MALAYANİ
[FONT=times new roman, times, serif]‘Malayani’, din ve dünya için ne konuşan ve ne de dinleyen kişiye faydası olmayan sözü söylemektir.[/FONT][FONT=times new roman, times, serif][1][/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Müslüman kimsenin söylediği yalan, gıybet ve fuhuş ise zaten bunlar haramdır. Bunlardan kaçınmak gerekir. Mübah olan (yani yapılmasında dinen sakınca görülmeyen) konularda bile olsa, fazilet yolunda koşan, kemal (olgunluk) ehli olanlar için malayaniyi terk etmek daha uygundur. Zira malayani, vakit öldürmektir. Vakit öldürmek ise hüsran ve pişmanlığa sebeptir. Malayani ile harcanan süre içinde, Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğü ve evrendeki mülkiyeti tefekkür edilse, Hak’tan nice nimetler insanlara verilirdi. Dil boş yere yorulmaz, insanın amelini yazan kâtip melekler boş yere zahmet çekmez ve amel defteri abes (boş şeylerle) ile dolmazdı. Bunun yerine zikir, tesbih ve hamd olsaydı, nice büyük sevaplar elde edilirdi. O halde lüzumsuz faydasız şeylerle insan için çok kıymetli olan zamanı geçirmek akıllıca bir davranış değildir. [/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Dünyada lüzumsuz, boş ve faydasız hiçbir şey yoktur. Allah Teâlâ (c.c.) her yarattığını bir hikmete dayalı ve bir hizmete uygun yaratmıştır. Ancak her şeyin, herkes için, her zaman gerekli olması da hiç şüphesiz düşünülemez. Bu gerçeği belirtmek için Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Din ve dünyaya faydası olmayan şeyi (malayaniyi) terk etmek, kişinin müslümanlığının güzelliğindendir.”[2] [/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Burada ilk önce bazı konulara açıklık getirmek gerekmektedir. Yani neyin malayani, neyin gerekli olduğunu ayırabilmek için, öncelikle sağlam değer ölçülerine sahip olmak gerekir. Hiç şüphesiz müslümanlar için müslümanlığın değer ölçüleri esastır. O halde olgun mümin, Müslümanlığın ölçülerine göre yaşayan ve çevresini bunlara göre değerlendiren kişidir. Malayaninin terk edilmesi, müslümanın sürekli uyanık olduğunu gösterir. Sürekli olarak kendini kontrol fikri ile yaşadığını belgeler.[/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Malayaniyi terk etmek, gerekli olanı gerekli yer ve zamanda ve gerektiği ölçüde yerine getirmek demektir. Toplumda olumsuz gelişmelerin önlenmesi, büyük ölçüde gereksizlerin terk edilmesiyle mümkün olacaktır. Bu sebepledir ki, İslâm âlimleri bu hadisi ‘medâr-ı İslâm’ olan dört hadisten biri kabul ve ilân etmişlerdir.[/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Gereksizi terk etmek, lüzumluları önem sırasına koyma fikrini de beraberinde getirir. Böylece müslüman, her konuda en lüzumlu olanı işlemek, en gerekli olanı ortaya koymak başarısını ve basiretini yani olgunluğunu gösterir. Bu da onun güzel müslüman olduğunun delili olur.[/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Malayani ile meşgul olmak, yapılması gerekenleri ihmal etmeye götürür. Çünkü gerekli-gereksiz her şeyle meşgul olmak insanı, kolayı tercihe sevkeder. Bütün bunlar ise, sonuçta müslümanı fuzûlî işlerin adamı durumuna düşürür. Bu bakımdan hadis-i şerif, çok önemli bir tespit yapmakta, iyi müslüman olabilmek için her şeyden önce kendisini ilgilendirmeyen fuzûlî işlerle meşgul olmamak gerektiğine dikkat çekmektedir. Çünkü insan ömrü kısa olup hızla geçmektedir.[/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Gerekli-gereksiz her şeyin harman olduğu günümüzde sadece lüzumlu işlerle meşgul olabilmek, ancak gerçekten olgun bir iman ile mümkündür.[/FONT][FONT=times new roman, times, serif][3][/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Hakikî müminin özelliklerinden biri de boş ve faydasız işlerden uzak durmasıdır. Bir ayette bu açıkça belirtilir: “Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.”