Cevap: Zerre - Sayfa: 240
“Dünyada menfaati olmasa bile âhirette faidesi vardır” diye iyi ciheti göstermekle, kötü ciheti altında yutturur.
Hülâsa: Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan Sofestâî, hevâ da Bektâşîdir.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Halk-ı eşya hakkında mûcibe-i külliye sadık olmadığı takdirde, sâlibe-i külliye sadık olur. Yani, ya bütün eşyanın hâlıkı Allah’tır veya Allah hiçbir şeyin hâlıkı değildir. Çünkü, eşyanın arasında muntazam tesanütle halk ve yaratmak, tecezzîyi kabul etmez bir külldür, bazıyet yoktur. Ya mûcibe‑i külliye olacaktır veya sâlibe-i külliye olacaktır. Başka ihtimal yok. Herşeyde illetin ademini tevehhüm eden vehmin vâhi hükmünde bir kıymeti yok. Binaenaleyh, ednâ birşeyde hâlıkıyet eseri göründüğü zaman, bütün eşyada tahakkuk eder.
Ve keza, Hâlık ya birdir veya gayr-ı mütenahidir, evsat yoktur. Zira, Sâni, vahid-i hakikî olmazsa, kesîr-i hakikî olacaktır. Kesîr-i hakikî ise gayr-ı mütenahidir.
Maahaza, nuru neşredenin nursuz, icad edenin vücudsuz, icab ettirenin vücubsuz olması muhaldir.
Ve keza, ilim sıfatını ihsan edenin ilimsiz, şuuru ihsan edenin şuursuz, ihtiyarı verenin ihtiyarsız, iradeyi verenin iradesiz, kâmil şeylerin sânii gayr-ı kâmil olduğunu telâkki etmek muhaldir.
Ve keza, ayn’ı tersim, basarı tasvir ve nazarı tenvir edenin basarsız olduğunu düşünmek, ancak basar ve basiretten mahrum olan adamın işidir. Maahaza,
Bektâşî: Hacı Bektaş-ı Veli tarikatına mensub olan kimse | Hâlık: Yaratıcı |
Sofestâî: kâinatın yaratıcısını kabul etmemek için her şeyi, hattâ kendilerini dahi inkâr edenler | Sâni: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah |
adem: hiçlik, yokluk | ayn’ı tersim: gözü resmetmek, çizmek |
basar: görme duyusu, görme sıfatı | basiret: görüş, seziş, anlayış kudreti veya sıfatı; akıl, zekâ, ileri görüşlülük |
bazıyet: kısımlara ayrılma, ayrılabilir olma, bölünebilir olma | binaenaleyh: bundan dolayı |
cihet: yön, şekil | ednâ: en basit, en küçük |
evsat yoktur: ortası yoktur | eşya: varlıklar |
gayr-ı kâmil: noksan, mükemmel olmayan | gayr-ı mütenahi: sonu olmayan |
halk: yaratma | halk-ı eşya: eşyanın, varlıkların yaratılması |
hevâ: hevesler, nefsin arzu ve istekleri | hâlıkıyet: yaratıcılık |
hülâsa: özet, öz | icab: gerektirme |
icad etme: yaratma, var etme | ihsan: bağış, ikram, lütuf |
ihtiyar: irade | illet: esas sebep |
irade: dileme, istek, kast etme | i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki! |
kesîr-i hakikî: gerçek çokluk; her şey bir olan Allah’a verilmezse çok ilâhlar olacaktır | keza: bunun gibi |
kâmil: mükemmel, noksansız | küll: bütün |
maahaza: bununla beraber | mahrum: yoksun |
muhal: olması imkânsız şey | muntazam: düzenli |
mûcibe-i külliye: olumlu tümel önerme; “Bütün eşyanın hâlıkı (yaratıcısı) Allah’tır” gibi | nazar: akıl, bakıp akletme, düşünme |
nefis: insanı daima kötülüğe, zevk ve isteklere sevk eden duygu | neşretme: yayma |
sadık: doğru | sâlibe-i külliye: olumsuz tümel önerme “Allah hiçbir şeyin hâlıkı değildir.” gibi |
sıfat: özellik, nitelik | tahakkuk: gerçekleşme |
tasvir: şekil ve suret verme | tecezzî: bölünme, parçalanma |
telâkki etmek: kabul etmek, anlamak | tenvir etmek: aydınlatmak, ışıklandırmak |
tesanüt: dayanışma | tevehhüm etmek: kuruntuya kapılmak, zannetmek |
vahid-i hakikî: eşi ve benzeri olmayan, ilâh olmaya lâyık tek gerçek olan Allah | vehim: kuruntu, varsayım |
vâhi: zayıf, önemsiz | vücub: varlığının zorunlu olması |
vücud: varlık, var oluş | âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat |
şuur: bilinç, anlayış, idrak |
|