Şimdi gözünüzün önünde bir tablo canlandırın.
Uçsuz bucaksız bir çölde yaşıyorsunuz. Günler değil, aylar geçiyor ki, gökyüzünden bir damla su düşmüyor, toprağı ıslatmak için… Toprak kuru, çalılar, dikenler kuru… Hayvanların derileri ve kemikleri birbirine yapışmış. Küçücük bir lokma bulmak için, sabahtan akşama yerlere bakıyorsunuz. Bir lokma bulup, açlığınızı bastırabilmek için… Bazen bir deri parçası kemirilerek, bazen küçücük bir buğday ve tahıl tanesi bularak açlığınızı bastırmaya çalışıyorsunuz.
Sonra duyuyorsunuz ki, uzak uzak ülkelerden gelenler varmış. Size “kurban bayramı” sebebiyle hayvanlar kurban edip etlerini dağıtacakmış. Hemen dikkat kesiliyorsunuz, dağıtımın yapılacağı güne, saate…
Asırlar gibi gelen o günler geçiyor, beklenen gün gelip çatıyor. Uzak mesafelerden yaya olarak, güneşin kavurucu sıcağı altında bir parça et alıp eve götürebilmek için “buluşma noktası”na geliyorsunuz. Sırada sizden önce gelmiş kimseler olduğunu görüyorsunuz. Sabır ve tevekkülle sıraya giriyorsunuz.
Bekliyorsunuz.
Hayvanlar kesiliyor, parçalanıyor.
Siz beklemeye devam ediyorsunuz.
Her geçen dakika sıra kalabalıklaşıyor.
Nihayet, parçalanan etler sırayla verilmeye başlıyor. Tek tek herkese birkaç pişirimlik et veriliyor. Birkaç gün, belki bir hafta yetecek kadar… Daha fazlası yok… Ama olsun. En azından bir hafta karnınız doyacak!..
Herkes sabırla, tevekkülle sıranın kendisine gelmesini bekliyor. Kimsede arsızlık, taşkınlık, acelecilik yok… Herkes sırasını bekliyor, sabırla, tevekkülle, ümitle…
Sıra yavaş yavaş size yaklaşıyor.
Son parçayı size uzatıyorlar. Eti alanlar, sevinçle, aceleyle evlerinin yolunu tutmuş.
Ancak son parça, son et, size kalmış.
Arkanızda yüzlerce insan…
Siz bir ete, bir de o eti verenlere bakıyorsunuz. Onlar da mahçup!.. Koca bir çöle damlayan birkaç damla su misali, olanca açlığa, olanca açlara bir damlacık lokma sunuveriyorlar.
İşte o da bitmiş…
Siz, elinizde son et parçası, bir de arkanızdakilere bakıyorsunuz. Sevinecek misiniz, yoksa üzülecek mi? Kendinizi şanslı mı göreceksiniz, yoksa kardeşlerinize yetişmediği için bedbaht mı?
Bu karışık duygular içinde, elinizdeki etle yavaş yavaş geri dönüyorsunuz, sevdiklerinize… Eliniz boş dönmediğiniz içinde Allah’a şükrediyorsunuz.
Sonra…
Sonra ne mi oluyor, bir anons duyuluyor:
“-Kurban vesilesiyle kesilen hayvanlarımızın etleri bitmiştir. Başka dağıtım olmayacağı için herkes evlerine geri dönebilir.”
Evlerine, yani çamurdan inşâ edilmiş, üstü samanla örtülmüş küçücük odacıklarına…
Açlıktan kıvrılan, derileri kemiklerine yapışmış, hâmile, emzikli, çoluk, çocuk, yaşlı, genç bütün bekleşenler, büyük bir kanaat ve rıza ile yavaşça dağılıyorlar.
