Cevap: Yirmi Altıncı Lem'a - Sayfa 388
<META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ve benden sonra hayrülhalef olarak, bir vâris-i hakikî vazifesini tam yerine getirecek olan Abdurrahman yerine, Cenâb-ı Hak Mustafa’yı nümune olarak bana göndermiş ki, “Senden bir Abdurrahman aldım; mukabilinde, bu gördüğün Mustafa gibi otuz Abdurrahman, o vazife-i diniyede sana hem talebe, hem biraderzade, hem evlâd-ı mânevî, hem kardeş, hem fedakâr arkadaş vereceğim.”
Evet, lillâhilhamd, otuz Abdurrahman’ı verdi. O vakit dedim: “Ey ağlayan kalbim! Madem bu nümuneyi gördün ve onunla o mânevî yaraların en mühimini tedavi etti. Sair bütün seni müteessir eden yaraları da tedavi edeceğine kanaatin gelmelidir.”
İşte, ey benim gibi ihtiyarlık zamanında gayet sevdiği evlâdını veya akrabasını kaybeden ve beline yüklenmiş ihtiyarlığın ağır yüküyle beraber firaktan gelen ağır gamları da başına yüklenen ihtiyar kardeşler ve ihtiyare hemşireler! Benim vaziyetimi, anladınız ki, sizinkinden çok şiddetli iken, madem böyle bir âyet-i kerime tedavi etti, şifa verdi. Elbette, Kur’ân-ı Hakîmin eczahane-i kudsiyesinde, umum dertlerinize şifa verecek ilâçları vardır. Eğer iman ile ona müracaat edip ve ibadetle o ilâçları istimal etseniz, belinizde ve başınızdaki o ihtiyarlığın ve gamların ağır yükleri gayet hafifleşecektir.
Bu mebhasın uzun yazılmasının sırrı ise, merhum Abdurrahman’a ziyade dua-yı rahmet ettirmek düşüncesidir; sizi usandırmasın. Hem sizi belki ziyade müteellim edecek en acıklı ve nefret verip ürkütecek en dehşetli yaramı gayet nâhoş, elîm bir surette size göstermekten maksadım, Kur’ân-ı Hakîmin kudsî tiryakı ne derece harikulâde bir ilâç ve parlak bir nur olduğunu göstermektir.
Abdurrahman: (bk. bilgiler) | Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah |
Hüsrev: (bk. bilgiler – Hüsrev Altınbaşak) | Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân |
Mustafa: (bk. bilgiler – Mustafa Ertürk) | Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî) |
biraderzade: kardeş oğlu, yeğen | dua-yı rahmet: rahmet duâsı |
eczahane-i kudsiye: mânevî ve kutsal eczahane | elîm: acı ve sıkıntı veren |
evlâd: çocuk | evlâd-ı mânevî: mânevî evlat |
firak: ayrılık | gam: sıkıntı, üzüntü |
harikulâde: olağanüstü | hayrülhalef: hayırlı takipçi, bir kimsenin yerini alan ve ona layık hareket eden kimse |
hemşire: kız kardeş | ihtiyare: yaşlı kadın |
istikbal: gelecek, bir kişiyi karşılama | istimal etmek: kullanmak |
kanaat: görüş, fikir | kudsî: kutsal, her türlü kusur ve noksandan uzak |
lillâhilhamd: Allah’a hamd olsun! | maksad: amaç, hedef |
mebhas: konu | merhum: rahmete kavuşmuş, vefat etmiş |
mukabil: karşılık | mübarek: uğurlu, hayırlı |
mühim: önemli | müracaat etmek: başvurmak |
müteellim etmek: acı ve sıkıntı çektirmek | müteessir eden: etkileyen, üzen |
nâhoş: hoşa gitmeyen | nümune: örnek |
sair: diğer, başka | suret: biçim, şekil |
talebe: öğrenci | tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak |
tiryak: derman, ilâç | umum: bütün, genel |
vazife-i diniye: dini görev | vaziyet: durum |
vâris-i hakikî: gerçek mirasçı | ziyade: çok, fazla |
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’an’ın herbir cümlesi |
|
<TBODY>
</TBODY>