Barla Lahikası

Ahmet.1

Well-known member
ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ ﺑِﻌَﺪَﺩِ ﻋَﺎﺷِﺮَﺍﺕِ ﺩَﻗَﺎﺋِﻖِ ﺍَﻳَّﺎﻡِ ﺍﻟْﻔِﺮَﺍﻕِ


Aziz, sıddık kardeşim!

Sana bu defa Yirmidokuzuncu Mektub'un üçüncü kısmını ve beşinci kısmını gönderiyorum. Üçüncü kısımda bir sırr var. Ramazanda bir saatte, benimle müsevvid zât hasta iken sür'atle yazılmış. Göreceğiniz tarz aynen bulunmuş, biz hayret ettik. Anladık ki o kısımda Kur'an'a dair niyetimiz tam haktır ve lâzımdır ki, böyle olmuştur.

Hem Mu'cizat-ı Ahmediye'deki tevafukata bir sened-i kat'î olarak iki parça (o mektubdan dördüncü, beşinci cüzlerini) gönderdim.

O iki parça o risalenin te'lifinin akabinde, acemî bir müstensih müsvedde-i aslîden acele yazdığı, hattâ salavatları (A.S.M.) işaretiyle geçtiği halde, iki sene sonra tedkik ettik, ümidimiz fevkinde acib bir tevafuk gördük.

Sonra ondan daha acemî bir müstensihe dedim: "Resul-i Ekrem (A.S.M.) kelimesiyle, Kur'an kelimesini kırmızı yaz, aynen o nüshayı istinsah et." Halbuki ikinci müstensih çok acemî idi. Evvelki müstensihin nüshasındaki tevafuku kısmen bozmuş, şuuru taalluk ettiği için letafetini ihlâl etmiş. Fakat yine tevafukata bir hüccet olur. Siz de güzelce kendinize tebyiz ediniz. O müsvedde-i ûlânın bir sureti ya sende veya Abdülmecid'de mahfuz kalsın.

Felillahilhamd şimdi Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın ikiyüz ecza-i i'cazından bir cüz'ünü göze gösterecek birkaç Kur'an'ı yazdırıyoruz. Birisi tamam oluyor. İçinde (2806) Lafza-i Celal'den, yüzde bir müstesna, umumen tevafuku, gaybî tarzında görünüyor. Lafzullah'ı kırmızı ile yazdırdık, gören "Kur'an'ın i'cazını gözümle görebiliyorum" diyebilir. İnşâallah bu cüz'-i i'caz, hatt-ı Kur'anîyi muhafaza edecek, tahriften kurtaracak.

Elmas kalemli kardeşlerimize taksim ettim. En birinci kardeşimiz Hakkı Efendi birinci cüz'ü yazdı. İkincisini, üçüncüsünü senin bedeline yazmağa hâhişkârdır.

Başta vâlideyninize, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman Bey, yeni talebem İmam Ömer Efendi olarak Sözler'le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum, dualarını isterim.

Sâbık Müftü Kemal Efendi'ye de ki: Müjde! Her bir saat hastalıklı ömrü, bir gün ibadet hükmündedir. Şu zamanda hayatın en iyi sureti böyledir. Biz dergâh-ı İlahîde onun hakkında en hayırlısını niyaz edip dua ediyoruz ve edeceğiz. Öylelerin duası makbuldür. Bana dua etsin. Hoca Abdurrahman ile Fethi Bey, ikisi has talebelerin daire-i duası içinde duada kazancıma hissedardırlar. İkisi bana dua etsinler. Eskide benim Ömer isminde talebem vardı, senin şimdiki orada Ömer Efendi ona duada arkadaş olmuştur.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz Mirzazade
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
Yirmidokuzuncu Mektub'un Dördüncü Kısmı hem uzundur, hem bir tek nüshadır. Bu defa gönderemedim. O kısım doğrudan doğruya i'caz-ı Kur'an'ın bir âyinesidir ve çok da mühimdir. Otuz sekiz sahifedir. Başta Sabri, Süleyman, Hüsrev, Bekir, Tevfik, Galib sizlere selâm ederler. Ondokuzuncu Mektub'un Dördüncü Cüz'ünü, Onbeşinci Nükteli İşaret'e kadar tashih ettim. Acele göndermek lâzım geldi, vakit bulamadım tam tashih edeyim.

Sen evvelâ Onbeşinci Nükteli İşaret'ten sonra kendi nüshanızla mukabele edip tashih ediniz, sonra tebyiz ediniz. Yirmisekizinci Mektub'un Yedinci Mes'elesinde acib bir tevafuk görüldü, şöyle: İki sahife baştan başa, yalnız baştaki satır müstesna, yirmidokuz satır şuur ve ihtiyarımızın haricinde, bütün (elif) gelmiş. Bu bütün (elif) Yirmisekizinci Mektub'dan Yirmidokuzuncu Mektub'a ehemmiyetli bir işaret-i gaybiyedir, diyordu. Sonra nümunesini size göndereceğiz.

Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
(Said Nursî'nin bir fıkrasıdır)

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, hakikatlı âhiret kardeşim ve ciddî ve kuvvetli arkadaşım!

Kur'an-ı Hakîm'in baş haşiyelerinde, âyât-ı Kur'aniyenin adedi 6666 olmakla, envâr-ı Kur'aniye ve hakikat-ı Furkaniye eyyam-ı şer'iye ile 6666 sene kadar Küre-i Arz'da hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için izahlı bir cevab veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: Âsım'ın suali ehemmiyetlidir, cevab ver. Ben de o ihtara binaen, üç esasla bir parça izah edeceğim:

Birinci Esas: Nasılki Nur-u Muhammedî ve hakikat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, divan-ı nübüvvetin hem fâtihası hem hâtimesidir. Bütün Enbiya, onun asıl nurundan istifaza ve hakikat-ı dininin neşrinde onun muinleri ve vekilleri hükmünde oldukları ve nur-u Ahmedî (A.S.M.) cebhe-i Âdem'den tâ Zât-ı Mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur.

Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye, Risale-i Mi'rac'da kat'î bir surette isbat edildiği gibi, şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslîsi, hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de hakikat-ı Kur'aniye, zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile beraber müteselsilen Enbiyaların suhuf ve kütüblerinde nurlarını neşrederek gele gele tâ nüsha-i kübrası ve mazhar-ı etemmi olan Kur'an-ı Azîmüşşan suretinde cilveger olmuştur.

Bütün Enbiyanın usûl-ü dinleri ve esas-ı şeriatları, hülâsa-i kitabları Kur'anda bulunduğuna, ehl-i tahkik ve ehl-i hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen, fetret-i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra, rivayet-i meşhure ile zaman-ı Âdem'den tâ kıyamete kadar, eyyam-ı şer'iye ile tabir edilen 7000 seneden fetret-i mutlakanın zamanı tarh edildikten sonra 6666 sene kadar Din-i İslâm'ın sırrını neşreden hakikat-ı Kur'aniye Küre-i Arz'da ayrı ayrı perdeler altında neşr-i envâr edeceğine, âyâtın adedi işaret ediyor, demektir.

İkinci Esas: Malûmdur ki, Küre-i Arz'ın mihveri üstündeki hareketiyle gece-gündüzler ve medar-ı senevîsi üstündeki hareketiyle seneler hasıl oluyor. Güneşle beraber her bir seyyarenin belki sevabitin ve Şems-üş Şümus'un dahi her birinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsusalarını gösteren bir hareketi ve medarı üzerinde deveranı dahi bir nevi seneleri gösteriyor. Hâlık-ı Arz ve Semavat'ın hitabat-ı ezeliyesinde o eyyam ve seneleri dahi irae ettiğine delili şudur ki:

Furkan-ı Hakîm'de
ﺛُﻢَّ ﻳَﻌْﺮُﺝُ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻓِﻰ ﻳَﻮْﻡٍ ﻛَﺎﻥَ ﻣِﻘْﺪَﺍﺭُﻩُٓ ﺍَﻟْﻒَ ﺳَﻨَﺔٍ ﻣِﻤَّﺎ ﺗَﻌُﺪُّﻭﻥَ

ﺗَﻌْﺮُﺝُ ﺍﻟْﻤَﻠَٓﺌِﻜَﺔُ ﻭَ ﺍﻟﺮُّﻭﺡُ ﺍِﻟَﻴْﻪِ ﻓِﻰ ﻳَﻮْﻡٍ ﻛَﺎﻥَ ﻣِﻘْﺪَﺍﺭُﻩُ ﺧَﻤْﺴِﻴﻦَ ﺍَﻟْﻒَ ﺳَﻨَﺔٍ

gibi âyetler isbat ediyor.

Evet kış günlerinde ve şimal taraflarında gurub ve tulû' mabeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kışta sekiz-dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut, tâ Güneş'in mihveri üstünde bir aya yakın yevminden, hattâ Kozmoğrafya'nın rivayetine göre tâ "Rabb-üş Şi'ra" tabiriyle Kur'an'da namı ilân edilen ve şemsimizden büyük "Şi'ra" namında diğer bir şemsin belki bin seneden ibaret olan gününden, tâ Şems-üş Şümus'un mihveri üstündeki ellibin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır.

İşte Semavat ve Arz'ın Rabbi, o Şems-üş Şümus ve Şi'ra'nın Hâlıkı hitab ettiği vakit, o Semavat ve Arz'ın ecramına ve âlemlerine bakan kudsî kelâmında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gayet yerindedir.

Madem eyyamın lisan-ı şer'îde böyle ıtlakatı vardır. İlm-i Tabakat-ül Arz ve Coğrafya ve Tarih-i Beşeriyet ülemasınca nev'-i beşerin yedibin sene değil belki yüzbinler sene geçirdiğini teslim de etsek, Âdem'den kıyamete kadar ömr-ü beşer yedibin senedir olan rivayet-i meşhurenin sıhhatına ve beyan ettiğimiz 6666 sene nur-u Kur'an hükümferma olduğuna münafî olamaz, cerhedemez. Çünki eyyam-ı şer'iyenin dört saatten elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefs-ül emirdeki eyyamın hakikatı o rivayet-i meşhurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasib değil.

Üçüncü Esas:

ﻟﺎَ ﻳَﻌْﻠَﻢُ ﺍﻟْﻐَﻴْﺐَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ

Şu mes'elede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeayı beyan ediyorum. Şöyle ki:

Şu dünyanın bir ömrü ve şu dünyadaki Küre-i Arz'ın dahi ondan kısa diğer bir ömrü ve Küre-i Arz'da yaşayan nev'-i insanın daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde üç nevi mahlukatın ömürleri, saatin içindeki dakika, sâniye, saatleri sayan çarkların nisbeti gibidir. Nev'-i insanın ömrü, Küre-i Arz'ın iki hareketiyle hasıl olan malûm eyyam ile olduğu gibi; zîhayatın vücuduna mazhar olduğu zamandan itibaren Küre-i Arz'ın ömrü ise merkez-i irtibatı olan Şems'in hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyam ile olması hikmet-i Rabbaniyeden uzak değildir. Ve dünyanın ömrü ise Şems-üş Şümus'un hareket-i mihveriyesi ile hasıl olan eyyam iledir.