[4][/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Saçma, boşuna ve hiçbir şekilde kişinin hayattaki amacına ulaşmasında yararı olmayan şeyler vardır ki, müminler böylesi şeylere önem vermezler ve hiç bir eğilim ve ilgi duymazlar. Bu tür şeylere dalındığını gördüklerinde hemen uzaklaşırlar ve titizlikle bunlardan kaçınırlar, ya da bunlara bütünüyle ilgisiz kalırlar. Şüphesiz müminlerin önde gelen niteliklerindendir bu durum. Mümin her an omuzlarında sorumluluğunun yükünü hisseden kişidir; dünya onun için bir imtihan yeri ve hayat da bu imtihan için ayrılmış sınırlı bir süredir. Tüm zihni, bedeni ve ruhuyla sınav kâğıdına eğilen bir öğrenci örneği, bu duygu da mümini tüm hayatı boyunca ciddi ve sorumluluk içinde davranmaya yöneltir.[/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Nasıl sınav salonundaki öğrenci her anının geleceği için ne kadar önemli ve etkili olduğunun bilincindeyse ve bu bilinçle en ufak bir anını bile boşa harcamak eğilimi göstermezse, aynı şekilde mümin de hayatının her anını yararlı ve nihaî sonuca götürücü işlerle geçirir. O kadar ki, eğlenme ve dinlenme konularında bile, kendini hayatta daha yüce hedeflere hazırlayıcı ve zamanı boşa geçirtmeyecek seçimlerde bulunur. Bunun yanı sıra, mümin doğru düşünür, pak ve temiz tabiatlıdır ve halis zevkler sahibidir. Ahlâk dışı şeylere karşı herhangi bir eğilim taşımaz o. Yararlı ve doğru söz söyler, gevezelik etmez ince bir şakacılığı vardır, ama bu hiçbir zaman alay, eğlence, güldürmece ve taklit cinsinden değildir.[/FONT][FONT=times new roman, times, serif][5][/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Müminin kalbini boş şeylerden, oyun ve eğlenceden, gereksiz ve yakışıksız şeylerden alıkoyan uğraşları vardır. Allah (c.c.)’ı anmak, O'nun ululuğunu tasavvur etmek, O'nun iç ve dış âlemde yer alan ayetlerini kavramaya çalışmak gibi uğraşları vardır. Evrensel sahnelerin her biri, insan aklını bütünüyle kaplayacak niteliktedir. İnsanın düşüncesini uğraştıracak, vicdanını harekete geçirecek özelliktedir. Sonra, müminin kalbinin inancın yükümlülükleri gibi uğraşıları da var. Kalbi arındırmak, ruhu ve vicdanı temizlemek gibi uğraşıları vardır. Hayat tarzında yerine getirmesi gereken sorumlulukları, imanın öngördüğü yüce hayat düzeyini koruma çabaları vardır. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, toplumsal hayatı bozulmaktan ve sapıklıktan korumak gibi yükümlülükleri vardır. İnancını korumak, zafere ulaştırmak ve her zaman üstün tutmak için cihad etmek, düşmanların komplolarına karşı gece gündüz uyanık bulunmak gibi görevleri vardır. Bunlar hiçbir zaman bitmeyen, sonu gelmeyen sorumluluklardır. Mümin bunları görmezlikten gelemez, kendini bunlara karşı sorumsuz sayamaz. Bunların hepsi de farzdır, ya farz-ı ayn ya da farz-ı kifayedir. Bütün bu görev ve yükümlülükler insanın tüm emeğini, tüm ömrünü kaplayacak yeterliliktedir. İnsanın gücü, enerjisi sınırlıdır. Bu güç ve enerji ya insan hayatını iyileştiren, geliştirip kalkındıran bir yönde harcanacak ya da gereksiz şeyler uğruna, boşu boşuna, oyun ve eğlence için harcanacaktır. Oysa mümin inancının gereği olarak bu enerjiyi yapıcı bir amaçla dünyanın kalkınma ve ıslahı için harcamak zorundadır.[/FONT][FONT=times new roman, times, serif][6][/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Bir başka ayette ise, malayaniye iltifat etmemek, vakarlı müminin özelliklerinden biri olarak sayılır. Ayet şöyledir: “(O kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.”[7][/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Gerçek kullar veya onurlu müminler ayetteki ifadesiyle ‘lağv’a yani boş söze rastladıklarında, sanki bu pislik yığınıymış gibi vakarla geçerler. Ahlâksızlık, iğrenç sözler ve terbiyesizlik kiriyle zevklenmek için oralarda eğlenmedikleri gibi, herhangi bir tür kiri duymamak, görmemek veya bu kire bulaşmamak için bilerek ve kasıtlı olarak kirin bulunduğu yerlere gitmezler. Müminler böyle şeylerle ilgilenmezler, bu tür şeylere kulak vererek ruhlarını kirletmezler. Böyle şeylere katılmak bir yana, görmekten, yakınından geçmekten bile kaçınırlar, onurlarını korurlar. Çünkü müminin boş ve gereksiz şeylerden çok daha önemli isleri vardır. Onun kendini eğlenceye, oyuna vermesini gerektirecek kadar boş vakti yoktur. Onun inancı, davası, kişisel yükümlülükleri ve hayattaki sorumlulukları yeterince kendisini uğraştırmaktadır.