Cevap: Zerre - Sayfa: 241
masnûdaki kemâlât, tamamen Sânideki kemâlden akan bir feyizdir. Fakat kuşlardan yalnız sineği gören, tanıyan bir mikrop, kartalı gördüğü zaman, “Bu kuş değildir” der. Çünkü sinekteki şeyler onda yoktur.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Nefs-i nâtıkanın en yüksek matlubu devam ve bekadır. Hattâ vehmî bir devam ile kendisini aldatmazsa hiçbir lezzet alamaz. Öyleyse, ey devamı isteyen nefis! Daimî olan bir Zâtın zikrine devam eyle ki, devam bulasın. Ondan nur al ki sönmeyesin. Onun cevherine sadef ve zarf ol ki kıymetli olasın. Onun nesim-i zikrine beden ol ki, hayattar olasın. Esmâ-i İlâhiyeden birisinin hayt-ı şuaıyla temessük et ki, adem deryâsına düşmeyesin.
Ey nefis! Seni tutup düşmekten muhafaza eden Zât-ı Kayyûma dayan. Senin mevcudiyetinden dokuz yüz doksan dokuz parça Onun uhdesindedir. Senin elinde yalnız bir parça kalır. En iyisi o parçayı da Onun hazinesine at ki rahat olasın.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Sen kendi vücudunu yapmaya kadir değilsin. Ve elin onu icad etmekten kasırdır. Başkaları dahi o işten âciz ve kasırdırlar. İstersen tecrübe et bakalım. Şecere-i kelimat denilen bir lisanı veya muhaberat ve ezvak santralı olarak bir ağzı yap. Elbette yapamayacaksın. Öyleyse Allah’a şirk yapma!
اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
1
İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu görünen âlem, İlâhî bir dükkân ve bir mahzendir. İçerisinde envâen türlü türlü mensucat kumaşlar, mekûlât yemekler, meşrubat şerbetler vardır. Bir kısmı kesif, bir kısmı lâtif, bir kısmı zâil, bir kısmı dâimî, bir kısmı katı bir lüb, bir kısmı mâyi ve hâkezâ, her çeşit bulunur. Lâkin bir kısmı
[NOT]Dipnot-1 “Muhakkak ki, şirk pek büyük bir zulümdür.” Lokman Sûresi, 31:13.
[/NOT]
Sâni: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah | Zât: kimse; Allah |
Zât-ı Kayyûm: herşeyi kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren Zât, Allah | adem: hiçlik, yokluk |
beka: kalıcılık, sonsuzluk | cevher: asıl, öz |
daimî: devamlı, sürekli | deryâ: deniz, okyanus |
envâen: çeşitler, türler olarak | esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri |
ezvak: zevkler, lezzetler | feyiz: ihsan, bağış, kerem |
hayattar: canlı | hayt-ı şua: ışık hüzmesinden olan nurlu ip |
hâkezâ: böylece, bunun gibi | icad: yaratma, var etme |
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki! | kadir: güçlü, kuvvetli |
kasır: yetersiz, eksik, noksan | kemal: mükemmellik, kusursuzluk |
kemalât: mükemmellikler, olgunluklar | kesif: yoğun, katı, saydam olmayan |
lisan: dil | lâtif: şirin, ince, akıcı, saydam |
lüb: öz, iç | mahzen: erzak deposu, içinde eşya saklanan yer |
masnû: san’at eseri varlık | matlub: istek, arzu |
mekûlât: yiyecekler | mensucat: dokumalar, dokunmuş şeyler |
mevcudiyet: varlık | meşrubat: içecekler |
muhaberat: haberleşmeler, konuşmalar | muhafaza: koruma |
mâyi: sıvı | nefis: bir kimsenin kendisi; insanı daima kötülüğe, zevk ve isteklere sevk eden duygu |
nefs-i nâtıka: konuşan öz, insan; doğru ile yanlışı birbirinden ayıran insan mahiyetinde bulunan nur, aklî ve naklî meselelerin alâkalarını hissetmeye ve anlamaya kabiliyeti olan insan ruhu, insan | nesim-i zikir: güzel ve hoş olan lâtif zikir rüzgârı, havası |
sadef: inci kabuğu, kılıf | temessük etmek: sarılmak, tutunmak |
uhde: sorumluluk, yükümlülük vs. üzerine alma | vehmî: varsayılan, olmadığı halde var kabul edilen |
zarf: kılıf | zikir: Allah’ı anma |
zâil: yok olup gidici, geçici | âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen |
âlem: dünya | İlâhî: Allah tarafından olan |
şecere-i kelimat: sözler ağacı | şirk: ortak koşma |