Ehad: her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen ve bütün kemâl sıfatların sahibi olan bir Allah | Hakîm: herşeyi hikmetle belirli fayda ve gayelere yönelik olarak mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah |
Hâlık: her şeyi yaratan Allah | Muhtar: ihtiyar ve irade sahibi Allah |
Mâlikü’l-Mülk: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah | Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah |
Vâhid: Zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı, benzeri ve dengi olmayan ve herşeyi birliğiyle kuşatan Allah | Zât: kimse, Allah |
abd: kul | bilhassa: özellikle |
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıt | câmiiyet: kapsamlılık |
dellâl: duyurucu, ilân edici | delâlet etmek: delil olmak, göstermek |
eşya: şeyler, varlıklar | halk-ı eflâk: feleklerin, kâinatın yaratılışı |
halk-ı kâinat: kâinatın yaratılışı, yaratılması | hikmet: amaç, gaye, hedef; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılması |
hâlî: boş, ıssız | icad: var etme, yaratma |
ihtiyar: dileme, istek, irade | iktizâ etmek: gerektirmek |
ille-i gaiye: asıl gaye; elde edilmesi için çalışılan gaye | insan-ı kâmil: mükemmel, olgun insan |
istifade: faydalanma, yararlanma | istihsan: beğenme, güzel bulma |
i’lem eyyühe’l-aziz: “Ey aziz kardeşim bil ki!” | keyfiyet: durum, nitelik |
kezâlik: bunun gibi | mahlûkat: yaratılmışlar, yaratılmış varlıklar |
muntazam: düzenli | mu’cize: bir benzerini yapmakta başkalarının aciz kaldıkları olağanüstü şey |
müşahit: gören, seyreden, seyirci | müştak: aşık, çok arzulu ve istekli |
nakış: işleme | nazar: bakış, dikkat |
nefis: bir kimsenin kendisi | rububiyet: Rablık; her bir varlığın yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeylerin verilmesi, onların terbiye edilip idare ve egemenlik altında bulundurulması |
semere: meyve, netice | tahsin: beğenme, birşeyin güzelliğini dile getirme |
takdir etme: beğeniyi dile getirme | tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde etraflıca düşünme |
tehalüf: birbirinden farklı olmak | temasül: birbirine benzeme |
tevafuk: uygunluk, denk gelme | tezyin etme: süsleme |
vahdet: birlik, teklik | ziynet: süs |
zâlim: zulmeden, acımasız, başkasının hakkına tecavüz eden | âlem: dünya, kâinat |
ârif: bilgide ileri olan, bilen | âzâ: organlar |
şehadet etmek: şahitlik etmek, delil olmak | şiddet-i muhabbet: aşırı sevgi |