Şu halde nev'-i insanın ömrü yedibin sene eyyam-ı malûme-i Arziye ile olsa, Küre-i Arz'ın hayata menşe' olduğu zamandan harabiyetine kadar eyyam-ı Şemsiye ile ikiyüzbin seneden geçer. Ve Şems-üş Şümus'a tâbi' ve âlem-i bekadan ayrılıp Küremize bakan dünyaların ömrü -Şems-üş Şümus'un işarat-ı Kur'aniye ile her bir günü ellibin sene olmasıyla- yedibin sene o eyyam ile yüz yirmialtı milyar sene yaşarlar. {(Haşiye): Bu hesab Şamlı Hâfız, Kuleönü'nden Mustafa ve arkadaşı Hâfız Mustafa'nın şehadetiyle bir dakika zarfında ezber yapılmıştır. (Sene 360 gün hesabına göredir, kusur varsa bakılmamak gerektir.)}
Demek eyyam-ı şer'iye tabir ettiğimiz eyyam-ı Kur'aniyede bunlar dâhil olabilirler.

Evet Semavat ve Arz'ın Hâlıkı, Semavat ve Arz'a bakan bir kelâmıyla, Semavat ve Arz'ın sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslîsi ve en mükemmel âhir meyvesi olan bir zâta hitabında, o eyyamları istimal etmek, Kur'anın ulviyetine ve muhatabının kemaline yakışır ve ayn-ı belâgattır....


ﻭَ ﺍﻟْﻌِﻠْﻢُ ﻋِﻨْﺪَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ٭ ﻭَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺍَﻋْﻠَﻢُ ﺑِﺎَﺳْﺮَﺍﺭِ ﻛِﺘَﺎﺑِﻪِ
ﺭَﺑَّﻨَﺎ ﻟﺎَ ﺗُﺆَﺍﺧِﺬْﻧَٓﺎ ﺍِﻥْ ﻧَﺴِﻴﻨَٓﺎ ﺍَﻭْ ﺍَﺧْﻄَﺎْﻧَﺎ
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
Onbeşinci Nota'nın Üçüncü Mes'elesi

Ey insan ve ey nefsim, muhakkak bil ki: Cenab-ı Hakk'ın sana in'am ettiği vücudun, cismin, a'zâların, malın ve hayvanatın ibahedir, temlik değildir. Yani, istifaden için kendi mülkünü senin eline vermiş, istifade et diye ibahe etmiş. Senin gibi, idare etmekten hakikaten âciz ve tedbirden cidden cahil bir şahsa temlik etmemiş. Çünki mülk olarak verse idi, idaresini sana bırakmak lâzım gelirdi.

Acaba en kolay, en zahir ve daire-i ihtiyar ve şuurda dâhil olan bir midenin idaresini yapamadığın halde; nasıl göz ve kulak gibi daire-i ihtiyar ve şuurun haricinde idare isteyen şeylere mâlik olabilirsin?

Madem sana verilen hayat ve hayatın levazımatı temlik değil, ibahedir. Elbette ibahenin düsturuyla hareket etmek lâzımdır. Yani nasıl bir zât, ziyafete misafirleri davet eder. Onlara, meclis ziyafetindeki eşyadan ve ziyafetten istifadeyi ibahe ediyor, temlik etmiyor. İbahe ve ziyafetin kaidesi ise; mihmandarın rızası dâhilinde tasarruf etmektir. Öyle ise israf edemez, başkasına ikram edemez, sofradan kaldırıp başkasına sadaka veremez, dökemez, zayi' edemez. Eğer temlik olsa idi, yapabilirdi ve kendi arzusuyla hareket edebilirdi.

Aynen bunun gibi; Cenab-ı Hak sana ibahe suretinde verdiği hayatı intihar ile hâtime çekemezsin, gözünü çıkaramazsın ve manen gözü kör etmek demek olan gözü verenin rızası haricinde harama sarfedemezsin. Ve hâkeza kulağı ve dili ve bunlar gibi cihazatı harama sarfetmekle manen öldüremezsin. Ve eti yenilmeyen hayvanını lüzumsuz tazib edip katledemezsin. Ve hâkeza.

Bütün sana verilen nimetler, bu misafirhane-i dünyanın sahibi olan Mihmandar-ı Kerim-i Zülcelal'in kavanin-i şeriatı dairesinde tasarruf etmek gerektir.

Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz kardeşim Re'fet Bey!
Senin mektubunu ve kitabını memnuniyetle aldım. Gayet sevdiğim bir talebem olan Hulusi Bey'in ruhunu sizde hissettim. Seni yeni değil, Hulusi gibi eski bir talebe olarak kabul ettim. Talebeliğin hâssası şudur ki, yazılan Sözler'e kendi malı gibi sahib olmalıdır. Kendisi te'lif etmiş ve yazmış nazarıyla bakıp, neşrine ve ehil olanlara iblağına çalışmaktır. Mâşâallah hattın güzeldir. Vakit bulursan bir kısmını yazın. Bir kısmını Hüsrev gibi ciddî talebeler yazar, onlardan bilâhere alır yazarsınız ve onlarla teşrik-i mesaî edersiniz. Altı senedir Isparta'da ciddî talebelerin çıkmasına muntazırdım, bekliyordum. El-minnetü lillah, şimdi sizin ile beraber birkaç tane çıkmağa başladı. Çünki bir talebe, yüz dosta müreccahtır. Sözler namındaki envâr-ı Kur'aniye ise, en mühim ibadet olan ibadet-i tefekküriye nev'indendir. Şu zamanda en mühim vazife, imana hizmettir. İman saadet-i ebediyenin anahtarıdır.
ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Ciddî, sıddık, dikkatli, hakikatlı kardeşim Re'fet Bey!

