Huseyni
Müdavim
Zerre
Hidayet-i Kur’âniyenin şuâından
Hidayet-i Kur’âniyenin şuâından

İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakka nâzır ve Ona vasıl olan yollar, kapılar, âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir. Âdi bir yol kapandığı zaman bütün yolların kapanmış olduğunu tevehhüm etmek, cehaletin en büyük bir şahididir. Bu adamın meseli, gayet büyük askerî bir karargâhı hâvi büyük bir şehirde, karargâhın bayrağını görmediğinden, sultanın ve askeriyeye ait bütün şeylerin inkârına veya teviline başlayan adamın meseli gibidir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Herşeyin bâtını zahirinden daha âli, daha kâmil, daha lâtif, daha güzel, daha müzeyyen olduğu gibi, hayatça daha kavî, şuurca daha tamdır. Ve zahirde görünen hayat, şuur, kemâl ve saire, ancak bâtından zahire süzülen zayıf bir tereşşuhtur. Yoksa bâtın câmid, meyyit olup da ilim ve hayatı dışarıya vermiş olduğuna zehaba ihtimal yoktur.
Evet, karnın (miden) evinden, cildin gömleğinden ve kuvve-i hâfızan senin kitabından, nakış ve intizamca daha yüksek ve daha gariptir. Binaenaleyh, âlem-i melekût âlem-i şehadetten, âlem-i gayb dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir.
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah | binaenaleyh: bundan dolayı |
bâtın: bir şeyin görünmeyen tarafı, iç yüzü | cehalet: cahillik |
câmid: cansız, sert, katı | garip: hayret verici, şaşırtıcı |
gayet: çok | hidayet-i Kur’âniye’nin şuâsı: Kur’ân’ın hak ve doğru yolu gösteren hakikatlerinin parıltısı |
hâvi: ihtiva eden, içine alan | inkâr: inanmama, kabul etmeme, yok sayma |
intizam: disiplin, düzen | i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki! |
karargâh: karar yeri, merkez | kavî: kuvvetli, güçlü |
kemal: mükemmellik, olgunluk | kuvve-i hâfıza: hâfıza gücü; bellek |
kâmil: mükemmel, olgun | lâtif: hoş, ince, güzel |
mesel: örnek, benzer | meyyit: ölü |
mürekkebat: birleşikler | müzeyyen: ziynetli, süslenmiş |
nakış: işleme, süsleme | nisbetinde: oranında |
nâzır: bakan | tabaka: derece |
tereşşuh: sızıntı | tevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, zannetmek |
tevil: yorum | teşkil etmek: meydana getirmek, oluşturma |
vasıl olma: ulaşma, varma | yekûn: bütün, toplam |
zahir: dış, bir şeyin görünen yüzü | zehab: bir düşünceye sahip olma, bir fikre kapılıp gitme |
zerre: atom, maddenin en küçük parçası | âdi: basit, normal, sıradan |
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat | âlem: dünya, kâinat |
âlem-i gayb: bilinmeyen, görünmeyen, fakat mahiyeti ancak Allah tarafından bilinen veya Onun bildirdiği başka âlemler | âlem-i melekût: İlâhî hükümranlığın tam olarak tecellî ettiği, görünmeyen mânâ âlemi |
âlem-i şehadet: gözle gördüğümüz âlem | âli: yüce, yüksek |
şahit: delil | şuur: bilinç, anlayış, idrak |