Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 296
<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>ve temasla olur. Halbuki, o esbab-ı tabiiyenin temasları, zîhayat mevcutların zâhirleriyledir. Halbuki görüyoruz ki, o esbab-ı maddiyenin elleri yetişmediği ve temas edemedikleri o zîhayatın bâtını, on defa zâhirinden daha muntazam, daha lâtif, san’atça daha mükemmeldir. Esbab-ı maddiyenin elleri ve âletleriyle hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tam zâhirine de temas edemedikleri küçücük zîhayat, küçücük hayvancıklar, en büyük mahlûklardan daha ziyade san’atça acip, hilkatçe bedî bir surette oldukları halde, o câmid, cahil, kaba, uzak, büyük ve birbirine zıt olan sağır, kör esbaba isnad etmek, yüz derece kör, bin derece sağır olmakla olur.
AMMA İKİNCİ MESELE teşekkele binefsihî’dir. Yani, “Kendi kendine teşekkül ediyor.” İşte bu cümlenin dahi çok muhâlâtı var; çok cihetle bâtıldır, muhaldir. Nümune için, muhâlâtından üç tanesini beyan ederiz.
BİRİNCİSİ
Ey muannid münkir! Senin enâniyetin seni o kadar ahmaklaştırmış ki, yüz muhali birden kabul etmeyi bir derece hükmediyorsun. Çünkü sen mevcutsun. Ve basit bir madde ve câmid ve tagayyürsüz değilsin. Belki, daima teceddüdde olarak, gayet muntazam bir makine ve harika ve daima tahavvülde bir saray gibisin. Senin vücudunda her vakit zerreler çalışıyorlar. Senin vücudun kâinatla, hususan rızık münasebetiyle, hususan bekà-yı nev’î itibarıyla alâkadar ve alışverişi vardır. Senin vücudunda çalışan zerreler, o münasebâtı bozmamak ve o alâkadarlığı kırmamak için dikkat ediyorlar, öylece ihtiyatla ayaklarını atıyorlar. Güya bütün kâinata bakıyorlar, senin münasebâtını kâinatta görüp öyle vaziyet alıyorlar. Sen zâhirî ve bâtınî duygularınla, o zerrelerin o harika vaziyetine göre istifade edersin.
Eğer sen vücudundaki zerreleri, Kadîr-i Ezelînin kanunuyla hareket eden küçücük memurları veya bir ordusu veya kalem-i kaderin uçları (herbir zerre bir kalem ucu) veya kalem-i kudretin noktaları (herbir zerre bir nokta) olduğunu kabul etmezsen, o vakit senin gözünde çalışan herbir zerreye öyle bir göz lâzım ki,
Kadîr-i Ezelî: herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah | acip: hayret verici |
ahmaklaştırmak: aptallaştırmak | alâkadar: alâkalı, ilgili |
bedî: güzel; benzersiz | beka-yı nev’î: bir canlı türünün devamlılığı |
beyan etmek: açıklamak | bâtıl: doğru olmayan, yanlış |
bâtın: görünmeyen, gizli | bâtınî: gizli |
cihet: yön, taraf | câmid: cansız, katı |
enâniyet: benlik, gurur | esbab: sebepler |
esbab-ı maddiye: maddî sebepler | esbab-ı tabiiye: tabiî, doğal sebepler |
hilkat: yaratılış | hususan: bilhassa, özellikle |
ihtiyat: önlem alma, tedbirli hareket etme | isnad etmek: dayandırmak |
istifade etmek: faydalanmak | itibarıyla: özelliğiyle |
kalem-i kader: kader kalemi | kalem-i kudret: Allah’ın kudret kalemi |
kâinat: evren, bütün yaratılmışlar | lâtif: güzel, hoş |
mahlûk: varlık | mevcut: varlık |
muannid: inatçı | muhal: imkânsız |
muhâlât: olması imkansız şeyler | muntazam: düzenli, tertipli |
münasebetiyle: ilişkisiyle, alâkasıyla | münasebât: bağlantı, ilişki |
münkir: inanmayan, inkar eden | nümune: örnek |
rızık: yenip içilen şeyler | suret: biçim, görünüş |
tagayyürsüz: değişmeyen, sabit | tahavvül: değişim, başkalaşma |
teceddüd: yenilenme | teşekkül etmek: oluşmak, meydana gelmek |
vaziyet: durum | vaziyet alma: belli bir konuma gelme |
zahir: açık, görünen | ziyade: çok |
zâhirî: açık | zîhayat: canlı |
<TBODY>
</TBODY>