Ne bir homurdanma, ne bağırıp çağırma, ne itişip kakışma, ne başkasının elindekini almaya çalışma…
Herkes, eline düşene râzı… Herkes, kardeşinin alıp götürdüğüne râzı… Herkes, bu gün payına düşmeyen nasipten râzı… Herkes, kendisini, senenin birkaç günü de olsa hatırlayan, uzaktaki kardeşlerinden râzı… Onlara selâmlar ediyor, duâlar ediyor. Ve kendi kendilerine soruyorlar:
“Bir daha ne zaman gelirler acaba? Bir daha gelmeleri için kurban bayramının gelmesi mi gerekecek? Bir daha bizi hatırlamaları için ne gerekecek? Bir daha geldiklerinde hepimize yetecek kadar yiyecek getirebilecekler mi? Bir daha bize geldiklerinde, bizimle daha fazla ilgilenebilecekler mi? Gözümüzün yaşını silip karnımızı doyurduktan sonra, hastalarımıza bakabilecekler mi? Bizi, salgın hastalıklardan, amansız açlıktan, insanı kıvrandıran susuzluktan, hoyrat esen rüzgardan koruyabilecekler mi? Kardeşlerim, bizim kardeşleri olduğumuzu başka ne zaman hatırlayacaklar acaba!... ”
* * *
Yukarıda anlatılanların hepsi, geçen sene Afrika’da yaşandı. Oraya giden kardeşlerimiz, ilân edilen vakitte sıraya girip uzun kuyruklar oluşturanlara, sizin göndermiş olduğunuz hayır ve sadakaları, kurbanları ulaştırdılar. Ama en azından verdikleri kadar insanı, eli boş gönderdikleri için de mahcup oldular.
İşte kara bahtlı, kara kıtaya Afrika’ya ve dünyanın diğer bir çok sıkıntılı coğrafyasına ulaşan yardım eliniz IBS (İstanbul Uluslar arası Kardeşlik ve Yardımlaşma Derneği); muhtaç kardeşlerimizle sizlerin arasında bir şefkat köprüsü olmanın huzurunu yaşıyor. Yaklaşan kurban bayramında da, inşallah, binlerce kardeşimizle, sizlerin arasında hayır ve yardım köprüsü olmayı istiyoruz. Bu vesileyle ifade etmek isteriz ki, tam yerine ulaştırmak üzere, verebileceğiniz her türlü hayır, sadaka ve yardımlarınıza tâlibiz.
Uçsuz bucaksız bir çölde yaşıyorsunuz. Günler değil, aylar geçiyor ki, gökyüzünden bir damla su düşmüyor, toprağı ıslatmak için… Toprak kuru, çalılar, dikenler kuru… Hayvanların derileri ve kemikleri birbirine yapışmış. Küçücük bir lokma bulmak için, sabahtan akşama yerlere bakıyorsunuz. Bir lokma bulup, açlığınızı bastırabilmek için… Bazen bir deri parçası kemirilerek, bazen küçücük bir buğday ve tahıl tanesi bularak açlığınızı bastırmaya çalışıyorsunuz.
Sonra duyuyorsunuz ki, uzak uzak ülkelerden gelenler varmış. Size “kurban bayramı” sebebiyle hayvanlar kurban edip etlerini dağıtacakmış. Hemen dikkat kesiliyorsunuz, dağıtımın yapılacağı güne, saate…
Asırlar gibi gelen o günler geçiyor, beklenen gün gelip çatıyor. Uzak mesafelerden yaya olarak, güneşin kavurucu sıcağı altında bir parça et alıp eve götürebilmek için “buluşma noktası”na geliyorsunuz. Sırada sizden önce gelmiş kimseler olduğunu görüyorsunuz. Sabır ve tevekkülle sıraya giriyorsunuz.
Bekliyorsunuz.
Hayvanlar kesiliyor, parçalanıyor.
Siz beklemeye devam ediyorsunuz.
Her geçen dakika sıra kalabalıklaşıyor.
Nihayet, parçalanan etler sırayla verilmeye başlıyor. Tek tek herkese birkaç pişirimlik et veriliyor. Birkaç gün, belki bir hafta yetecek kadar… Daha fazlası yok… Ama olsun. En azından bir hafta karnınız doyacak!..
Herkes sabırla, tevekkülle sıranın kendisine gelmesini bekliyor. Kimsede arsızlık, taşkınlık, acelecilik yok… Herkes sırasını bekliyor, sabırla, tevekkülle, ümitle…
Sıra yavaş yavaş size yaklaşıyor.
