Hâlık: her şeyi yaratan Allah
| alâkadar: alakalı, ilgili
|
belâ: büyük sıkıntı
| dâr-ı bekà: sonsuzluk âlemi, âhiret
|
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
| ehl-i sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olanlar
|
elem: acı, keder
| elîm: acı ve sıkıntı veren
|
evlât: çocuk
| firak: ayrılık
|
füyuzât: feyizler, mânevî bolluk ve bereketler
| fıtrat: yaratılış, mizaç
|
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
| gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli, umursamazlık
|
hamd: övgü ve şükür
| hamiyet-i İslâmiye: İslâmiyeti savunma gayreti
|
hane: ev
| hasretmek: yöneltmek, özgü kılmak
|
hususî: özel
| ihata etmek: kuşatmak kapsamak
|
ihtiyare: yaşlı kadın
| istifade etmek: faydalanmak
|
kâfi: yeterli
| kâfi ve vâfi: yeterli
|
kıt’a: dünyanın kara parçalarından her biri, bölge, kara parçası
| mahzun: hüzünlü
|
muazzam: azametli, çok büyük
| mukabil: karşılık
|
mânen: mânevî olarak
| mâruz kalmak: bir şeyle yüzyüze gelmek
|
mâsum: suçsuz, günahsız
| münasebetiyle: sebebiyle
|
müteellim: acı çeken
| müthiş: dehşet veren
|
nimet: lütuf, iyilik
| nur-u iman: iman nuru, aydınlığı
|
rica: ümit
| rikkat: acıma, yufka yüreklilik
|
rikkat-i cinsiye: insanın kendi cinsinden olana acıması
| semerat: meyveler, neticeler
|
sırr-ı şefkat: şefkatin içinde gizli olan sır
| teellüm: acı çekme
|
teellümât: elemler, acılar
| teessürât: üzüntüler
|
tesirât: tesirler, etkiler
| tesirât-ı azîme: büyük etkiler
|
zerrât-ı vücud: bedenî oluşturan atomlar
| zevk etmek: tatmak, zevk almak
|
ziya: ışık
| ziyade: çok, fazla
|
zâhiren: dış görünüş itibariyle
| âhiret âlemi: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
|
âlem: dünya, evren
| âlem-i İslâm: İslâm dünyası
|
şefkat: karşılıksız sevgi ve merhamet
| şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
|