Cevap: Yirmi Altıncı Lem'a - Sayfa 378
<META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Birden, Cenâb-ı Hakkın rahmet ve keremiyle, Kur’ân-ı Hakîmdeki hikmet-i kudsiye imdada yetişti. Çok risalelerde beyan edildiği gibi, o felsefî meselelerin kirlerini yıkadı, temizlettirdi.
Ezcümle, fünun-u hikmetten gelen zulümat-ı ruhiye, ruhumu kâinata boğduruyordu. Hangi cihete baktım, nur aradım; o meselelerde nur bulamadım, teneffüs edemedim. Tâ, Kur’ân-ı Hakîmden gelen Lâ ilâhe illâ Hû cümlesiyle ders verilen tevhid, gayet parlak bir nur olarak, bütün o zulümatı dağıttı; rahatla nefes aldım. Fakat nefis ve şeytan, ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinad ederek akıl ve kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki münâzarât-ı nefsiye, lillâhilhamd, kalbin muzafferiyetiyle neticelendi. Çok risalelerde kısmen o münazaralar yazılmış. Onlara iktifâ edip, burada yalnız binde bir muzafferiyet-i kalbiyeyi göstermek için, binler burhandan birtek burhan beyan edeceğim. Tâ ki, gençliğinde hikmet-i ecnebiye veya fünun-u medeniye namı altındaki kısmen dalâlet, kısmen mâlâyâniyat meseleleriyle ruhunu kirletmiş, kalbini hasta etmiş, nefsini şımartmış bir kısım ihtiyarların ruhunda temizlik yapsın; tevhid hakkında şeytan ve nefsin şerrinden kurtulsun. Şöyle ki:
Ulûm-u felsefiyenin vekâleti namına nefsim dedi ki: “Bu kâinattaki esbabın tabiatıyla bu mevcudata müdahaleleri var. Herşey bir sebebe bakar. Meyveyi ağaçtan, hububatı topraktan istemeli. En cüz’î, en küçük birşeyi de Allah’tan istemek ve Allah’a yalvarmak ne demektir?”
O vakit, nur-u Kur’ân ile, sırr-ı tevhid, şu gelecek surette inkişaf etti. Kalbim, o mütefelsif nefsime dedi:
En cüz’î ve en küçük şey, en büyük şey gibi, doğrudan doğruya bütün bu kâinat Hâlıkının kudretinden gelir ve hazinesinden çıkar. Başka surette olamaz. Esbab ise bir perdedir. Çünkü en ehemmiyetsiz ve en küçük zannettiğimiz mahlûklar,
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah | Hâlık: her şeyi yaratan Allah |
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân | Lâ ilâhe illâ Hû: Allah’tan başka ilâh yoktur |
beyan: açıklama, anlatım | burhan: güçlü ve sarsılmaz delil, kanıt |
cihet: taraf, yön | cüz’î: ferdî, az, sınırlı |
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık | ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler |
ehl-i felsefe: felsefe ile uğraşanlar | esbab: sebepler |
ezcümle: örneğin | felsefî: felsefe ile ilgili |
fünun-u hikmet: felsefeye dayalı bilimler | fünun-u medeniye: modern ilimler |
hikmet-i ecnebiye: Batı felsefesi | hikmet-i kudsiye: mukaddes, kusursuz ve eksiksiz hikmet |
hububat: tohumlar, taneli bitkiler | iktifâ etmek: yetinmek |
inkişaf etmek: açığa çıkmak | istinad etmek: dayanmak |
kerem: cömertlik | kudret: güç, iktidar |
lillâhilhamd: Allah’a hamd olsun! | mevcudat: varlıklar |
muzafferiyet: zafer kazanma | muzafferiyet-i kalbiye: kalple kazanılan mânevî zafer |
mâlâyâniyat: faydasız, boş şeyler (mâ-lâ) | müdahale: karışma |
münazara: tartışma | münâzarât-ı nefsiye: nefisle yapılan tartışma |
mütefelsif: felsefe ile uğraşmış olan, filozoflaşmış | nam: isim, ad |
namına: adına | nefis: insanı daima kötülüğe, haram olan zevk ve isteklere sevk eden duygu |
neticelenmek: sonuçlanmak | nur: aydınlık |
nur-u Kur’ân: Kur’ân’ın nuru | rahmet: İlâhî şefkat, merhamet |
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi | suret: biçim, şekil |
sırr-ı tevhid: Allah’ın birlik sırrı | tabiat: temel yapı |
teneffüs etmek: nefes almak | tevhid: birleme; Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme |
ulûm-u felsefi: felsefî ilimler | vekâlet: birinin yerini tutma |
zulümat: karanlıklar | zulümat-ı ruhiye: ruhla oluşan mânevî karanlıklar |
şer: kötülük |
|
<TBODY>
</TBODY>