Zübeyir Gündüzalp Ağabey
SEYYİD
Mehmed Zübeyir Gündüzalp, Kafkasların kartalı, şehitlerin torunu ve seyyidlerin evlâdı olarak 1920 senesinde Ermenek yaylasında hayata gözlerini açmıştı. Babası Mehmed Efendi, annesi ise Seyyide Hanımdı.
Aslen Kafkasya’dan gelen ailenin dört evlâdı, yaş sırasıyla şöyleydi:
Ziver, Emine, Sıdıka ve Haydar...
Tarih kitaplarımızda çok uğursuz ve felâketli Rus harbine eskiden kullandığımız takvimden dolayı 1293, kısaca “Doksan Üç Harbi” (1876-1877) deniliyordu. O tarihte Avrupa kâfirleri, İslâm devleti olan Osmanlıların nurunu söndürmek için, hem Balkanlardan, hem de Kafkaslardan Rusları tahrik ederek hücum ettirmişlerdi.
O kara ve karanlık savaş günlerinde Müslüman Anadolu, binlerce muhacirle dolmuştu.
Zübeyir Abinin dedesi Hurşid Efendinin altı kardeşi Kafkaslar’da şehit olmuştu. Henüz yedi yaşında kimsesiz kalan Hurşid Efendiyi bir Osmanlı subayı İstanbul’a getirmişti. Buradan da Ermenek tüccarlarından Hulûsi Efendi, küçük Hurşid’i yanına alarak Ermenek’e getirmiş ve orada büyütmüştü.
Zübeyir Abi, anne baba her iki taraftan da Kafkasyalı idi. Annesi tarafından “Zeyvergiller,” baba tarafına ise “Haydargiller” şeklinde biliniyordu. Ermenek’teki bu şehitler ailesini yakından tanıyanlar, “Zübeyir’in ecdadı seyyiddir!” derlerdi.
Zaten gerek şehitlik, gerekse seyyidlik gibi yüceler yücesi mensubiyetler, daha önceki senelerde Nur Üstad tarafından da ifade buyurulmuştu.
Barla-Çamdağı, Nur hizmet seyrangâhlarının bir seferinde, yarı şaka yarı ciddî Zübeyir Abiye, “Keçeli, keçeli!” diyerek hafifçe tokatlayan Üstad:
“Sen bana niçin tam ve eksiksiz söylemedin? Sen kendi ecdadını bilmiyorsun. Senin ceddin hem seyyid, hem de Arap’tır. Ben onları âlem-i misalde öyle gördüm. Zaten öyle de olman icap ederdi.”
O ELMAYI NEREDEN ALDINIZ?
Hurşid Efendi, helâl haram bahsinde de çok hassas ve duygulu bir insandı.
Zübeyir Abi, 13 yaşlarında bir arkadaşıyla bağ evlerine giderken, komşunun bahçesinden sarkan bir elma yola düşmüştü. Yola düşen bazı elmaları, yoldan geçen hayvan ve insanlar çiğnemişlerdi. Yerdeki sağlam bir elmayı, büyük ruhlu küçük Zübeyir ve arkadaşı almışlardı. Ellerindeki elmayla Hurşid Dedenin yanına vardıklarında:
“O elmayı nereden aldınız?” sorusuyla karşılaştılar.
“Yere düşmüş ve çiğnenmiş elmaların arasında aldık.” dediler. Hurşid Dedenin:
“Sahibinin rızası olmadan, karşılık bedeli verilmeden elin malı alınır mı? Hiç kimsenin bir şeyi alınmaz! Ben böyle evlât istemem!” şeklindeki hiddetli ikazına karşılık, hemen gidip aldıkları yere elmaları bıraktılar.