Cenab-ı Hak yeni hayatınızı mübarek eylesin ve refika-i hayatınızı hayat-ı ebediyenizde, Otuzikinci Söz'ün Üçüncü Mevkıfının âhirlerindeki Üçüncü İşaret'te, refika-i hayata dair vâde ve sıfata mazhar eylesin, âmîn.

Bu defaki mektubun çok güzeldir. Arkadaşlarının fıkraları içerisinde "Yirmiyedinci Mektub" içine dercedeceğim. Arasıra yazı ile meşgul olsanız, iyi olur. İnşâallah yeni hayatınız size risalelerin hakaikına karşı yeni bir şevk uyandıracak.

Kardeşim! Sen, Hüsrev, Âsım nazarımda çok kıymetdarsınız. Cenab-ı Hak sizleri ve sizin gibileri Kur'an hizmetinde sabit-kadem ve fedakâr ve kemal-i sadakatta daim ve muvaffak eylesin, âmîn.

Orada Şeyh Mustafa, Lütfü, Rüşdü gibi kardeşlerime çok selâm ediyorum.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ

Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, ciddî, samimî âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur'aniyede çalışkan bir arkadaşım Re'fet Bey!

Mektubunuz beni mesrur etti. Biliniz ki, iki sene evvel mabeynimizde hararetli bir uhuvvet başladı. Sonra bazı ârızalarla ileri gitmedi. Müjde şimdi ileri gidiyor. Çünki Hüsrev bana yazdığı mektubunda, senden çok memnun olduğunu, Barla'dan döndükten sonra seni istediğim tarzda bana gösteriyor.

Demek tam onunla ittihad ve teşrik-i mesaî ediyorsun. Elinden geldiği kadar onunla münasebeti kuvvetleştir. Hem herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur'an öğretmek olduğundan, sen bu vazifeyi yapmağa başladın. Sen birinci talebelerden olduğundan inşâallah senin çocuğun da birincilerden olacaktır. Madem çocuk benim de evlâd-ı maneviyemdir; ona verdiğin ders, yarısı senin namına ise, yarısı da benim hesabıma olmalıdır.

Senin rü'yan ise çok mübarektir. Tabiri pek zahirdir. Isparta bir câmi'dir. Hüsrev, Re'fet, Lütfü, Rüşdü gibi zâtların samimî mütesanid heyetin şahs-ı manevîsi sana Said suretinde gösterilmiş. Risaleler ile verdiğiniz ders ise, va'z u nasihat suretinde gösterilmiş. Sen namazı kılmadığınızdan geç kalıp, acele ederek derse yetişmek tabiri; Sözler'in neşri haricinde bazı vezaif-i diniye, hem bir parça tenbellik, sizi birincilik hakkın olan birinci derste ikinci derecede kaldığınıza işaret edip, seni ikaz ediyor.

Her ne ise... Ben senden şimdi çok memnunum ve oradaki kardeşlerim dahi senden çok memnundurlar. Cenab-ı Hak bizi ve sizi tarîk-ı Hak'ta hizmet-i Kur'aniyede sebat ve metaneti versin, âmîn. Kayınpederiniz Hacı İbrahim Efendi'ye çok selâm ile Bedreddin'e ve hemşireme çok dua ediyorum.


ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, gayyur kardeşim!

Süleyman Efendi'den anladım ki, bazı hususî müşkilâta maruz oluyorsun. Sizin gibi metin insanlara sabır tavsiyesi zâiddir. Hizmetin kudsiyeti ve o hizmetteki zevk ve gayretindeki şevk, o acı hususî müşkilâta karşı gelir ve galebe eder tahmin ediyorum. Mümkün olduğu kadar aldırmamalısın. Kıymetdar, kusursuz bir malın dükkâncısı müşterilere yalvarmaya muhtaç değil. Müşterinin aklı varsa o yalvarsın.
ﺧَﻴْﺮُ ﺍﻟْﺎُﻣُﻮﺭِ ﺍَﺣْﻤَﺰُﻫَﺎ sırrınca azîm hayırların müşkilâtı çok oluyor. Müşkilât çoğaldıkça ehl-i himmet fütur değil, gayret ve sebatını ziyadeleştirir. İnşâallah siz de öyle metin ve sebatkârlardansınız.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık kardeşim Re'fet Bey,

Mâşâallah şimdi siz ümid ettiğim tarzda risaleleri takib ediyorsunuz ve yazıyorsunuz. Senin gibilerin az sa'yi dahi çok hükmündedir. Çünki çoklar size itimad edip, sizi taklid eder. Sizin gibi ciddî kardeşleri, bu gurbet memleketinde bulduğumdan, burası benim için hakikî bir vatan hükmüne geçti, hakikî vatanımı unutturdu. Yazılan eserlerin yüksekliği, me'haz ve maden-i kudsîleri olan Kur'an'dan sonra sizler gibi muhatabların ciddî iştiyakları ve tam tefehhümleridir. Siz beni bulduğunuzdan bir şükretseniz, ben sizi bulduğumdan dolayı bin şükrediyorum.

Mektubunda ism-i a'zamı sual ediyorsun. İsm-i a'zam gizlidir. Ömürde ecel, ramazanda leyle-i kadir gibi, esmada ism-i a'zamın istitarı mühim hikmeti var. Kendi nokta-i nazarımda hakikî ism-i a'zam gizlidir, havassa bildirilir. Fakat her ismin de a'zamî bir mertebesi var ki, o mertebe ism-i a'zam hükmüne geçiyor. Evliyaların ism-i a'zamı ayrı ayrı bulması bu sırdandır. Hazret-i Ali'nin (R.A.) Ercuze namında bir kasidesi Mecmuat-ül Ahzab'da var. İsm-i a'zamı altı isimde zikrediyor. İmam-ı Gazalî onu Cünnet-ül Esma namındaki risalesinde, Hazret-i Ali'nin zikrettiği ve ism-i a'zamın muhiti olan o esma-i sitteyi şerh ve hâssalarını beyan etmiştir. O altı isim de,
ﻓَﺮْﺩٌ ٭ ﺣَﻰٌّ ٭ ﻗَﻴُّﻮﻡٌ ٭ ﺣَﻜَﻢٌ ٭ ﻋَﺪْﻝٌ ٭ ﻗُﺪُّﻭﺱٌ dür.

