topraktoprak
Well-known member
Birçoğunuz biliyordur Cemal Süreya'nın "sizin hiç babanız öldü mü" sorusuyla başlayan şiirini. sonra , "Benim bir kere öldü kör oldum" der, Cemal Süreya...
"Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum"
Benim hiç babam ölmedi, hamdolsun. Eğer ölseydi kardeşlerim bir kez daha kör olurlardı, hem de yetim. Ama kardeşim öldü benim. Babam, kör oldu, sağır oldu, dili tutuldu, kötürüm kaldı... Annem, eridi, çürüdü, tükendi...
Ya yeğenlerim?.. İşte onlar da kör oldular, yarım kaldılar, yetim kaldılar, eksildiler... Biri 4 yaşındaydı, diğeri 7. Babalarıyla yeterince boğuşamadan, döğüşemeden, gezemeden, gidemeden, gelemeden,doyamadan ayrıldılar. Babalarını öpemeden, sevemeden, üzemeden, kızdıramadan, şaşırtamadan yetim kaldılar. Herkesin, her an, babalarıyla yaptıkları en sıradan, en basit, en olağan şeyleri yapamadan babasız kaldılar...
Takdiri ilahi, kader, kısmet, nasip, imtihan dünyası... O kadar çok ismi var ki bu durumun. Birinden birini seçer, sonra da boynunuzu büker, yaşarsınız öyle... Çaresizlik teslim olmayı getirir, teslim olmak kabullenmeyi... Ve zaman, en iyi tedavi edici, sağaltıcıdır. Damıttığınız acıların panzehridir... Geride kalanlar için böyledir... Ana, baba, kardeş, eş... Bununla yaşamayı öğrenirsiniz. Öğrenemeyecek kadar küçük olanlar, muhtaç olanlar çocuklardır, onlar da ilahi hükümlerle korumaya alınmışlardır.
Kuran'ı Kerim'de bir çok ayette gözetip, kollamamız gerektiği buyrulan, Hz. Peygamberin hadislerinde iyi davranmamız gerektiği sıkça vurgulanan çocuklardır onlar... Körlüklerine ışık olacak, eksikliklerini tamamlayacak ilahi bir hamiye sahiptirler... Onlara yapılacak her türlü kötülük, büyük azaplarla cezalandırılacak
(Yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir.” -Nisa, 4/10-)
her türlü iyilik ise büyük nimetlerle mükafatlandırılacaktır.
(Müslümanlar içinde en hayırlı ev, kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir." (İbn-i Mâce, Edeb, 6)
"Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himâye eden kimseyle ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız." (Müslim, Zühd, 42)
"Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır..." -İbn-i Hanbel, V, 250- )
Biz kendi yetimlerimiz için elimizden geleni yapıyor, yetimliklerini onlara hissettirmemeye gayret ediyoruz. Lakin ve ne yazık hepsi "bizimki"ler kadar "şanslı" yetimler değiller... Deniz Feneri Derneğinin başlattığı ve halen sürdürdüğü "1001 Yetim, 1001 Dilek" projesine gelen mektupları okuyunca daha iyi idrak ediyorsunuz bunu... Babası olmadığı için matematikte "Ayşe'nin yaşı babasının yaşının..." ile başlayan problemleri ağlayarak çözen, hayat bilgisi dersinde anlatılan "Ailenin reisi babadır, çalışır, bize bakar. Anneler bahar temizliği yapar, sağlıklı yemekler pişirir" konularında gözleri dolan, delik ayakkabısı yüzünden ayakları yara olan, çalıştığı için okula gidemeyen ama SBS'ye hazırlanan binlerce yetimi ve binlerce dileğini... Öyle naif, öyle masum, öyle samimi ki... Kimi bisiklet istiyor, kimi yandığı için kel kalan kafasına saç... Kimi sandıklı baza, kimi spor ayakkabısı... Kimi sihirli değnekle babasını geri getirmek, kimi bayramlarda öpecek bir çift el... Hep bir yarım kalmışlık, hep bir tamamlanma arzusu...
Yetimler, mektuplarında kendilerini anlatmaya çalışıyorlar, yaşadıkları zorlukları ve nelere ihtiyaçları olduğunu... Çocukça ifade ediyorlar, cümlenin öğelerine dikkat etmiyorlar, anlatım bozukluğu, özne yüklem uyumsuzluğu yapıyorlar, konuşur gibi yazıyorlar ama o denli içten, o denli yürekten dökülüyor ki sözcükleri, ciğerimize kadar işliyorlar... Mesela Berat... İlkokul 4. sınıfa gidiyor. Evlerinde herşeyi olan, her istediği anında yapılan, emrine amade anne ve babalara sahip akranlarına öykünüyor ve bunu öyle safiyane ifade ediyor ki... Mektubundan...
