OrhanCAN

Active member
es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu..ebeden ve daimen ve mukimen..

Demirci Salih Abimizi (RA) dünya gözüyle görmek nasip ve müyesser olmuştur... Eğirdirin demirciler mahallesinde dükkanı vardı, dükkanına gidiş gelişlerde yolda rastlardım..


halim ve selim bir abimizdi, vefatından önce evini hizmete vakfetmiş ve vefatından sonra buraya ilk önce kız kur'an kursu inşaa edilmişti. rahmetli kitapçı İsmail Abimiz (RA) önayak olmuş, inşaat için muhterem oğullarıyla büyük emek sarfetmişlerdi..

İlerki yıllarda himmetler biraz daha artırılarak kur'an kursu üzerine bir kat daha çıkılmış ve dersane yapılmıştır... burada soğuk kış günlerinde sobanın yanında dersler yapılır meyveler yenirdi.. daha sonra da ikinci kat inşaa edildi ve iki katlı bir dersane haline geldi..

Muhterem ve mübarek Demirci Salih Abimiz (RA) sadakay-ı cariye kabilinden kendisi çok güzel bir miras bırakıp 1991 rahman-ı Rahime kavuştu... geceleri dualarımda ve yasin+fatihalarımda...Efendimizden ve silsilesinden sonra Mübarek Üstadımızla (RA) birlikte, anne-babası yakın eş ve dost akrabaları ve ahirete göçmüş talebeleri, derken aklıma gelir hayırla yad ederim..

..Allah (CC) rahmet eylesin..
 
Üst