Keramet-i gaybiyenin ikinci parçasını tashih ederek, bir parça daha ilâve ettik, gönderdim.

Bedreddin'in sür'atle ileri gitmesi, Kur'an-ı Hakîm'in feyz-i kerametindendir. Cenab-ı Hak muvaffak etsin.

Hacı İbrahim Efendi'ye bilhâssa selâm ediyorum. Lütfü, Rüşdü, Hâfız Ahmed, Sezai Efendilere selâm ediyoruz. Âhiret hemşireme de dua ediyorum. Senin bu defaki mektubun bir parçası Mektubat içine dercedildi.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﺳُﺒْﺤَﺎﻧَﻪُ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık kardeşim ve hizmet-i Kur'aniyede hakikatlı bir arkadaşım Re'fet Bey!

Bu defa istinsah ettiğiniz risaleler çok güzel olmuştur. Senin gayret ve samimiyet ve ciddiyetini bana gösterdiler ve Re'fet tenbel değildir, isbat ettiler. Onları tashih edip göndermiştim. Sonra işittim ki, getiren adam İslâmköyü'nde bırakmış. Otuzbirinci Mektub'un Üçüncü, Dördüncü Lem'alarını yazmağa vakit bulamadım. Korkuyorum ki onların da
ﺍِﺫَﺍ ﺟَٓﺎﺀَ ﻧَﺼْﺮُ ﺍﻟﻠَّﻪِ sırrı gibi, mevsimi geçerek sonra güzel yazılmamış olsun. İnşâallah sizlerin iştiyakı beni çalıştıracak. Fakat bu şuhur-u selâse çok kıymetdardır; Leyle-i Kadr'in sırrıyla seksen sene bir ömrü kazandıracak bir vakitte, en iyi, en efdal şeylerle meşgul olmak lâzım geliyor. İnşâallah Kur'an'a ait mesaille iştigal, bir nevi manevî mütefekkirane Kur'an okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-ı Kur'an manaları risalelerin istinsah ve mütalaalarında vardır itikadındayız. Zâten bu ciheti siz takdir etmişsiniz.

Mu'cizat-ı Ahmediye'yi sizin için yazdırdım, tekmil oldu. Fakat başka bir nüsha ona göre yazdırmak lâzım olduğu için muvakkaten burada kalacak. Senin mektubunda Hâfız Sezai bizimle ciddî alâkadar olduğunu gösteriyor. Ben bir zaman idi, Ağros'lu Zekâi gibi samimî, hararetli Isparta'da yeni bir kardeşimiz bulunacak, vicdanen hissediyordum. İnşâallah bu Sezai, o olacak. Ben onu işittiğim vakit, hissettiğim şahıs tevehhüm ettim. Eğer tasavvurum gibi ise zâten iyi, olmasa öyle olmağa çalışsın. Eğer Zekâi nasıl adamdır merak ederse, Yirmiyedinci Mektub'un fıkralarında Zekâi'nin mahiyetini ve ne derece samimî olduğunu gösterir fıkraları var, baksın.

Kayınpederin Hacı İbrahim Efendi'ye çok selâm ediyorum. O zâtı ciddî bir âhiret kardeşi telakki etmişim. İnşâallah senin bu yeni gayret ve sa'yinden o da hissedardır.

Bedreddin'in küçüklüğüyle beraber, büyük talebeler dairesine dâhil etmişim. O, küçüklerin büyüğüdür. Ve inşâallah Cenab-ı Hak onun emsalini çoğaltsın. Bedreddin'in vâlidesine dua ediyorum. Elbette Bedreddin'in hüsn-ü terbiyesinde en mühim hisse onundur. Çünki, onun en birinci üstadı odur.

Bekir Ağa, Lütfü Efendi, Hâfız Ahmed, Sezai gibi kardeşlere selâm ediyorum.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻢِ ﻣَﻦْ ﺗُﺴَﺒِّﺢُ ﻟَﻪُ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕُ ﺍﻟﺴَّﺒْﻊُ ﻭَﺍﻟْﺎَﺭْﺽُ ﻭَﻣَﻦْ ﻓِﻴﻬِﻦَّ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ

Aziz, sıddık kardeşim!

Evvelâ: Bu yeni hâdisenin mahiyetini merak etmişsiniz, oraya gelen iki uzun mektub mahiyetini gösteriyor.
ﻭَﻣَﻦْ ﺍَﻇْﻠَﻢُ ﻣِﻤَّﻦْ ﻣَﻨَﻊَ ﻣَﺴَﺎﺟِﺪَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍَﻥْ ﻳُﺬْﻛَﺮَ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺍﺳْﻤُﻪُ âyeti o hâdiseye sebebiyet verenlerin başına sâıka gibi iniyor ve inecek. Fakat biz acûlüz. Her şeyin bir vakt-i muayyenesi var.