YAHUDİNİN ŞAHİTLİĞİ
Ermenek tüccarlarından Berbatoğlu namındaki birisi, Hurşid Efendinin doğruluğunu ve yüce dürüstlüğünü hiç mi hiç çekemiyordu. Berbatoğlu, İzmir’de alış veriş yaptığı bir Yahudiye Hurşid Efendiyi karalamıştı. Yahudi iş adamı, Ermenekli Berbatoğlu’na kapıyı gösterip kovmuştu:
“Biz ticaret ustasıyız. Kime mal satılır, kimden mal alınır, bütün bunları çok iyi biliriz! Senin karalamaya çalıştığın, bizim nadirattan bir müşterimiz olan Hurşid Efendidir. Bu zat sözünün eridir, şimdiye kadar bizleri hiç üzmedi.”
Yahudinin bu cevabı, Berbatoğlu’nu daha da berbat bir şekle sokmuştu.
Ermenek’teki tespitlerimizden olan bu hatırayı, Yahudi tüccar tarafından kovulan Berbatoğlu, daha sonraki zamanlarda, çeşitli yerlerde kendi ifadeleriyle anlatmıştı.
ZÜBEYİR ABİNİN DEDESİ KOCA HURŞİD
Hurşid Efendi, Zübeyir Abinin annesi Seyyide Hanımın babasıdır. Ermenek’te kendisine “Koca Hurşid” denirdi.
Hurşid Efendinin babası, Kafkasyalı Ali Haydar Beydi. 1876’lardaki Doksan Üç Harbinde Moskof’un kurşunları altında şehit olmuştu. Kendisi gibi diğer kahraman kardeşleriyle birlikte Ali Haydar Bey, subaydı. Kendi birliğinden bir başka subay, hiçbir kimsesi kalmayan henüz yedi yaşlarında bir çocuk olan Hurşid’i yanına alarak İstanbul’a getirmişti.
İstanbul’da Ermenekli tüccar Hulûsi Efendi, bu küçük Kafkas muhacirine sahip çıkarak, masum çocuğu yanına alıp Ermenek’e getirmişti. Çocuk burada yetişmiş, gelişmiş ve hayata atılmıştı. Gençlik günlerinde sağlamlığı, dürüstlüğü ve doğruluğu ile herkes tarafından seviliyordu. Yaşı daha da ilerleyince artık bütün Ermenekliler tarafından, “Koca Hurşid” namıyla anılıyordu.
Bu arada Ermeneklilerden dinlediğim kadarıyla, bu beldenin kötü bir namı vardı: Burada hilecilik ve düzenbazlık çoktu. Böyle bir yerde Kafkasyalı mübarek çocuk, ahlâk ve dürüstlüğü ile nam salmış ve herkes tarafından “Koca Hurşid” denilerek sevgi ve hürmetle anılır olmuştu.
Ermenek köylüleri, onların maddeye çok düşkün olmalarından dolayı kızıyorlar ve Ermeneklilere “hileci” diyorlardı.
AFYON MAHKEMESİNDE
İslâmiyetin fedaîsi Zübeyir Gündüzalp, 1948’deki karanlık devrin son zamanlarında, arkadaşları ve Nur Üstadıyla birlikte Afyonkarahisar’ın karanlık zindanlarına atılmıştı.
Afyon Ağır Ceza Mahkemesindeki hâkimlerin önünde –bir mahkeme gününde– haykırarak yaptığı bir müdafaada şunları söylüyordu:
Sorgu hâkimliğinde, “Sen, Risale-i Nur’un talebesi imişsin!” denildi.
“Bediüzzaman Said Nursî gibi bir dâhinin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa, iftiharla ‘Evet, Risale-i Nur şakirdiyim.’ derim.”
Merhum, Zübeyir Gündüzalp müdafaasının tam bu kısmını söylerken, Bediüzzaman Said Nursî ayağa kalkarak:
“Evet, evet, binine bedeldir!” diye, mahkemenin önünde, savcının karşısında, bu kahraman talebesi Mehmed Zübeyir Gündüzalp’in bin Nur talebesine bedel olduğunu, bin talebe kuvvetinde olduğunu ifade ediyordu.
alıntı.
