YA LEYL
Seni kaybettim. Hükümsüzdür!
Son seferine eğildiğim hayatın eylemsizlik durağında son yolcuyum. Anlaşılmaz ağrıların kekremsi çürümüşlüğünde kayboluşlarımı sessizliğimle itiraf ediyorum. Kahkahası kalıyor dudaklarımda arınmaz saklanışların. Kimliğimi örtbas ederken kül sözcükler, taşınmaz uçurumları sarıyorum gözlerimin ferine. Yeniden ağlasın diye kantarda ağır gelen öfkeli akşamlarım.
Nara abanıyor ruhsatsız bakışlarım. El uzaklığın tenimin her milimetrekaresini sızlatıyor. Gözlerimi kefenliyorum hasretine bir ayıpsız kan vakti, yakınına iliştiriliyorum dolunaydan sürgün gecenin. Biliyor musun, sanrıların yasak adımlarla yaklaşırken uykuna, ünlemi süngülenmiş şiir oluyor sana yüzüm. Hadi güller yakıldı har için, sen niye çarmıhta düşsün şizofren güncene? Bugün çok ağladım, kirpiğin mi tutuştu yoksa ya leyl?
Çok şey değildir cümleler, şey’in çokluğudur sendeki: Varlığın önde öleni... Evveli hayat/sız sonrası zaman/sız vurguları yutkunan caddelerden gelen sesteki delilik uğultusuna saplanıyor saçların. Acıya selam duruyorum şölensel geçişlerde. Geçişsel şölenlerde toprağa yüz çevir/me/mek için ezberimde tutmuyorum gökyüzünün seyrinde kanayan turna yalnızlığını. Ya leyl! Ört üstümü çığlıkların sende kalan kalabalığıyla. Aklanmamış cürümleri aldatırken havada kalan cümleler, fesadı dağlanmamış öyküleri yık saçlarıma. Şakaklarımdan akan kirli düşleri yıkamıyor bu yağmur…
Uygun adım ölmeyi dayatırken ihbarlara gönüllü kentler, anonim acıları Türkçeye çeviremiyor aşk. Oysa ben hep aşkın ana dilince susuyorum hafakanlarımı. Terkisinde verem hayatı taşıyan bir faizli yalnızlığın bedelini ödüyorum benliğime intiharın avlusunda. Sadedine gelemiyorum tuvalime yakışmayan ‘o’ şirret ve karamsar resmin. Burada yağmurlar tuzlu ve sen eksik bu çoğul şarkılarda. Sustur uygunsuz notaları yanlış sayfalara sol anahtarsız düşen şarkıları. İçim dökülüyor sensizliğime. İçim sensizliğimden sökülüyor. Kan tadına bürünüyor kalbimin perde arkası ağlayışları. Hangi seni çıkarsam benden sadeleşir ölüm ya leyl?
Ten hummalı haykırışları uzun metrajlı ah’larda iliklerime ilikliyorum. Zulamda delilik gömleği. Kendi sessizliğinde yok olmak isteyen aşk teneffüslerinde kalbime batırıyorum bütün uçurumları. Kanırtarak yalnızlığın ateşe sığmayan cürmünü akrebin intiharını nefesimde gizliyorum. Gizleniyorum her kaybedişin arkasını çoğaltan sese. Yangın kavminin dönüşleri memnu gelmelerinin küllerine bastırıyorum avuç içimi. Kanıyor bu yara leyl, sen boyundan aşk boyuna kadar; sayma beni kendine. Bin yıllık hicranın yazgısında yatıya kalan içimden, dökerek ardına yığıldığımız İstanbul türkülerini sesinden, çık. Bir tek saç teline kurban gitmeye derman yok dizlerimde.
Tavafına geç kalmışım şehla gözlerinin. Seni bağışlayamam ne kendine ne kendime. Arafında kalsın sesimce kırılan yalvarışlar. Seni aşk bağışlasın.
Giz’imde gizlenişlerin yakıyor nefesimi. Boynumu uzatıyorum senli çaresizliklere, dudağınsız. İsyana ve aşka bağımlı yaşamsızlıkta ölürcesine delirebilme arzusu çiğniyor aklımın satırlarını. Giz’im adından aşağı karanlıklara yuvarlanıyor tepetaklak. Sonu ‘eyvah’a çıkan her ağrıda eskiyen yanlarımı aşka sebep kalışlarına ekliyorum. Ovup duruyorum göğsüme gömdüğün acıyı, geceyi inletmesin titreyişlerim diye. Ah, Azrail peşime düştü kalbim. Hadi durul da bizde ölelim cinnetin cennetinde. Gördün mü kalbim, yine kaldın sen bana.
Bedenime üflenirken ruhum ismiyle var olduğum! Kanırta kanırta sevdiğim! Zaman durmuşken sende, bir adım atılmıyor sen’in dışına. Çıldırmadan ölemiyorum ‘sen’ şiirimde. Nokta. Sen.