ﻓَﻀُﺮِﺏَ ﺑَﻴْﻨَﻬُﻢْ ﺑِﺴُﻮﺭٍ ﻟَﻪُ ﺑَﺎﺏٌ ﺑَﺎﻃِﻨُﻪُ ﻓِﻴﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﺔُ ﻭَ ﻇَﺎﻫِﺮُﻩُ ﻣِﻦْ ﻗِﺒَﻠِﻪِ ﺍﻟْﻌَﺬَﺍﺏُ


âyetine mâsadak olarak bu hâdise bize karşı vech-i merhametle bakıyor. Mülhidlere karşı olan vecih, azab ve kahr ile nazar ediyor. Her ne ise... Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem de lüzumsuz değildir.

Sâniyen: Bedreddin'i burada dinlemek arzu ediyordum, vakit müsaade etmedi. Ben manen orada hayalen dinliyorum. İnşâallah evlâdlık mertebesinden talebelik mertebesine gidiyor.

Sâlisen: Benim kendi hattımla mektub istiyorsun. Bir dudaksız adama, lâmbayı üfle söndür demişler. Demiş: En zahmetli işi bana gösteriyorsunuz, yapmayacağım.

Belî, Cenab-ı Hak bana hüsn-ü hat vermemiş, hem bir satır yazmak bana büyük bir iş gibi usanç veriyor. Eskiden beri diyordum: Ya Rabbi! Ben o kadar muhtaç iken ve nazmı severken, bu iki nimet bana verilmedi, diye teşekki değil, tefekkür ediyordum. Sonra bana kat'î tebeyyün etti ki, şiir ve hat bana verilmemekte, büyük bir ihsan imiş.

Hem o hatt'a ihtiyacımı sizin gibi kalem kahramanlarının muavenetleri temin ediyor. Hatt bilse idim, hatt'a itimad edip, mesail ruhta kararlayarak nakşedilmeyecekti. Eskiden hangi ilme başladım, hattım olmadığı için ruhuma yazardım. Fevkalâde bir meleke ihsan edildi.

Şiir ise çendan kıymetdar, şirin bir vasıta-yı ifadedir. Fakat şiirde hayal hükmettiği için hakikata karışır, hakikatların suretini değiştirir. Bazan hakikat birbirine geçer. Hâlis hak ve mahz-ı hakikat olan Kur'an-ı Hakîm'in hizmetinde istikbalde bulunacağımız mukadder olduğundan, kader-i İlahî bir inayet olarak bize şiir kapısını açmadı.
ﻭَﻣَﺎ ﻋَﻠَّﻤْﻨَﺎﻩُ ﺍﻟﺸِّﻌْﺮَ sırrı buna bakar.

İşte kendi hattıma mukabil, sana iki nükte söyledim. İnşâallah başka bir vakit senin hatırın için büyük zahmet çekip birkaç satır yazacağım. Galib Bey'in iki eli var; sağ elini bana vermiş, benim hesabıma yazıyor, sol eli de kendine kalmış. Bu mektub o iki el ile yazılmıştır. Hazır Mes'ud, Galib ve Süleyman Efendiler, Mustafa Çavuş, Abdullah Çavuş selâm ediyorlar. Ben de başta Hüsrev, Bekir Bey umum kardeşlerimize selâm ediyorum. Bilhâssa kayınpederiniz Hacı İbrahim Bey'e ve muhtereme hemşireme ve mübarek Bedreddin'e çok dua ediyorum.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
Aziz, sıddık, müdakkik âhiret kardeşim, hizmet-i Kur'aniyede arkadaşım!

Evvelâ: Mektubunuzda, benim her mektubumun başında
ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ yazılmasının hikmetini soruyorsunuz. Bunun hikmeti şudur ki:

Kur'an-ı Hakîm'in hazain-i kudsiyesine, bana açılan en birinci kapı o olduğudur. En evvel hakaik-i âliye-i Kur'aniyeden, şu âyetin hakikatı bana zahir olmuş ve ekser risalelerde, o hakikat sereyan etmiştir.

Hem bir hikmeti şudur ki; itimad ettiğim mühim üstadlarımın mektublarının başlarında istimal etmeleridir.

Hem mektubunuzda "yedi kebair"i soruyorsunuz. Kebair çoktur, fakat ekber-ül kebair ve mubikat-ı seb'a tabir edilen günahlar yedidir: "Katl, zina, şarab, ukuk-u vâlideyn (yani kat'-ı sıla-yı rahm), kumar, yalancı şehadetlik, dine zarar verecek bid'alara tarafdar olmak"tır.

Sâniyen:
Bu yaz mevsiminde hakaik-i Kur'aniyeye nisbeten, meyveler hükmünde tevafukata dair, hurufat-ı Kur'aniyenin nüktelerini beyan ediyorduk. Şimdi mevsim değişmiş, huruftan ziyade hakaika ihtiyaç vardır. Gelecek yaza kadar muvakkaten o kapıyı ihtiyarımızla çalmayacağız. Fakat o hurufa ait beyanat ne derece hak olduğunu, Mevlâna Câmî'nin Divanıyla kardeşlerimle tefe'ül ettik. Dedik: Ya Câmî! Bu hurufat-ı Kur'aniyeye dair beyan ettiğimiz nüktelere ne dersin? Bir Fatiha okuyup falı açtık. İşte başta fal şu geldi:

ﺟَﺎﻣِﻰ ﺍَﺯْ ﺧَﻂِّ ﺧُﻮﺷَﺶْ ﭘَﺎﻙْ ﻣَﻜُﻦْ ﻟَﻮْﺡِ ﺿَﻤِﻴﺮْ
ﻛِﻴﻦْ ﻧَﻪ ﺣَﺮْﻓِﻴﺴْﺖْ ﻛِﻪ ﺍَﺯْ ﺻَﻔْﺤَﻪﺀِ ﺍِﺩْﺭَﺍﻙْ ﺭَﻭَﺩْ


