“Vicdansız” çocuk yetiştirmemek için dikkat!

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
“Vicdansız” çocuk yetiştirmemek için dikkat!
Vicdan “kalıtım” yolu ile nesilden nesle aktarılmıyor olsa da, bir çocukta vicdan oluşumunun çok erken yaşlarda başlıyor olması dolayısıyla, anne babalar çocukların vicdanının oluşumunda bir “çekirdek”, bir “nüve” olma hükmündedirler. Çocuk, daha bebeklik yıllarından itibaren karşı karşıya kaldığı anne ve babasının “davranışlarından” ve “konuşmalarından” kendi içindeki vicdan çekirdeğini geliştirmeye başlar.


Sözlüklerde vicdan; “yanlış ve doğrunun ne olduğunu bildiren duygu ve insanın içinde hissettiği ses.” diye tarif edilmektedir. Bir başka deyişle, “kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten güce” vicdan adı verilmektedir. (1)

Vicdan hakkında bugüne kadar birçok izahlar yapıldı ise de, günümüz pozitif bilimleri vicdanın insan vücudunun “neresinde” ve “nasıl bir şey” olduğunu izahtan uzak kalmışlardır. Vicdan konusunda yapılan yorum ve tariflerde vicdanın “ne” olduğu değil, “nasıl” işlediği konusunda düşünce açıklamaktan ileri gidilememiştir.


Geçen yüzyılın başında, materyalist ve modern psikiyatristleri ile birlikte vicdana bir “mekân” tayin etme heyecanı uyanmış ve hatta bir kısım psikiyatristler vicdanın genetik olarak babadan oğula aktarıldığı ve genlerle bir ilgisinin bulunduğu yönünde fikirler ileri sürmüşlerdir.(2)


Ancak zaman içinde yapılan araştırmalar ve pratik gözlemler vicdanın kalıtım olarak nesilden nesle aktarıldığı yönündeki hiçbir veriyi doğrulamamıştır.


Vicdanı bir maddesel varlık ve “gen” ile izah etmeye çalışan bu görüş sahiplerinin aksine özellikle batılı ilahiyatçılar vicdanın “Tanrı’nın insanın içindeki sesi, insanı doğruya çağıran ilahi gücü” olarak tarife yeltenmişlerse de bu görüş de çok kabul görmemiştir.


Konu hakkında şark dünyası da derinlemesine fikir alışverişinde bulunmuş, özellikle tasavvuf ehli âlimler insanın mahiyeti konusunda oldukça kıymetli çalışmalar yaparken “vicdan” konusuna da değinmişlerdir. Yapılan bu izahlar daha öncekilere nazaran daha gerçekçi ve modern pedagojiye daha bir yol göstericilik sağlamıştır.


Sufistlerin bu izahları batılı psikolog ve pedagogları da etkilemiştir. Bu doğrultuda görüş beyan eden uzmanların büyük bir kısmı günümüzde artık, vicdanın her bir insanda anne babasından bağımsız olarak var olduğunu ve “vicdanın eğitilebilir” (3) olduğu konusunda görüşler beyan etmeye başlamışlardır.


Özellikle Alman Psikolog Wilhem Wundt vicdan eğitimi konusunda anne babanın öneminin üzerinde ısrarla durmuştur. (4)


Anne babanın vicdanı çekirdektir

Her ne kadar vicdan “kalıtım” yolu ile nesilden nesle aktarılmıyor olsa da, bir çocukta vicdan oluşumunun çok erken yaşlarda başlıyor olması, anne babalar, çocukların vicdanının oluşumunda bir “çekirdek”, bir “nüve” hükmüne dönüştürecek kadar önem kazanmaktadır.

Çocuk, daha bebeklik yıllarından itibaren karşı karşıya kaldığı anne ve babasının “davranışlarından” ve “konuşmalarından” kendi içindeki bu vicdan çekirdeğini geliştirmeye başlar.
Çocuk, daha doğduğu ilk günden itibaren özellikle anne ile kendi arasında oluşturmaya çalıştığı “güven bağı” (5) ile hayatın geri kalan kısmında nasıl bir insan olacağının da sinyallerini vermeye başlar.