" Ben Berat Kaçar, ilkokul 4. sınıfa gidiyorum. Biz 4 kardeşiz. Hepimiz okuyoruz. Çok fakir bir aileyiz. 5 senedir hepimiz aynı yatakta yatıyoruz. Kömürlükte yaşıyoruz. Evimiz bir kömürlüktü, artık oturulmaz bir hale geldi. İki ay önce iki odalı bir eve taşındık. Taşındığımız evin 400 tl kirası var. Annem kalp ve tansiyon hastası. Çalışamıyor.
Babam yok... Okul pantolonumu birisi verdi. O da bana olmuyor. Çok dar olduğundan dolayı karnım ağrıyor. Yatacak yatağımız yok. Hepimiz aynı yatakta yatıyoruz. İyi kötü bir yorganla bir battaniyemiz vardı, annem onu yıkadı, çaldılar. Öğretmenim bazen ödev verdiğinde yapamıyorum. İnternete gitsem, param yok, yaşım da tutmuyor. Okulumu seviyorum, okumayı seviyorum.
Herkes gibi benim de bilgisayarım olsun istiyorum. Büyüdüğümde jandarma olmak istiyorum. Sizden dileklerim,televizyon, buzdolabı, çamaşır makinası, koltuk takımı, yatak, yorgan, battaniye, yastık, 4'lü ocak. Hiçbirimizin giyecek kıyafeti yok. Ayakkabımız yok. Benim annem hasta, hergün ağlıyor. Gözleri iyi görmüyor. Gözlerinin görmesini istiyor. Artık annemin ağlamasını değil, gülmesini istiyorum... Üşüyorum, mont istiyorum. Okula aç gidiyorum, yiyecek istiyorum..."
Orhan Veli'nin dediği gibi kelimelerin kifayetsiz kaldığı, bir şeylerin anlatılamadığı kıyılar, herhalde buralar olsa gerek. Hergün bir vesileyle gözümüze sokulan ve malesef artık kanıksayıp, duyarsızlaştığımız sefalet edebiyatı ve vicdan sömürüsü değil bu... Kuran'i hükümlerle sorumluluğu hepimizin üzerine yüklenmiş bir nevi kulluk vazifesi. Lütfen, bakışlarımızı kaçırıp, yetimlerimizi görmezden gelmeye devam etmeyelim.
Yetimler 1 değil, 1000... Sevgimiz, merhametimiz, şefkatimizse hepsine yetecek kadar büyük... Yeter ki o merhameti ve şefkati köreltmeyelim, yetimleri karanlıkta koymayalım...
“Hayır; yetime karşı cömert davranmıyorsunuz
Yoksulu yedirmek konusunda, birbirinize özenmiyorsunuz
Size kalan mirası, hak gözetmeden yiyorsunuz.
Malı pek çok seviyorsunuz.
Ama yer, çarpılıp paralandığı zaman...”
ALINTI
"Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum"
Benim hiç babam ölmedi, hamdolsun. Eğer ölseydi kardeşlerim bir kez daha kör olurlardı, hem de yetim. Ama kardeşim öldü benim. Babam, kör oldu, sağır oldu, dili tutuldu, kötürüm kaldı... Annem, eridi, çürüdü, tükendi...
Ya yeğenlerim?.. İşte onlar da kör oldular, yarım kaldılar, yetim kaldılar, eksildiler... Biri 4 yaşındaydı, diğeri 7. Babalarıyla yeterince boğuşamadan, döğüşemeden, gezemeden, gidemeden, gelemeden,doyamadan ayrıldılar. Babalarını öpemeden, sevemeden, üzemeden, kızdıramadan, şaşırtamadan yetim kaldılar. Herkesin, her an, babalarıyla yaptıkları en sıradan, en basit, en olağan şeyleri yapamadan babasız kaldılar...
Takdiri ilahi, kader, kısmet, nasip, imtihan dünyası... O kadar çok ismi var ki bu durumun. Birinden birini seçer, sonra da boynunuzu büker, yaşarsınız öyle... Çaresizlik teslim olmayı getirir, teslim olmak kabullenmeyi... Ve zaman, en iyi tedavi edici, sağaltıcıdır. Damıttığınız acıların panzehridir... Geride kalanlar için böyledir... Ana, baba, kardeş, eş... Bununla yaşamayı öğrenirsiniz. Öğrenemeyecek kadar küçük olanlar, muhtaç olanlar çocuklardır, onlar da ilahi hükümlerle korumaya alınmışlardır.
Kuran'ı Kerim'de bir çok ayette gözetip, kollamamız gerektiği buyrulan, Hz. Peygamberin hadislerinde iyi davranmamız gerektiği sıkça vurgulanan çocuklardır onlar... Körlüklerine ışık olacak, eksikliklerini tamamlayacak ilahi bir hamiye sahiptirler... Onlara yapılacak her türlü kötülük, büyük azaplarla cezalandırılacak
(Yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir.” -Nisa, 4/10-)
her türlü iyilik ise büyük nimetlerle mükafatlandırılacaktır.