[/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Dünya hayatı çok kısa, yapılacak işler de aksine çoktur. İnsan olarak ilâhî inayet ve rahmetin bizlerden yana tecelli ettiğini düşünmemiz ve ona layık olabilmemiz için gerekeni yapmamız kadar doğal ne olabilir? Önümüzde çözülmesi gereken birçok mesele ve problemler dururken çok kıymetli vakitlerimizi basit şeylerle, sürtüşme ve tartışmaya ayırmamız, haddini bilmeyen insanlara muhatap olmamız bize bir şey kazandırmayacağı gibi, çok şeyler kaybettireceğinde şüphe yoktur. Biz her şeyden önce ebedî bir hayatın eşiğine getirildiğimizi ve şu anda ona hazırlık dönemi içinde bulunduğumuzu bilmek zorundayız. Bunun için de bize belli bir süre takdir edilmiştir. Sürenin sonuna gelmeden, yani ecel çizgisine ayak basmadan kendimizi İlâhî beyan doğrultusunda donatmamız gerekmektedir. Allah (c.c.)'a dosdoğru iman eden kişiler olarak günlük hayatımızın hep doğruluk, fazîlet, adalet, ciddiyet, sâlih amel ve hayırlı işlerle geçmesi bir emr-i ilâhîdir. Ve mümin olarak, Kur'ân'ın açıkladığı üzere, her şeyin en ciddisini, en iyisini ve en güzelini yapmakla yükümlü bulunuyoruz. Böyle bir yarışa katılmamız, dünya ile âhiret hayatımızı birbirine bağlar ve biri diğerini en mükemmel ölçüde tamamlar.[/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Ensardan bir genç Uhud savaşında şehit oldu. O açlıktan göğsüne taş bağlamıştı. Annesi onun yüzünden tozları silip ‘Cennet sana mübarek olsun.’ deyince Hz. Muhammed (s.a.v.), “Nereden bildin? Eğer sağlığında malayani söylüyor idiyse?”dedi. Buradan anlıyoruz ki malayani, kişinin cennete gitmesini tehlikeye düşürecek kadar ciddi sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Bu da malayaninin dinimizde ne derece zararlı bir şey olduğunu gösterir.[/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]İmam Gazâli malayaninin sınırını; ‘Söylemediğin takdirde hiçbir zarar çekmeyeceğin söz’ olarak çizer. Örneğin; Bir toplulukla konuşurken, onlara başından geçen bir takım olayları, gördüğün dağları, denizleri, gördüğün genç ve yaşlı insanları anlatmak bu türdendir. Eğer bu sözleri kişi söylemezse, dinî ve dünyevi anlamda hiçbir zarar görmez. Kişi bunları söylerken, her ne kadar bazı kişileri kötülemekten, gıybetten, gezip gördüğü yer ve olaylardan dolayı şahsında doğacak böbürlenmeden sakınsa da, zamanı öldürme, dilini zikir ve tesbihten uzak tutma gibi faziletlerden uzak kalacağı açıktır.[/FONT]
[FONT=times new roman, times, serif]Malayani genelde haram olan şeyleri sormaktan doğar. Yanındakine ‘Bugün neredeydin, nereden geliyorsun?’demekle, vakti boşa geçirdiğin gibi, ona zahmet vermiş de olabilirsin. Eğer bir yerden geliyorsa sana söylemesi uygun olmayabilir ve sen sorduğun için söylemek zorunda kalırsa bundan üzüntü de duyabilir. Yalan söylese günah işlemiş olur. Susarsa, cevap vermedi diye sen huzursuz olursun. Yahut sorduğun şey, bilmediği bir şey ise, bilmiyorum demekten kaçınıp yanlış bir cevap verebilir. İbadetinden sorarsan meselâ ‘Bu gün oruçlu musun?’desen o da evet dese şayet ucub, riya hastalığı varsa bu günahı işlemiş, üstün olan ibadetin gizli derecesini açığa vurarak indirmiş olur. Bütün bu afetlere lüzumsuz sorularınla sen sebep olursun. Eğer gereksiz konuşmayı ve malayani sözü terk etseydin, bu afetlerden yanındaki arkadaşın kurtulur, sen de endişe veren şeylerden uzak dururdun. Eğer lüzumsuz söz yerine zikir ve tesbih etseydin nice sevaplar bulurdun[/FONT]