Doğumu takip eden ilk saatler
Yeni doğan bebekler ve anneler üzerinde yapılan çalışmalara bakıldığında, çocuğun doğumunu takip eden ilk saatlerin insan yaşamında oldukça önemli bir yer tuttuğunu gözler önüne sermektedir. Çünkü doğumu takip eden ilk saatlerde çocuk ile anne arasında sanki büyülü bir şekilde “manyetik bağ” oluşmaktadır. “Güven bağı” adı verilen bu ilahi bağın ilk harcı, anne ile çocuk arasında çocuğun doğduğu ilk gün, ilk saatlerde atılmaktadır.

Şöyle ki; doğumu takip eden ilk dakikalarda, anne beynindeki “hipofiz” adlı salgı bezinden salgılanan “prolaktin” hormonu, anneyi aşırı derecede duyarlı hâle getirir. Bebeğini ilk defa kucağına alan anne, işte bu aşırı duyarlı hâli ile o anda yaşadığı ânın her bir saniyesini “sanki” mekanik bir kameraya kayıt eder gibi bilinçaltına kayıt eder. Bu kayıtta, çocuğunun ilk ağlaması, bebeksi kokusu, teninin yumuşaklığı gibi bebeğe ait her bir özellik anne zihninde yer alır.
Bu nedenle diyebiliriz ki, bebeğin doğduğu anda anne kucağına verilmesi ve anne ile çocuk arasında bu duygu alışverişinin yaşanması hayati önem taşımaktadır.
Her bir annenin hayatının güzel ve en önemli dakikalarını oluşturan bu an, aynı zamanda anne ile çocuk arasındaki “senkronizasyon” ânıdır.

Anne bedeni ve çocuk
Annenin bebeğine sarıldığı bu ilk dakikalarda aslında “mucizevî” bir şekilde duygu alışverişi, yani anne ile bebek arasında “duygusal uyum” da gerçekleşmektedir.
Doğumu takip eden bu dakikalar öylesine önemlidir ki; örneğin, bir anne bebeğini doğumdan hemen sonra kucağına alsa ve bu duygu alışverişini yapsa; öpse ve koklasa… Daha sonra bebeğini bir şekilde kaybetmiş olsa ve yıllar boyunca kaybettiği çocuğunu hiç göremese… Yıllar sonra kaybettiği çocuğunun yetişkin olarak sokakta görse… Bu anne bu çocuğun kendi çocuğu olduğunu hissedebilir… Çünkü anne doğumu takip eden dakikalarda çocuğunun bütün bilgilerini hafızasına kaydetmiştir ve kendisi hatırlamasa da bilinçaltında bir ses anneye o çocuğun kendi çocuğu olduğunu hissettirmektedir. Böylesi mucizevî bir kavuşmaya ister “annelik içgüdüsü” denilsin, ister “kan çekti” denilsin, bilimsel araştırmalar böylesi bir olayın gerçekleşmesini doğumu takip eden günlerde annenin çocuğuna ait verileri bilinçaltına kayıt altında tutulmuş olmasında aramaktadırlar.

Anneye güven
Nasıl ki anne, doğum anında mucizevî bir şekilde kendi bebeğinin bütün bilgilerini bilinçaltına kayıt altına almakta ise, bebek de doğduğu ilk anda annesinin tenine dokunması ile annesinin sesini duyması ile hayat boyu kullanacağı güven bağını oluşturmaya başlar.

Doğumu takip eden ilk günden itibaren başlayan bu duygusal iletişim, dört yıl boyunca santim santim çocuğun ruhunda gelişecek olan güven duygusunun temelini oluşturacaktır. Çocuk, anneye güvendiği kadar hayata güven duyacaktır. Anneden ihmale uğradığı kadar hayata güvensizlik duyacaktır. Veya bir başka deyişle, annesinden duygusal olarak doyabildiği kadar vicdanı hassaslaşacak, annesinin ihmaline uğradığı kadar da vicdanı katılaşacaktır.