(Müslümanlar içinde en hayırlı ev, kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir." (İbn-i Mâce, Edeb, 6)
"Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himâye eden kimseyle ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız." (Müslim, Zühd, 42)
"Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır..." -İbn-i Hanbel, V, 250- )
Biz kendi yetimlerimiz için elimizden geleni yapıyor, yetimliklerini onlara hissettirmemeye gayret ediyoruz. Lakin ve ne yazık hepsi "bizimki"ler kadar "şanslı" yetimler değiller... Deniz Feneri Derneğinin başlattığı ve halen sürdürdüğü "1001 Yetim, 1001 Dilek" projesine gelen mektupları okuyunca daha iyi idrak ediyorsunuz bunu... Babası olmadığı için matematikte "Ayşe'nin yaşı babasının yaşının..." ile başlayan problemleri ağlayarak çözen, hayat bilgisi dersinde anlatılan "Ailenin reisi babadır, çalışır, bize bakar. Anneler bahar temizliği yapar, sağlıklı yemekler pişirir" konularında gözleri dolan, delik ayakkabısı yüzünden ayakları yara olan, çalıştığı için okula gidemeyen ama SBS'ye hazırlanan binlerce yetimi ve binlerce dileğini... Öyle naif, öyle masum, öyle samimi ki... Kimi bisiklet istiyor, kimi yandığı için kel kalan kafasına saç... Kimi sandıklı baza, kimi spor ayakkabısı... Kimi sihirli değnekle babasını geri getirmek, kimi bayramlarda öpecek bir çift el... Hep bir yarım kalmışlık, hep bir tamamlanma arzusu...
Yetimler, mektuplarında kendilerini anlatmaya çalışıyorlar, yaşadıkları zorlukları ve nelere ihtiyaçları olduğunu... Çocukça ifade ediyorlar, cümlenin öğelerine dikkat etmiyorlar, anlatım bozukluğu, özne yüklem uyumsuzluğu yapıyorlar, konuşur gibi yazıyorlar ama o denli içten, o denli yürekten dökülüyor ki sözcükleri, ciğerimize kadar işliyorlar... Mesela Berat... İlkokul 4. sınıfa gidiyor. Evlerinde herşeyi olan, her istediği anında yapılan, emrine amade anne ve babalara sahip akranlarına öykünüyor ve bunu öyle safiyane ifade ediyor ki... Mektubundan...
" Ben Berat Kaçar, ilkokul 4. sınıfa gidiyorum. Biz 4 kardeşiz. Hepimiz okuyoruz. Çok fakir bir aileyiz. 5 senedir hepimiz aynı yatakta yatıyoruz. Kömürlükte yaşıyoruz. Evimiz bir kömürlüktü, artık oturulmaz bir hale geldi. İki ay önce iki odalı bir eve taşındık. Taşındığımız evin 400 tl kirası var. Annem kalp ve tansiyon hastası. Çalışamıyor.
Babam yok... Okul pantolonumu birisi verdi. O da bana olmuyor. Çok dar olduğundan dolayı karnım ağrıyor. Yatacak yatağımız yok. Hepimiz aynı yatakta yatıyoruz. İyi kötü bir yorganla bir battaniyemiz vardı, annem onu yıkadı, çaldılar. Öğretmenim bazen ödev verdiğinde yapamıyorum. İnternete gitsem, param yok, yaşım da tutmuyor. Okulumu seviyorum, okumayı seviyorum.
Herkes gibi benim de bilgisayarım olsun istiyorum. Büyüdüğümde jandarma olmak istiyorum. Sizden dileklerim,televizyon, buzdolabı, çamaşır makinası, koltuk takımı, yatak, yorgan, battaniye, yastık, 4'lü ocak. Hiçbirimizin giyecek kıyafeti yok. Ayakkabımız yok. Benim annem hasta, hergün ağlıyor. Gözleri iyi görmüyor. Gözlerinin görmesini istiyor. Artık annemin ağlamasını değil, gülmesini istiyorum... Üşüyorum, mont istiyorum. Okula aç gidiyorum, yiyecek istiyorum..."
Orhan Veli'nin dediği gibi kelimelerin kifayetsiz kaldığı, bir şeylerin anlatılamadığı kıyılar, herhalde buralar olsa gerek. Hergün bir vesileyle gözümüze sokulan ve malesef artık kanıksayıp, duyarsızlaştığımız sefalet edebiyatı ve vicdan sömürüsü değil bu... Kuran'i hükümlerle sorumluluğu hepimizin üzerine yüklenmiş bir nevi kulluk vazifesi. Lütfen, bakışlarımızı kaçırıp, yetimlerimizi görmezden gelmeye devam etmeyelim.
Yetimler 1 değil, 1000... Sevgimiz, merhametimiz, şefkatimizse hepsine yetecek kadar büyük... Yeter ki o merhameti ve şefkati köreltmeyelim, yetimleri karanlıkta koymayalım...
“Hayır; yetime karşı cömert davranmıyorsunuz
Yoksulu yedirmek konusunda, birbirinize özenmiyorsunuz
Size kalan mirası, hak gözetmeden yiyorsunuz.
Malı pek çok seviyorsunuz.
Ama yer, çarpılıp paralandığı zaman...”
ALINTI