Yani, "Bu huruf öyle harf değildir ki, akıl ve idrak sahifesinden gitsin. Öyle kudsî harf, öyle güzel şirin hatt, daima kalbimin sahifelerinde yazılmalı, silinmemeli." Acibdir ki, bütün Divanında bu fala benzer mealde yazı göremedik. Demek bu fal, Hazret-i Câmî'nin kerametinden bir nebze oldu.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said
 

Ahmet.1

Well-known member
Mu'cizat-ı Ahmediye'yi (A.S.M.), sana güzel ve tevafuklu bir tarzda yazdırdım. Hüsrev kerametli kalemiyle, bana yazdığı gayet kıymetdar bir nüshayı, aynen ve tam tamına muvafık gelmek şartıyla size yazdırıldı, yakında göndereceğim. Yanınızda yeni yazılan İ'caz-ı Kur'aniye gibi, bana bir nüsha lâzımdır. Fakat Hâfız'ın kalemi oradaki mevcud tevafuku tamamen muhafaza edememiş. Tevafukçu Hüsrev'in taht-ı nezaretinde, mabeyninizde taksim edip, bana yadigâr bir İ'caz-ı Kur'anî'yi müştereken yazsanız çok iyi olur.
 

Ahmet.1

Well-known member
(14 Şevval 1352, Kânun-u sâni 1934)
{(*): Re'fet Bey'e vürud tarihidir.}

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, müdakkik âhiret kardeşim ve mütefekkir ve hakikatlı arkadaşım Re'fet Bey!

Evvelâ: Mektubunuzda Risale-i Nur'un mizanlarını her okudukça, daha ziyade istifade ettiğinizi yazıyorsunuz. Evet kardeşim, o risaleler Kur'andan alındığı için kut ve gıda hükmündedir. Her gün ihtiyaç gıdaya hissedildiği gibi, her vakit bu gıda-yı ruhanîye ihtiyaç hissedilir. Senin gibi ruhu inkişaf edip, kalbi intibaha gelen zâtlar okumaktan usanmaz. Bu Kur'anî risaleler, sair risaleler gibi tefekküh nev'inden değil ki, usanç versin. Belki tegaddidir.

Sâniyen: Gavs-ı A'zam gibi, memattan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs'ın hususî ism-i a'zamı "Ya Hayy" olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi; gayet meşhur Maruf-u Kerhî denilen bir kutb-u a'zam ve Şeyh Hayat-ül Harranî denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs'tan sonra mematları hayatları gibidir. Beyn-el evliya meşhur olmuştur.

Sâlisen: Tenekeci Mehmed Efendi'nin hıfz-ı Kur'an'a çalışmak niyeti çok mübarektir. Cenab-ı Hak onu muvaffak etsin. Elimizden geldiği kadar dua ile yardım edeceğiz. Kur'an-ı Azîmüşşan'ın herbir harfinin ekalli on hasene olmakla beraber; tekerrür ettikçe ve mübarek vakitlere rast geldikçe ve melek ve sair zîşuur ruhanîler kıraatını dinledikçe herbir harfi öyle bir çekirdek olur ki, hasenat cihetinden öyle bir manevî sünbül teşekkül eder ki; o sünbülün taneleri, tekellüm vaktinde ağızdan çıkan bir kelimenin havanın dalgalarının âyinelerinde temessül eden milyonlarca o kelime gibi kelimelerin adedine belki müsavi gelir. Böyle herbir harfi bir hazine-i ebediyenin bir anahtarı olabilir bir kudsî kelâmı kalbinde yazmak, ne kadar mukaddes bir hizmet olduğu aşikârdır. İnşâallah Bedreddin çoklara bir hüsn-ü misal olacaktır, daha çoklarını hıfz-ı Kur'an'a sevkedecektir.

Başta Bedreddin, kayınpederin Hacı İbrahim ve âhiret hemşirem olarak ihvanınızın bayramını tebrik ve selâm ve dua ediyorum. Babacan orada ise ona çok selâm ediyorum.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
(5 Şubat 1934)

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, müdakkik, müştak kardeşim Re'fet Bey!

Sen benimle ne kadar konuşmayı arzu ediyorsan, belki ondan ziyade ben arzu ediyorum. Fakat maatteessüf müteaddid esbab tahtında sıkıntılı bir vaziyetteyim. Hattâ bir-iki saatte bulduğum bir fırsat, yedi-sekiz mektubu yazmaya çalışıyorum. Arasıra benim yanıma gelen Galib dahi men'edildi. Yalnız bîçare Şamlı kaldı, o da her vakit gelemiyor.

Hem bu yılanları yaralandırıp bize canavarcasına saldırıyorlar. Her fırsattan sıkıntı vermeye çalışıyorlar. Zâten ben meb'uslardan hayır beklemiyordum. Bunlara iliştiler, kaldırmadılar, bütün bütün düşman ettiler. İşte maatteessüf bunlar dünyayı hatırıma getirdikleri için, tulûat-ı kalbiye tevakkuf ediyor. Başlarını yesin, bu ehl-i dünyanın dünyasını düşünmek bana zehir oluyor. Ben dünyanıza karışmıyorum, buna mukabil o pis dünyanızı bana düşündürmeyiniz, dediğim halde olamıyor. Ben de Cenab-ı Hakk'a niyaz ettim ki; bana kuvvetli bir sabır, bir tecrid-i zihin ihsan etsin ki, düşünmeyeyim. Lillahilhamd kalbime bu esas geldi ki: "Bu hizmet-i Kur'aniyede başa ne gelirse gelsin, hattâ her günde birer başım olsa da kesilse, yine o hizmetin kudsiyetindeki lezzet-i ruhaniye mukabil geliyor ve kâfidir" diye kemal-i teslim ile kazaya rıza, kadere teslim ve Cenab-ı Hakk'a tefviz-i umûr düsturunu rehber ittihaz ettim.