Eğer, doğumu takip eden saatlerde anne bebeğini kucağına almaz ve bebeğine dokunmazsa, bebek ile anne arasında gerçekleşecek olan ruh uyumunda zedelenme meydana gelir. Böylesi bir zedelenme ilerleyen yıllarda annenin bebeğinden yorulmasına, bebeğinin isteklerinin anneyi zorlamasına neden olur.
Sadece doğumu takip eden saatlerde değil, anne ile çocuğu arasındaki duygusal uyum süreci annenin bebeğini emzirmesi ile de devam eder.

Anne sütü vicdanı besler
Bebek dünyaya geldiği ilk dakikalarda anne ile böylesi gizemli bir manyetik bağ oluşturur kendine. Ancak bu bağ doğum anında yaşanılan olaylarla sınırlı değildir. Anne ile çocuk arasındaki bu mucizevî bağ, çocuğun doğduğu ilk günden itibaren başlar ve tam dört yıl boyunca devam eder.

Çocuk ile anne arasında oluşacak olan bu bağ öyle fıtridir ve öylesine doğaldır ki, ne annenin ne de çocuğun bu bağı oluşturmak için ayrıca bir çaba sarf etmesine gerek yoktur. Anne, annelik yaptıkça; anne, çocuğun en tabi ihtiyaçlarına karşılık verdikçe bu bağ kendiliğinden oluşur.

Örneğin; çocuk doğduğu anda anne sütüne ihtiyacı vardır. Aslında anne sütü her ne kadar çocuğu fizyolojik olarak beslese de, çocuk annesinin göğsüne yattığında aynı zamanda huzur da yudumlar. İçindeki huzursuzlukları, korkuları ve heyecanı sakinleştirir. Annesinden aldığı teselli ile vicdan hissini yavaş yavaş geliştirir. Yoksa anneyi çocuğun sadece süt ihtiyacının karşılandığı bir merkez olarak görmek hem anneye hem de çocuğa karşı büyük saygısızlık olur.
Zaten, dikkat edilirse annesini emen çocuk sadece acıktığı zaman annesinin göğsünü istemez… Aksine, çocuk korktuğu zaman, hasta olduğu zaman, bir yerleri ağrıdığı zaman, kendini tedirgin hissettiği zaman hep annesinin göğsüne sığınır.
Bu yüzden çocuğun anne sütü ile beslenmesi, çocuğun ruhi gelişimi açısından da oldukça önemlidir.

Ancak, maalesef günümüzde “annenin de kendine ait bir hayatı var” ya da “çocuğun her ihtiyacını karşılamak çocuğu anneye bağımlı hale getirir” anlayışından dolayı, günümüzde çocuklar gerektiği kadar annesinin göğsüne yatamamakta, gerektiği kadar annesini koklayamamakta, korkularının tesellisini annesinden bulamamakta ve bunun doğal neticesi olarak da hiç kimse fark etmese de çocuklar katılaşmış bir vicdan ile büyümektedirler.

İşte günümüz toplumunda vicdansız insanların varlığının bir numaralı sebebi, anne ile çocuk arasında vaktinde kurulması gereken duygu alışverişinin kurulamamış olmasıdır diyebiliriz. Zira anne sevgisi ve ilgisinden mahrum, katılaşmış bir vicdanın eğitilmesi, sevgi ve şefkat ile yumuşatılmış hassas bir vicdanın eğitilmesinden çok daha zordur.
--------------------------------
1Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, 2008.
2 Bu görüşü Sigmund Freud ortaya atmış ve kendi talebeleri tarafından benimsemiştir.
3 Çocuk vicdanı ve Biz, Hans Zulleger, Cem Yayınevi, 2005
4 Wilhem Wundt; formel ve akademik bir bilim olarak psikolojinin kurucusu, Alman Psikolog.
5 Jhon Bowby, Attachment and Loss
 
Üst