Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 300
<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>intizamsız, şekilsiz, hamur gibi halitasından ibaret olmakla beraber; hava, su, hararet, ziya dahi, herbiri basit ve şuursuz ve herşeye karşı sel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin teşkilleri ayrı ayrı ve gayet muntazam ve san’atlı olarak o topraktan çıkması, bilbedâhe ve bizzarure iktiza ediyor ki, o kâsede bulunan toprakta, mânen Avrupa kadar, mânevî ve küçük mikyasta matbaaları ve fabrikaları bulunsun. Tâ ki, bu kadar hayattar kumaşları ve binler ayrı ayrı nakışlı mensucatları dokuyabilsin.
İşte, tabiiyyunların fikr-i küfrîleri ne derece daire-i akıldan hariç saptığını kıyas et. Ve tabiatı mûcid zanneden insan suretindeki ahmak sarhoşlar “Mütefennin ve akıllıyız” diye dâvâ ettikleri halde, akıl ve fenden ne kadar uzak düştüklerini ve mümteni ve hiçbir cihetle mümkün olmayan bir hurafeyi kendilerine meslek ittihaz ettiklerini gör, gül ve tükür!
Eğer desen: Mevcudat tabiata isnad edilse böyle acip muhaller olur, imtinâ derecesinde müşkilât olur. Acaba Zât-ı Ehad ve Samede verildiği vakit o müşkilât nasıl kalkıyor? Ve o suubetli imtinâ, o suhuletli vücuba nasıl inkılâp eder?
Elcevap: Birinci Muhalde, nasıl ki güneşin cilve-i in’ikâsı kemâl-i suhuletle, külfetsiz, en küçük zerrecik camdan tut, tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve tesirini misalî güneşçiklerle gayet kolaylıkla gösterdikleri halde, eğer güneşten nisbeti kesilse, o vakit herbir zerrecikte tabiî ve bizzat bir güneşin haricî vücudu, imtinâ derecesinde bir suubetle olabilmesi kabul edilmek lâzım gelir. Öyle de, herbir mevcut, doğrudan doğruya Zât-ı Ehad ve Samede verilse, vücub derecesinde bir suhulet, bir kolaylıkla ve bir intisap ve cilve ile, herbir mevcuda lâzım herbir şey ona yetiştirilebilir.
Eğer o intisap kesilse ve o memuriyet başıbozukluğa dönse ve herbir mevcut kendi başına ve tabiata bırakılsa, o vakit imtinâ derecesinde yüz bin müşkilât ve suubetle, sinek gibi bir zîhayatın, kâinatın küçük bir fihristesi olan gayet harika
Avrupa: (bk. bilgiler) | Zât-ı Ehad ve Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah |
acip: hayret verici | ahmak: aptal |
bilbedâhe: açık bir şekilde | bizzarure: ister istemez, zorunlu olarak |
cihet: şekil, yön | cilve: görünme, yansıma |
cilve-i in’ikâs: görüntünün yansıması | daire-i akıl: akıl dairesi |
dâvâ: iddia | feyiz: bereket, bolluk |
fihriste: özet, içerik | fikr-i küfrî: Allah’ı inkâr etme düşüncesi |
hadsiz: sayısız | halita: karışık halde olan, karışık |
hararet: sıcaklık | haricî: dışa ait |
hariç: dışında | hurafe: delile dayanmayan saçma inanış |
iktiza etmek: gerektirmek | imtinâ: imkânsızlık |
inkılâp etmek: dönüşmek | intisap: bağlantı |
intizamsız: düzensiz | isnad etme: dayandırma |
ittihaz etmek: edinmek, kabullenmek | kemâl-i sûhûlet: tam bir kolaylık |
kâinat: doğa, evren | külfet: güçlük, zorluk |
memuriyet: emir altında olma | mensucat: dokumalar |
meslek: usul, yol | mevcudat: varlıklar |
mevcut: varlık | mikyas: ölçek |
misal: benzer, örnek | misalî: görüntü şeklinde olan |
muhal: imkânsız | muntazam: düzenli |
mûcid: icad eden; yoktan var eden | mümteni: imkansız |
mütefennin: bilgili, fen ilimlerine sahip | müşkilât: zorluklar |
nisbet: bağ | suhulet: kolaylık |
suret: biçim, görünüş | suubet: zorluk |
tabiat: doğa, maddî âlem | tabiiyyun: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler |
teşkil: şekillendirme | vücub: kesinlik, zorunluluk, gereklilik |
vücud: varlık | ziya: ışık |
zîhayat: canlı, hayat sahibi | şuursuz: bilinçsiz |
<TBODY>
</TBODY>