Cevap: Yirmi Altıncı Lem'a - Sayfa 408
Nur’un o münafıklara vurduğu dehşetli mânevî tokatlar, senin intikamını tamamen onlardan almış. O, onlara yeter.
“En son hisse, bilfiil vasıta olan resmî memurlardır. Bu hisseye karşı, onların Nurlara tenkit niyetiyle bakmalarında, ister istemez, şüphesiz, iman cihetinde istifadelerinin hatırı için,
1 وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ düsturuyla onları affetmek bir ulüvvücenaplıktır.”
Ben de bu hakikatli ihtardan kemâl-i ferah ve şükürle, bu yeni medrese-i Yusufiyede durmaya, hattâ aleyhimde olanlara yardım etmek için, kendime mucib‑i ceza, zararsız bir suç yapmaya karar verdim. Hem benim gibi yetmiş beş yaşında ve alâkasız ve dünyada sevdiği dostlarından, yetmişten ancak hayatta beşi kalmış ve onun vazife-i Nuriyesini görecek yetmiş bin Nur nüshaları bâki kalıp serbest geziyorlar ve bir dile bedel binler dille hizmet-i imaniyeyi yapacak kardeşleri, vârisleri bulunan benim gibi bir adama, kabir bu hapisten yüz derece ziyade hayırlıdır. Ve bu hapis dahi, haricinde hürriyetsiz tahakkümler altındaki serbestiyetten yüz derece daha rahat, daha faidelidir. Çünkü, haricinde, tek başıyla yüzer alâkadar memurların tahakkümlerini çekmeye mukabil, hapiste yüzer mahpuslarla beraber, yalnız müdür ve başgardiyan gibi bir iki zâtın, maslahata binaen hafif tahakkümlerini çekmeye mecbur olur. Ona mukabil, hapiste çok dostlardan kardeşâne taltifler, teselliler görür. Hem İslâmiyet şefkati ve insaniyet fıtratı bu vaziyette ihtiyarlara merhamete gelmesi, hapis zahmetini rahmete çeviriyor diye, hapse razı oldum.
Bu üçüncü mahkemeye geldiğim sırada, zaafiyet ve ihtiyarlık ve rahatsızlıktan ayakta durmaya sıkıldığımdan, mahkeme kapısının haricinde, bir iskemlede oturdum. Birden bir hâkim geldi, hiddet etti, “Neden ayakta beklemiyor?” ihanetkârâne dedi. Ben de ihtiyarlık cihetinden bu merhametsizliğe kızdım. Birden baktım, pek çok Müslümanlar, kemâl-i şefkat ve uhuvvetle, merhametkârâne bakıp etrafımızda toplanmışlar, dağıtılmıyorlar. Birden iki hakikat ihtar edildi:
[NOT]Dipnot-1 “Öfkelerini yutanlar ve insanları affedenler...” Âl-i İmrân Sûresi, 3:134.[/NOT]
alâkadar: alakalı, ilgili | alâkasız: ilgisiz |
bilfiil: fiilen, uygulamalı olarak | binaen: dayanarak |
bâki kalmak: geride kalmak, elde bulunmak | cihet: yön, şekil |
dehşetli: korkunç, ürkütücü | düstur: kural, prensip |
fıtrat: yaratılış, mizaç | hakikat: gerçek, sır |
haricinde: dışında | hiddet: öfke |
hisse: pay | hizmet-i imaniye: iman hizmeti |
hâkim: yargıç | hürriyet: özgürlük |
ihanetkârâne: haincesine | ihtar: hatırlatma, uyarı |
kardeşâne: kardeşçesine | kemâl-i ferah: tam bir rahatlama |
kemâl-i şefkat: tam ve mükemmel şefkat, acıma | mahpus: tutuklu |
maslahat: fayda, gaye | medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân’a hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane |
merhamete gelmek: acımak | merhametkârâne: merhametli bir şekilde |
merhametsiz: acımasız | mucib-i ceza: ceza gerektiren |
mukabil: karşılık | münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen |
nüsha: kopya | rahmet: İlâhî şefkat, merhamet |
serbestiyet: serbestlik | tahakküm: baskı, zorbalık |
taltif: iyilik ve güzellikle muamele etmek | uhuvvet: kardeşlik |
ulüvvücenaplık: büyüklük | vasıta: aracı |
vazife-i Nuriye: Risale-i Nur yoluyla Kur’ân hizmetinde bulunma | vaziyet: durum |
vâris: mirasçı | zaafiyet: zayıflık, güçsüzlük |
ziyade: çok, fazla | şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme |
<TBODY>
</TBODY>