Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 315
Elcevap: Nur-u Kur’ân ile mevcudata bakmayan feylesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat ve esbab vasıtasıyla bu mevcudatın teşekkülât ve vücutlarını—sabıkan ispat ettiğimiz tarzda—imtinâ derecesinde müşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.
Bir kısmı Sofestâî olup, insanın hassası olan akıldan istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek, kâinatın vücudunu inkâr etmeyi, hattâ kendilerinin vücutlarını dahi inkâr etmesini, dalâlet mesleğinde esbab ve tabiatın icad sahibi olmalarından daha ziyade kolay gördüklerinden, hem kendilerini, hem kâinatı inkâr edip cehl-i mutlaka düşmüşler.
İkinci güruh bakmışlar ki, dalâlette, esbab ve tabiat mûcid olmak noktasında, bir sinek ve bir çekirdeğin icadı, hadsiz müşkilâtı var. Ve tavr-ı aklın haricinde bir iktidar iktiza ediyor. Onun için, bilmecburiye, icadı inkâr ediyorlar, “Yoktan var olmaz” diyorlar. Ve idamı da muhal görüyorlar, “Var yok olmaz” hükmediyorlar. Yalnız, harekât-ı zerrat ile, tesadüf rüzgârlarıyla bir terkip ve tahlil ve dağılmak ve toplanmak suretinde bir vaziyet-i itibariye tahayyül ediyorlar.
İşte, sen gel, ahmaklığın ve cehaletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör! Ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süflî ve eçhel yaptığını bil, ibret al.
Acaba her senede dört yüz bin envâı birden zemin yüzünde icad eden; ve semâvat ve arzı altı günde halk eden; ve altı haftada, her baharda, kâinattan daha san’atlı, hikmetli, zîhayat bir kâinatı inşa eden bir kudret-i ezeliye, bir ilm-i ezelînin dairesinde plânları ve miktarları taayyün eden mevcudat-ı ilmiyeyi, göze göstermeyen bir ecza ile yazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülen bir ecza misilli, gayet kolay o mâdûmât-ı hariciye olan mevcudat-ı ilmiyeye vücud-u haricî vermeyi o kudret-i ezeliyeden uzak görmek ve icadı inkâr etmek, evvelki güruh olan Sofestâîlerden daha ziyade ahmakane ve cahilânedir.
Kadîr-i Ezelîye: herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah
| Nur-u Kur’ân: Kur’ân’ın nuru
|
Sofestâî: Yaratıcıyı kabul etmemek için her şeyi, hattâ kendini dahi inkâr edenler
| ahmakane: ahmakça
|
arz: yeryüzü
| bilmecburiye: zorunlu olarak
|
cahilâne: cahilce, bilgisizce
| cehalet: cahillik
|
cehl-i mutlak: sonsuz bir cahillik
| dalâlet: hak yoldan ayrılma, inkârcılık
|
echel: çok cahil
| ecza: kimyasal bir madde
|
envâ: türler, çeşitler
| esbab: sebepler
|
feylesof: filozof, felsefeci
| güruh: grup, topluluk
|
hadsiz: sayısız, sınırsız
| halk etmek: yaratmak
|
harekât-ı zerrat: zerrelerin, atomların hareketleri
| hassa: temel özellik
|
hikmetli: belli bir amaç ve hedefe yönelik olma
| icad: var etme, yaratma
|
idam: yokluk, hiçlik
| iktidar: güç, kuvvet
|
iktiza etmek: gerektirmek
| ilm-i ezelî: Cenâb-ı Hakkın ezelden beri var olan sonsuz ilmi
|
imtinâ: imkânsızlık
| inşa etmek: yaratmak, yapmak, meydana getirmek
|
kudret-i ezeliye: Allah’ın ezelden beri var olan sonsuz kudreti
| maskara: gülünç, rezil
|
mevcudat: varlıklar
| mevcudat-ı ilmiye: başkası tarafından görünmeyen, Allah’ın ilim dairesindeki varlıklar
|
misilli: benzeri
| muhal: imkansızlık
|
mâdûmât-ı hariciye: maddeten yok olan ancak ilim plânında var olan şeyler
| mûcid: yoktan var eden, yaratan
|
müşkilât: zorluklar
| sabıkan: bundan önce
|
semâvât: gökler
| suret: biçim, şekil
|
süflî: alçak, âdi
| taayyün etmek: belirlenmek
|
tabiat: canlı cansız varlıklar, doğa, maddî âlem
| tahayyül etmek: hayal etmek
|
tahlil: çözümleme, dağılma, ayrışma
| tavr-ı akıl: aklın anlayabileceği kapasite
|
terkip: düzenlenme, bir araya getirme
| teşekkülât: oluşumlar
|
vaziyet-i itibariye: göreceli bir durum
| vücud-u haricî: maddî vücut, beden
|
vücut: varlık
| zemin: yer
|
ziyade: çok, fazla
| zîhayat: canlı
|
<TBODY>
</TBODY>