ALLAH’ı kim yarattı?
Bu soru da çok sorulan sorulardan biridir.
Ben bu soruyu, Resûl-i Ekrem (S.A.V) in Peygamberliğinin bir alâmeti olarak görüyor ve verdiği gaybî ihbârın tahakkuku karşısında boynumu büküp "Eşhedü enne Muhammed'er-Resulûllah" diyerek şehâdet ediyorum. Evet, Resûl-i Ekrem (S.A.V) Allah'ın şerefli elçisidir. Kıyâmete kadar olup bitecek her şeyi, bir televizyon ekranından görüyor gibi seyretmiş ve söylediği her şeyi dosdoğru söylemiştir. Daha sonra meydana gelecek hâdiseler hakkında verdiği hükümler, söylediği şeyler o kadar isabetlidir ki; yeri geldiği zaman hepsi de aynı aynına doğru çıkmıştır. İşte, bu da onlardan bir tanesidir. Buyurur ki: (Sahabenin aklından böyle bir şey geçmez) `Bir gün gelecek ayağını ayağının üstüne atarak -gurur, kibir, enâniyet içinde ve her meseleyi hâlletmiş gibi- bunu Allah yarattı, şunu Allah yarattı, Allah'ı kimi yarattı?" diyecekler. Ben, bu soru tevcîh edildiği zaman kendi kendime düşündüm ve "Eşhedü enne Muhammed-er Rasulûllah" dedim. Nasıl da görmüşsün ve nasıl da doğru söylüyorsun!... Şu, nefisleri ve enâniyetleıi firavunlaşan, sebeplere ulûhiyet isnad eden ve her şeyi sebepler içinde îzâha kalkışan insanların idrâksizliğini, düşünce sefâletfni bundan daha güzel ifâde mümkün olamazdı...
Asıl mes'eleye gelince, bu da, inkârcılann ortaya attıklan sorulardan biridir. Çok defa, körpe dimağlar, bu türlü soruların altında kalır ve ezilirler. Evet onlar,nâmütenâhîliği anlayamaz; sebeplerin zincirleme uzayıp gitmesini ve böyle bir aldatmacanın bir şey ifâde edip etmemesini katiyyen değerlendiremezler.
Bundan ötürü tereddüde düşer de, zanneder ki; Allah da bir sebepdir; tıpkı herhangi bir sebep gibi... Ve Allah'ı, meydana getiren bir sebep vardır ki, Allah, ona göre müsebbebdir (sonuçtur) . Bu, bir yanlış kanâatın neticesidir. Ve temelinde de Yaratanın bilinmemesi vardır. Allah, müsebbib-ül-esbâbdır ve varlığının evveli yoktur.
Bugüne kadar kelâmcılar, sebeblerin, böyle zincirleme devam edip gidemeyeceğini belli usûllerle ortaya koyarak "Müsebbib'ül-esbâb'' olan Allah'ın varlığını isbâta çalışmışlardır. Onların, bu husustaki düşüncelerinin hülâsasını, bir iki misâlle anlatmakta fâide mülâhaza ediyoruz. Kelâmcılar derler ki: Sebeplerin zincirleme (teselsül) devam edip gideceğini düşünmek, o sebeplerin mâhiyetini bilmemenin ve Yaratıcıdan gaflet etmenin ifâdesidir. Evet, eşyanın sonsuzdan beri süregelen bir kısım sebepler zincirinden ibâret olduğuna ihtimâl vermek doğru değildir. Böyle birşeyi mümkün görüp ihtimâl vermek sırf bir aldanmışlıktır. Meselâ: Yeryüzünün yeşermesi, hava, su ve güneşe bağlı olsun; hava, su güneş de bir kısım madde parçacıklarına; Oksijen, hidrojen, karbon, azot ... vs. gibi.. bu madde parçaları da daha küçüklere ve onlar da kendilerinden küçüklere.. Bunun böyle uzayıp gitmesine ihtimâl vermek ve eşyanın bu yolla îzâh edileceğine inanmak bir aldanma ve muğâlatadır. Hele, bir yerde, bunun karşısına anti-madde, anti-atomla çıkılıyor ve metafizik fiziğe galebe çalıyorsa... Ve hele, ilk ve son bütün sebepler fevkalâde âhenk içinde birer kanun, birer me'mur gibi hareket ediyorlarsa!..
Evet, "Şu şundan, şu şundan, şu da şundan... " demek, herhangi bir meseleyi hâlletmesi şöyle dursun, bilâkis, herşeyi içinden çıkılmaz hâle getirmektedir. Zirâ, böyle bir meseleyi mümkün görmek, tıpkı "Yumurta tavuktan, tavuk yumurtadan "... düşüncesinin ilelebed sürüp gideceğine ihtimâl verme gibi bir safsataya benzer ki; bunlardan tavuk veya yumurtayı, Kudreti Sonsuz, Ezelî bir Zâta vereceğimiz âna kadar, iddialar hep mesnetsiz sayılır. Aksine, bunlar varlığı kendinden olan Yüce Yaratıcıya isnâd edilince mesele birden aydınlığa kavuşur. Ondan sonra, tek bir hücre olarak yumurtanın yaratılmış olması veya kendi neslini devam ettirmek için tavuğun yaratılmış bulunması ve yumurtanın ondan çıkması arasında fark yoktur.
