Cevap: Yirmi Altıncı Lem'a - Sayfa 401
<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>iştirak mümkün olmadığını bildirir diye anladım. Her mü’min gibi benim hüviyet-i şahsiyemi ve mahiyet-i insaniyemi anlamak isteyenler ve benim gibi olmak arzu edenler, حَسْبُنَا ’daki نَا cemiyetinde bulunan ene’nin, yani nefsimin tefsirine baksınlar. Ehemmiyetsiz, hakir ve fakir görünen vücudum—her mü’minin vücudu gibi—neymiş, hayat neymiş, insaniyet neymiş, İslâmiyet neymiş, iman-ı tahkikî neymiş, marifetullah neymiş, muhabbet nasıl olacakmış, anlasınlar, dersini alsınlar.
DÖRDÜNCÜ MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE: Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlûbiyet gibi vücudumu sarsan arızalar, bir gaflet zamanıma rast gelip, şiddetle alâkadar ve meftun olduğum vücudumu, belki mahlûkatın vücutlarını ademe gidiyor diye elîm endişe verirken, yine bu âyet-i hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: “Mânâma dikkat et ve iman dürbünüyle bak.”
Ben de baktım ve iman gözüyle gördüm ki, bu zerrecik vücudum, her mü’minin vücudu gibi, hadsiz bir vücudun âyinesi ve nihayetsiz bir inbisatla hadsiz vücutları kazanmasına bir vesile ve kendinden daha kıymettar, bâki, müteaddit vücutları meyve veren bir kelime-i hikmet bulunduğunu ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması, ebedî bir vücut kadar kıymettar olduğunu ilmelyakin ile bildim. Çünkü, şuur-u imanla bu vücudum Vâcibü’l-Vücudun eseri ve san’atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşî evhamdan ve hadsiz firaklardan ve hadsiz mufarakat ve firakların elemlerinden kurtulup, mevcudata, hususan zîhayatlara taallûk eden ef’âl ve esmâ-i İlâhiye adedince uhuvvet rabıtalarıyla münasebet peydâ eylediğim, bütün sevdiğim mevcudata, muvakkat bir firak içinde daimî bir visal var olduğunu bildim. İşte, iman ile ve imandaki intisap ile, her mü’min gibi, bu
Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allah | adem: yokluk, hiçlik |
alâkadar: alakalı, ilgili | bâki: devamlı, kalıcı, sonsuz |
cemiyet: çoğul olma anlamı | cihet: yön |
cilve: görüntü, yansıma | daimî: devamlı, sürekli |
ebedî: sonsuz | ef’âl: fiiler, davranışlar |
ehemmiyetsiz: önemsiz | elem: acı, keder |
elîm: acı ve sıkıntı veren | ene: Arapça’da “ben” anlamına gelen kelime |
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri | evham: kuruntular, şüpheler |
firak: ayrılık | gaflet: umursamazlık, dalgınlık |
gurbet: yabancılık, vatanından uzak olma | hadsiz: sayısız, sınırsız |
hakir: küçük, ehemmiyetsiz | hususan: özellikle |
hüviyet-i şahsiye: kişinin şahsî hüviyeti, kimliği | ilmelyakîn: ilim yoluyla kesin bilgi sahibi olma |
iman-ı tahkikî: imana dair bütün meseleleri inceleyip delil ve burhan ile inanma | inbisat: genişleme, yayılma |
insaniyet: insanlık | intisap: bağlanma |
iştirak: ortak olma, katılma | kelime-i hikmet: hikmet ifade eden kelime |
kıymettar: değerli | mahiyet-i insaniye: insana ait özellikler, insanın içyapısı |
mahlûkat: varlıklar | marifetullah: Allah’ı bilme ve tanıma |
mağlûbiyet: yenilgi | meftun: düşkün |
mensubiyet: mensup olmak, bağlı ve ait olmak | mertebe-i nuriye-i hasbiye: “Hasbünallahu ve ni’me’l-vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.)” âyetinin mertebesi, derecesi |
mevcudat: varlıklar | mufarakat: ayrılık |
muhabbet: sevgi | muvakkat: geçici |
münasebet peydâ etmek: bağlantı kurmak | müracaat etmek: başvurmak |
müteaddit: bir çok, çeşitli | mü’min: Allah’a ve Ondan gelen herşeye inanan |
nefs: kişinin kendisi | nihayetsiz: sınırsız |
rabıta: bağlantı | taallûk eden: ilgilendiren, ait olan |
tefsir: açıklama, yorum | uhuvvet: kardeşlik |
vahşî: ilkel, korkutucu | vesile: aracı |
visal: kavuşma | vücud: varlık |
zerrecik: atom, maddenin en küçük parçası | zîhayat: canlı |
âyet-i hasbiye: “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir” mânâsındaki “Hasbünallâhü ve ni’me’l-vekîl” âyeti | şuur-u iman: iman şuuru, bilinci |
<TBODY>
</TBODY>