SEYYİD
Mehmed Zübeyir Gündüzalp, Kafkasların kartalı, şehitlerin torunu ve seyyidlerin evlâdı olarak 1920 senesinde Ermenek yaylasında hayata gözlerini açmıştı. Babası Mehmed Efendi, annesi ise Seyyide Hanımdı.
Aslen Kafkasya’dan gelen ailenin dört evlâdı, yaş sırasıyla şöyleydi:
Ziver, Emine, Sıdıka ve Haydar...
Tarih kitaplarımızda çok uğursuz ve felâketli Rus harbine eskiden kullandığımız takvimden dolayı 1293, kısaca “Doksan Üç Harbi” (1876-1877) deniliyordu. O tarihte Avrupa kâfirleri, İslâm devleti olan Osmanlıların nurunu söndürmek için, hem Balkanlardan, hem de Kafkaslardan Rusları tahrik ederek hücum ettirmişlerdi.
O kara ve karanlık savaş günlerinde Müslüman Anadolu, binlerce muhacirle dolmuştu.
Zübeyir Abinin dedesi Hurşid Efendinin altı kardeşi Kafkaslar’da şehit olmuştu. Henüz yedi yaşında kimsesiz kalan Hurşid Efendiyi bir Osmanlı subayı İstanbul’a getirmişti. Buradan da Ermenek tüccarlarından Hulûsi Efendi, küçük Hurşid’i yanına alarak Ermenek’e getirmiş ve orada büyütmüştü.
Zübeyir Abi, anne baba her iki taraftan da Kafkasyalı idi. Annesi tarafından “Zeyvergiller,” baba tarafına ise “Haydargiller” şeklinde biliniyordu. Ermenek’teki bu şehitler ailesini yakından tanıyanlar, “Zübeyir’in ecdadı seyyiddir!” derlerdi.
Zaten gerek şehitlik, gerekse seyyidlik gibi yüceler yücesi mensubiyetler, daha önceki senelerde Nur Üstad tarafından da ifade buyurulmuştu.
Barla-Çamdağı, Nur hizmet seyrangâhlarının bir seferinde, yarı şaka yarı ciddî Zübeyir Abiye, “Keçeli, keçeli!” diyerek hafifçe tokatlayan Üstad:
“Sen bana niçin tam ve eksiksiz söylemedin? Sen kendi ecdadını bilmiyorsun. Senin ceddin hem seyyid, hem de Arap’tır. Ben onları âlem-i misalde öyle gördüm. Zaten öyle de olman icap ederdi.”
O ELMAYI NEREDEN ALDINIZ?
Hurşid Efendi, helâl haram bahsinde de çok hassas ve duygulu bir insandı.
Zübeyir Abi, 13 yaşlarında bir arkadaşıyla bağ evlerine giderken, komşunun bahçesinden sarkan bir elma yola düşmüştü. Yola düşen bazı elmaları, yoldan geçen hayvan ve insanlar çiğnemişlerdi. Yerdeki sağlam bir elmayı, büyük ruhlu küçük Zübeyir ve arkadaşı almışlardı. Ellerindeki elmayla Hurşid Dedenin yanına vardıklarında:
“O elmayı nereden aldınız?” sorusuyla karşılaştılar.
“Yere düşmüş ve çiğnenmiş elmaların arasında aldık.” dediler. Hurşid Dedenin:
“Sahibinin rızası olmadan, karşılık bedeli verilmeden elin malı alınır mı? Hiç kimsenin bir şeyi alınmaz! Ben böyle evlât istemem!” şeklindeki hiddetli ikazına karşılık, hemen gidip aldıkları yere elmaları bıraktılar.
