Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 314
kendini Ona vermezsen, belki esbab-ı maddiyeye ve tabiata isnad etsen, o vakit sen, kâinatın muntazam bir hülâsası, meyvesi ve küçük bir fihristesi ve listesi olduğundan; seni yapmak için kâinatı ve anâsırı ince elekle eleyip hassas ölçülerle aktâr-ı âlemden senin vücudundaki maddeleri toplamak lâzım gelir. Çünkü esbab-ı maddiye yalnız terkip eder, toplar. Kendilerinde bulunmayanı hiçten, yoktan yapamadıkları, bütün ehl-i akıl yanında musaddaktır. Öyleyse, küçük bir zîhayatın cismini aktâr-ı âlemden toplamaya mecbur olurlar. İşte vahdette ve tevhidde ne kadar kolaylık ve şirkte ve dalâlette ne kadar müşkilât var olduğunu anla.
İkincisi: İlim noktasında hadsiz bir suhulet vardır. Şöyle ki:
Kader, ilmin bir nev’idir ki, herşeyin mânevî ve mahsus kalıbı hükmünde bir miktar tayin eder. Ve o miktar-ı kaderî, o şeyin vücuduna bir plân, bir model hükmüne geçer. Kudret icad ettiği vakit, gayet suhuletle, o kaderî miktar üstünde icad eder. Eğer o şey muhit ve hadsiz ve ezelî bir ilmin sahibi olan Kadîr-i Zülcelâle verilmezse, sabıkan geçtiği gibi, binler müşkilât değil, belki yüz muhâlât ortaya düşer. Çünkü o miktar-ı kaderî ve miktar-ı ilmî olmazsa, binler haricî ve maddî kalıplar, küçücük bir hayvanın cesedinde istimal edilmek lâzım gelir.
İşte vahdette nihayetsiz kolaylık ve dalâlette ve şirkte hadsiz müşkilâtın bir sırrını anla, وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَب1 âyeti ne kadar hakikatli ve doğru ve yüksek bir hakikati ifade ettiğini bil.
ÜÇÜNCÜ SUAL: Eskiden düşman, şimdi dost olan mühtedî diyor ki: “Şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: ‘Hiçten, hiçbir şey icad edilmiyor ve hiçbir şey idam edilmiyor; yalnız bir terkip, bir tahlildir ki, kâinat fabrikasını işlettiriyor.’”
[NOT]Dipnot-1 “Kıyametin gerçekleşmesi göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.[/NOT]
Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah | aktâr-ı âlem: âlemin dört bir yanı |
anâsır: unsurlar, elementler | cisim: beden |
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık, inkâr | ehl-i akıl: akıl sahipleri |
esbab-ı maddiye: maddî sebepler | ezelî: başlangıcı olmayan sonsuz |
feylesof: filozof, felsefeci | fihriste: , içindekiler |
hadsiz: sınırsız | hakikatli: gerçeğe dayalı |
haricî: dıştan görülen | hülâsa: öz, özet |
icad etmek: yaratmak, var etmek | idam edilme: yok edilme |
isnad etmek: dayandırmak | istimal edilmek: kullanılmak |
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlaması | kaderî: kaderde olan, Allah tarafından belirlenen |
kudret: güç, iktidar | kâinat: evren |
mecbur olmak: zorunlu olmak | miktar-ı ilmî: İlâhî ilim ile belirlenen ölçü |
miktar-ı kaderî: Allah tarafından kader çerçevesinde takdir edilmiş, belirlenmiş ölçü | muhit: herşeyi içine alan, kuşatan |
muhâlât: imkânsız olan şeyler | muntazam: düzenli |
musaddak: tasdik edilmiş, doğrulanmış | mühtedî: hidâyete eren, iman eden |
müşkilât: zorluklar | nev’: tür, çeşit |
nihayetsiz: sınırsız | sabıkan: bundan önce |
sûhûlet: kolaylık | tabiat: canlı, cansız varlıklar, doğa |
tahlil: dağılma, ayrışma | tayin etmek: belirlemek |
terkip: düzenleme, bir araya getirme | terkip etmek: düzenlemek, bir araya getirmek |
tevhid: birleme, Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etme | vahdet: Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi |
vücud: beden, varlık | zîhayat: canlı |
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle | şirk: Allah’a ortak koşma |
<TBODY>
</TBODY>