Son parçayı size uzatıyorlar. Eti alanlar, sevinçle, aceleyle evlerinin yolunu tutmuş.
Ancak son parça, son et, size kalmış.
Arkanızda yüzlerce insan…
Siz bir ete, bir de o eti verenlere bakıyorsunuz. Onlar da mahçup!.. Koca bir çöle damlayan birkaç damla su misali, olanca açlığa, olanca açlara bir damlacık lokma sunuveriyorlar.
İşte o da bitmiş…
Siz, elinizde son et parçası, bir de arkanızdakilere bakıyorsunuz. Sevinecek misiniz, yoksa üzülecek mi? Kendinizi şanslı mı göreceksiniz, yoksa kardeşlerinize yetişmediği için bedbaht mı?
Bu karışık duygular içinde, elinizdeki etle yavaş yavaş geri dönüyorsunuz, sevdiklerinize… Eliniz boş dönmediğiniz içinde Allah’a şükrediyorsunuz.
Sonra…
Sonra ne mi oluyor, bir anons duyuluyor:
“-Kurban vesilesiyle kesilen hayvanlarımızın etleri bitmiştir. Başka dağıtım olmayacağı için herkes evlerine geri dönebilir.”
Evlerine, yani çamurdan inşâ edilmiş, üstü samanla örtülmüş küçücük odacıklarına…
Açlıktan kıvrılan, derileri kemiklerine yapışmış, hâmile, emzikli, çoluk, çocuk, yaşlı, genç bütün bekleşenler, büyük bir kanaat ve rıza ile yavaşça dağılıyorlar.
Ne bir homurdanma, ne bağırıp çağırma, ne itişip kakışma, ne başkasının elindekini almaya çalışma…
Herkes, eline düşene râzı… Herkes, kardeşinin alıp götürdüğüne râzı… Herkes, bu gün payına düşmeyen nasipten râzı… Herkes, kendisini, senenin birkaç günü de olsa hatırlayan, uzaktaki kardeşlerinden râzı… Onlara selâmlar ediyor, duâlar ediyor. Ve kendi kendilerine soruyorlar:
“Bir daha ne zaman gelirler acaba? Bir daha gelmeleri için kurban bayramının gelmesi mi gerekecek? Bir daha bizi hatırlamaları için ne gerekecek? Bir daha geldiklerinde hepimize yetecek kadar yiyecek getirebilecekler mi? Bir daha bize geldiklerinde, bizimle daha fazla ilgilenebilecekler mi? Gözümüzün yaşını silip karnımızı doyurduktan sonra, hastalarımıza bakabilecekler mi? Bizi, salgın hastalıklardan, amansız açlıktan, insanı kıvrandıran susuzluktan, hoyrat esen rüzgardan koruyabilecekler mi? Kardeşlerim, bizim kardeşleri olduğumuzu başka ne zaman hatırlayacaklar acaba!... ”
* * *
Yukarıda anlatılanların hepsi, geçen sene Afrika’da yaşandı. Oraya giden kardeşlerimiz, ilân edilen vakitte sıraya girip uzun kuyruklar oluşturanlara, sizin göndermiş olduğunuz hayır ve sadakaları, kurbanları ulaştırdılar. Ama en azından verdikleri kadar insanı, eli boş gönderdikleri için de mahcup oldular.
İşte kara bahtlı, kara kıtaya Afrika’ya ve dünyanın diğer bir çok sıkıntılı coğrafyasına ulaşan yardım eliniz IBS (İstanbul Uluslar arası Kardeşlik ve Yardımlaşma Derneği); muhtaç kardeşlerimizle sizlerin arasında bir şefkat köprüsü olmanın huzurunu yaşıyor. Yaklaşan kurban bayramında da, inşallah, binlerce kardeşimizle, sizlerin arasında hayır ve yardım köprüsü olmayı istiyoruz. Bu vesileyle ifade etmek isteriz ki, tam yerine ulaştırmak üzere, verebileceğiniz her türlü hayır, sadaka ve yardımlarınıza tâlibiz.