CENGİZHAN KONUŞ
Seni kaybettim. Hükümsüzdür!
Son seferine eğildiğim hayatın eylemsizlik durağında son yolcuyum. Anlaşılmaz ağrıların kekremsi çürümüşlüğünde kayboluşlarımı sessizliğimle itiraf ediyorum. Kahkahası kalıyor dudaklarımda arınmaz saklanışların. Kimliğimi örtbas ederken kül sözcükler, taşınmaz uçurumları sarıyorum gözlerimin ferine. Yeniden ağlasın diye kantarda ağır gelen öfkeli akşamlarım.
Nara abanıyor ruhsatsız bakışlarım. El uzaklığın tenimin her milimetrekaresini sızlatıyor. Gözlerimi kefenliyorum hasretine bir ayıpsız kan vakti, yakınına iliştiriliyorum dolunaydan sürgün gecenin. Biliyor musun, sanrıların yasak adımlarla yaklaşırken uykuna, ünlemi süngülenmiş şiir oluyor sana yüzüm. Hadi güller yakıldı har için, sen niye çarmıhta düşsün şizofren güncene? Bugün çok ağladım, kirpiğin mi tutuştu yoksa ya leyl?
Çok şey değildir cümleler, şey’in çokluğudur sendeki: Varlığın önde öleni... Evveli hayat/sız sonrası zaman/sız vurguları yutkunan caddelerden gelen sesteki delilik uğultusuna saplanıyor saçların. Acıya selam duruyorum şölensel geçişlerde. Geçişsel şölenlerde toprağa yüz çevir/me/mek için ezberimde tutmuyorum gökyüzünün seyrinde kanayan turna yalnızlığını. Ya leyl! Ört üstümü çığlıkların sende kalan kalabalığıyla. Aklanmamış cürümleri aldatırken havada kalan cümleler, fesadı dağlanmamış öyküleri yık saçlarıma. Şakaklarımdan akan kirli düşleri yıkamıyor bu yağmur…
Uygun adım ölmeyi dayatırken ihbarlara gönüllü kentler, anonim acıları Türkçeye çeviremiyor aşk. Oysa ben hep aşkın ana dilince susuyorum hafakanlarımı. Terkisinde verem hayatı taşıyan bir faizli yalnızlığın bedelini ödüyorum benliğime intiharın avlusunda. Sadedine gelemiyorum tuvalime yakışmayan ‘o’ şirret ve karamsar resmin. Burada yağmurlar tuzlu ve sen eksik bu çoğul şarkılarda. Sustur uygunsuz notaları yanlış sayfalara sol anahtarsız düşen şarkıları. İçim dökülüyor sensizliğime. İçim sensizliğimden sökülüyor. Kan tadına bürünüyor kalbimin perde arkası ağlayışları. Hangi seni çıkarsam benden sadeleşir ölüm ya leyl?
Ten hummalı haykırışları uzun metrajlı ah’larda iliklerime ilikliyorum. Zulamda delilik gömleği. Kendi sessizliğinde yok olmak isteyen aşk teneffüslerinde kalbime batırıyorum bütün uçurumları. Kanırtarak yalnızlığın ateşe sığmayan cürmünü akrebin intiharını nefesimde gizliyorum. Gizleniyorum her kaybedişin arkasını çoğaltan sese. Yangın kavminin dönüşleri memnu gelmelerinin küllerine bastırıyorum avuç içimi. Kanıyor bu yara leyl, sen boyundan aşk boyuna kadar; sayma beni kendine. Bin yıllık hicranın yazgısında yatıya kalan içimden, dökerek ardına yığıldığımız İstanbul türkülerini sesinden, çık. Bir tek saç teline kurban gitmeye derman yok dizlerimde.
Tavafına geç kalmışım şehla gözlerinin. Seni bağışlayamam ne kendine ne kendime. Arafında kalsın sesimce kırılan yalvarışlar. Seni aşk bağışlasın.
Giz’imde gizlenişlerin yakıyor nefesimi. Boynumu uzatıyorum senli çaresizliklere, dudağınsız. İsyana ve aşka bağımlı yaşamsızlıkta ölürcesine delirebilme arzusu çiğniyor aklımın satırlarını. Giz’im adından aşağı karanlıklara yuvarlanıyor tepetaklak. Sonu ‘eyvah’a çıkan her ağrıda eskiyen yanlarımı aşka sebep kalışlarına ekliyorum. Ovup duruyorum göğsüme gömdüğün acıyı, geceyi inletmesin titreyişlerim diye. Ah, Azrail peşime düştü kalbim. Hadi durul da bizde ölelim cinnetin cennetinde. Gördün mü kalbim, yine kaldın sen bana.
Bedenime üflenirken ruhum ismiyle var olduğum! Kanırta kanırta sevdiğim! Zaman durmuşken sende, bir adım atılmıyor sen’in dışına. Çıldırmadan ölemiyorum ‘sen’ şiirimde. Nokta. Sen.
CENGİZHAN KONUŞ