Bu soru da çok sorulan sorulardan biridir.
Ben bu soruyu, Resûl-i Ekrem (S.A.V) in Peygamberliğinin bir alâmeti olarak görüyor ve verdiği gaybî ihbârın tahakkuku karşısında boynumu büküp "Eşhedü enne Muhammed'er-Resulûllah" diyerek şehâdet ediyorum. Evet, Resûl-i Ekrem (S.A.V) Allah'ın şerefli elçisidir. Kıyâmete kadar olup bitecek her şeyi, bir televizyon ekranından görüyor gibi seyretmiş ve söylediği her şeyi dosdoğru söylemiştir. Daha sonra meydana gelecek hâdiseler hakkında verdiği hükümler, söylediği şeyler o kadar isabetlidir ki; yeri geldiği zaman hepsi de aynı aynına doğru çıkmıştır. İşte, bu da onlardan bir tanesidir. Buyurur ki: (Sahabenin aklından böyle bir şey geçmez) `Bir gün gelecek ayağını ayağının üstüne atarak -gurur, kibir, enâniyet içinde ve her meseleyi hâlletmiş gibi- bunu Allah yarattı, şunu Allah yarattı, Allah'ı kimi yarattı?" diyecekler. Ben, bu soru tevcîh edildiği zaman kendi kendime düşündüm ve "Eşhedü enne Muhammed-er Rasulûllah" dedim. Nasıl da görmüşsün ve nasıl da doğru söylüyorsun!... Şu, nefisleri ve enâniyetleıi firavunlaşan, sebeplere ulûhiyet isnad eden ve her şeyi sebepler içinde îzâha kalkışan insanların idrâksizliğini, düşünce sefâletfni bundan daha güzel ifâde mümkün olamazdı...
Asıl mes'eleye gelince, bu da, inkârcılann ortaya attıklan sorulardan biridir. Çok defa, körpe dimağlar, bu türlü soruların altında kalır ve ezilirler. Evet onlar,nâmütenâhîliği anlayamaz; sebeplerin zincirleme uzayıp gitmesini ve böyle bir aldatmacanın bir şey ifâde edip etmemesini katiyyen değerlendiremezler.
Bundan ötürü tereddüde düşer de, zanneder ki; Allah da bir sebepdir; tıpkı herhangi bir sebep gibi... Ve Allah'ı, meydana getiren bir sebep vardır ki, Allah, ona göre müsebbebdir (sonuçtur) . Bu, bir yanlış kanâatın neticesidir. Ve temelinde de Yaratanın bilinmemesi vardır. Allah, müsebbib-ül-esbâbdır ve varlığının evveli yoktur.
Bugüne kadar kelâmcılar, sebeblerin, böyle zincirleme devam edip gidemeyeceğini belli usûllerle ortaya koyarak "Müsebbib'ül-esbâb'' olan Allah'ın varlığını isbâta çalışmışlardır. Onların, bu husustaki düşüncelerinin hülâsasını, bir iki misâlle anlatmakta fâide mülâhaza ediyoruz. Kelâmcılar derler ki: Sebeplerin zincirleme (teselsül) devam edip gideceğini düşünmek, o sebeplerin mâhiyetini bilmemenin ve Yaratıcıdan gaflet etmenin ifâdesidir. Evet, eşyanın sonsuzdan beri süregelen bir kısım sebepler zincirinden ibâret olduğuna ihtimâl vermek doğru değildir. Böyle birşeyi mümkün görüp ihtimâl vermek sırf bir aldanmışlıktır. Meselâ: Yeryüzünün yeşermesi, hava, su ve güneşe bağlı olsun; hava, su güneş de bir kısım madde parçacıklarına; Oksijen, hidrojen, karbon, azot ... vs. gibi.. bu madde parçaları da daha küçüklere ve onlar da kendilerinden küçüklere.. Bunun böyle uzayıp gitmesine ihtimâl vermek ve eşyanın bu yolla îzâh edileceğine inanmak bir aldanma ve muğâlatadır. Hele, bir yerde, bunun karşısına anti-madde, anti-atomla çıkılıyor ve metafizik fiziğe galebe çalıyorsa... Ve hele, ilk ve son bütün sebepler fevkalâde âhenk içinde birer kanun, birer me'mur gibi hareket ediyorlarsa!..
Evet, "Şu şundan, şu şundan, şu da şundan... " demek, herhangi bir meseleyi hâlletmesi şöyle dursun, bilâkis, herşeyi içinden çıkılmaz hâle getirmektedir. Zirâ, böyle bir meseleyi mümkün görmek, tıpkı "Yumurta tavuktan, tavuk yumurtadan "... düşüncesinin ilelebed sürüp gideceğine ihtimâl verme gibi bir safsataya benzer ki; bunlardan tavuk veya yumurtayı, Kudreti Sonsuz, Ezelî bir Zâta vereceğimiz âna kadar, iddialar hep mesnetsiz sayılır. Aksine, bunlar varlığı kendinden olan Yüce Yaratıcıya isnâd edilince mesele birden aydınlığa kavuşur. Ondan sonra, tek bir hücre olarak yumurtanın yaratılmış olması veya kendi neslini devam ettirmek için tavuğun yaratılmış bulunması ve yumurtanın ondan çıkması arasında fark yoktur.