YAHUDİNİN ŞAHİTLİĞİ
Ermenek tüccarlarından Berbatoğlu namındaki birisi, Hurşid Efendinin doğruluğunu ve yüce dürüstlüğünü hiç mi hiç çekemiyordu. Berbatoğlu, İzmir’de alış veriş yaptığı bir Yahudiye Hurşid Efendiyi karalamıştı. Yahudi iş adamı, Ermenekli Berbatoğlu’na kapıyı gösterip kovmuştu:
“Biz ticaret ustasıyız. Kime mal satılır, kimden mal alınır, bütün bunları çok iyi biliriz! Senin karalamaya çalıştığın, bizim nadirattan bir müşterimiz olan Hurşid Efendidir. Bu zat sözünün eridir, şimdiye kadar bizleri hiç üzmedi.”
Yahudinin bu cevabı, Berbatoğlu’nu daha da berbat bir şekle sokmuştu.
Ermenek’teki tespitlerimizden olan bu hatırayı, Yahudi tüccar tarafından kovulan Berbatoğlu, daha sonraki zamanlarda, çeşitli yerlerde kendi ifadeleriyle anlatmıştı.
ZÜBEYİR ABİNİN DEDESİ KOCA HURŞİD
Hurşid Efendi, Zübeyir Abinin annesi Seyyide Hanımın babasıdır. Ermenek’te kendisine “Koca Hurşid” denirdi.
Hurşid Efendinin babası, Kafkasyalı Ali Haydar Beydi. 1876’lardaki Doksan Üç Harbinde Moskof’un kurşunları altında şehit olmuştu. Kendisi gibi diğer kahraman kardeşleriyle birlikte Ali Haydar Bey, subaydı. Kendi birliğinden bir başka subay, hiçbir kimsesi kalmayan henüz yedi yaşlarında bir çocuk olan Hurşid’i yanına alarak İstanbul’a getirmişti.
İstanbul’da Ermenekli tüccar Hulûsi Efendi, bu küçük Kafkas muhacirine sahip çıkarak, masum çocuğu yanına alıp Ermenek’e getirmişti. Çocuk burada yetişmiş, gelişmiş ve hayata atılmıştı. Gençlik günlerinde sağlamlığı, dürüstlüğü ve doğruluğu ile herkes tarafından seviliyordu. Yaşı daha da ilerleyince artık bütün Ermenekliler tarafından, “Koca Hurşid” namıyla anılıyordu.
Bu arada Ermeneklilerden dinlediğim kadarıyla, bu beldenin kötü bir namı vardı: Burada hilecilik ve düzenbazlık çoktu. Böyle bir yerde Kafkasyalı mübarek çocuk, ahlâk ve dürüstlüğü ile nam salmış ve herkes tarafından “Koca Hurşid” denilerek sevgi ve hürmetle anılır olmuştu.
Ermenek köylüleri, onların maddeye çok düşkün olmalarından dolayı kızıyorlar ve Ermeneklilere “hileci” diyorlardı.
AFYON MAHKEMESİNDE
İslâmiyetin fedaîsi Zübeyir Gündüzalp, 1948’deki karanlık devrin son zamanlarında, arkadaşları ve Nur Üstadıyla birlikte Afyonkarahisar’ın karanlık zindanlarına atılmıştı.
Afyon Ağır Ceza Mahkemesindeki hâkimlerin önünde –bir mahkeme gününde– haykırarak yaptığı bir müdafaada şunları söylüyordu:
Sorgu hâkimliğinde, “Sen, Risale-i Nur’un talebesi imişsin!” denildi.
“Bediüzzaman Said Nursî gibi bir dâhinin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa, iftiharla ‘Evet, Risale-i Nur şakirdiyim.’ derim.”
Merhum, Zübeyir Gündüzalp müdafaasının tam bu kısmını söylerken, Bediüzzaman Said Nursî ayağa kalkarak:
“Evet, evet, binine bedeldir!” diye, mahkemenin önünde, savcının karşısında, bu kahraman talebesi Mehmed Zübeyir Gündüzalp’in bin Nur talebesine bedel olduğunu, bin talebe kuvvetinde olduğunu ifade ediyordu.
alıntı.