Cevap: Vecize Dersimize Bekliyoruz...“Huz mâ safâ, da’ mâ keder”
Olaylara ve hadiselere iman ve hidayet gözlüğü ile bakan birisi, her şeyin iyi ve güzel tarafını görür ve onunla mutlu olur. Zahirde çirkin ve azap gibi duran şeyleri de kadere havale edip, tam bir teslimiyet ve tevekkül ile o huzur ve mutluluğuna halel ve zarar verdirmez. Bu sebepledir ki, kadere iman eden kederden emin olur, denilmiştir.
Kafasına ve kalbine iman ve hidayet gözlüğünü takmayan bir münkir ise, her şeyin ve her hadisenin kötü ve çirkin tarafını görür ya da öyle algılar. Hayatı bir azap makinesine döner. Sefayı unutur, kederi alır, hayatı zehir olur.
Evet iman her şeyi güzel gösteren bir iksir ve formül gibidir. Kim bu formülü ve iksiri elde ederse, hem bu dünya hayatı hem de ebedi olan ahiret hayatı kurtulur. Aksi durumda olan insanlar ise keder ve azap yumağı içinde helak olurlar.
Kısacası, güzel gören güzel düşünür, güzel düşünene ise hayatından lezzet alır.
Safa vereni al, keder vereni bırak” manasıyla aciz insanlar
safa bulmak adına hiçbir şeye aldırmayıp hayatın tadını çıkarmak üzere zevk ve eğlence peşinde koşanlar dünyevî ölçekte dahi huzur ve mutluluk bulamamışlar. Böyle bir anlayışın hoşnutluk getirmesi mümkün değil çünkü. Ahmaklıktan, akledememekten kaynaklanan ölçüsüz ve manasız bir eğlence düşkünlüğü demek olan sefahat huzur getirmez. Sefahati artanın dünyaya bağlılığı artar, ölüm korkusu büyür; bu korku her türlü lüks ve eğlenceye rağmen hayatı zehir eder insana.
Dünyadaki safa ve huzur, nefsin hevasını tatmin için koşturmakla değil, ölüm sonrasına hazırlanıp ölüm korkusundan sıyrılmakla temin edilir. Kaldı ki mümin, ölümün bir tasfiye olduğunun farkındadır. Azrail mümine hoş gelmiş, safa getirmiştir. “Safa getirdin”le hoşça karşılanan bir ölüm, safa bulduran bir ölümdür.