Nuh'a yazdığım gibi size de diyorum ki: Eskide bir zât, haksız bir mesleği hak zannederek, ondan aldığı bir muhabbet ile, diri iken derisinin soyulduğuna tahammül ederek, kahramanane bir tavır gösterdiği gibi; acaba ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat ve bütün envâr-ı hakaikın menba' ve madeni olan hakikat-ı Kur'aniyeye hizmetimizdeki kudsî lezzet, bu mülhidlerin muvakkat, ehemmiyetsiz iz'aclarına ve kalbimizde açtıkları yaralara tiryak ve merhem olamaz mı? Elbette olur ve olmuş ve oluyor.

Sâniyen: Yemen imamı olan Zeydîler Seyyidi hakkındaki sualiniz hakikaten ehemmiyetli ve yümünlüdür. Fakat meymenetsiz bir zamana rastgeldi. Hem zihnim kapalı, hem hal müsaid değil, hem ve hem... Yalnız bu kadar var ki, meşhur "İmam-ı Zeyd" sâdât-ı azîmeden ve eimme-i Âl-i Beyt'tendir. Ve müfrit Şîaları reddeden ve
ﺍِﺫْﻫَﺒُﻮﺍ ﺍَﻧْﺘُﻢُ ﺍﻟﺮَّﻭَﺍﻓِﺾُ deyip Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer'den teberriyi kabul etmeyen ve o iki halife-i zîşanı hürmet edip kabul eden bir zâttır. Onun etba'ları, Şîaların en mu'tedili ve en sünnîsidir. Bunlar hem ehl-i insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir taifedir. İnşâallah Vehhabîlerin tahribatını tamire sebeb oldukları gibi, Ehl-i Sünnet ve Cemaat'tan Zeydîlerin inhirafları dahi istikamet kesbedip, Ehl-i Sünnet'e iltihak edip imtizac edecekler. Bu âhirzaman çok çalkalanıyor, bu fitne-i âhirzaman acib şeyler doğuracağını ihsas ediyor.

Risalelerle alâkadar arkadaşlara selâm ve Bedreddin ve hemşireme ve Hacı İbrahim'e dua ediyorum.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
(15 Şubat 1934)

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, dikkatli kardeşim Re'fet Bey!

Evvelâ: Onuncu Söz'ün Birinci İşareti'nin âhirinde, "Evet, bir şeyden her şeyi yapmak ve her şeyi bir tek şey yapmak her şeyin Hâlıkına has bir iştir." Şu cümle hem Yirmiikinci Söz'ün Lem'alarında, hem Otuzüçüncü Mektub'un Pencerelerinde, hem Yirminci Mektub'un onbir kelimelerinde izah ve isbat edilmiştir. Buradaki külliyet nisbî ve örfîdir. "Bir şeyden her şeyi yapmak"taki murad, bütün dünyanın mevcudatını bir şeyden yapmak ve icad etmek değildir. Belki ondaki murad; bir şeyden yani bir katre sudan, bir insanın, bir hayvanın her şeyini, her eczasını, herbir cihazatını halkediyor ve bir şey olan topraktan nebatat ve hayvanatın herbir şeylerini ondan halkeder demektir. Hem "her şeyi bir tek şey yapmak" cümlesindeki külliyet mukayyeddir, nisbîdir. Yani insanın yediği her nev' taamdan, o insanda basit bir cild ve bir kan ve bir et ve hâkeza...

Elhasıl: Bu külliyetten maksad odur ki; bir şeyi çok muhtelif eşyaya çevirmek ve birçok muhtelif eşyayı da bir tek şey yapmak, ancak Hâlık-ı Küll-i Şey'e mahsustur.

Sâniyen: Minhac-üs Sünne'yi kendi hattınla yazdığına çok memnun oldum. Senin kalemin merhum Abdurrahman'ın kalemi gibi bana şirin geliyor.

Sâlisen:
Tenekeci Mehmed Efendi'nin hıfza başlaması mübarektir. Allah muvaffak etsin. Biz ona dua ile yardım ediyoruz. O da okudukça bize dua ile yardım etsin. Bedreddin'e ve vâlidesine ve ceddine dua ediyorum. Sezai Bey benim nazarımda Isparta'nın bir Zekâi'sidir. Ben de onu görmek istiyorum. Fakat şimdi maddeten, manen kıştır. Zâten sizlere demiştim ki; Said'in şahsının ehemmiyeti yoktur ki, sohbetine arzu edilsin. Üstadınız olan Said ise, her bir risaleyi açtıkça onunla sohbet edersiniz. Âhiret kardeşiniz olan Said ise, her sabah akşam dergâh-ı İlahîde dua vasıtasıyla sizinle beraberdir. Sezai Bey, üstadını, kardeşini istediği vakit görebilir.
ﺗَﺴْﻤَﻊُ ﺑِﺎﻟْﻤُﻌَﻴْﺪِﻯِّ ﺧَﻴْﺮٌ ﻣِﻦْ ﺍَﻥْ ﺗَﺮَﺍﻩُ kaidesiyle işitmesi görmekten çok evlâ olan şahs-ı Said'i görenler bazı pişman olur, keşke görmeseydim der. Bu, davula benziyor; uzaktan sesi iyi geliyor, yakında boş görünüyor.

Başta Hüsrev, Bekir Bey, Rüşdü, Hâfız Ahmed, Sezai, Keçeci Şeyh Mustafa, Tenekeci Mehmed Efendi gibi has kardeşlerinize selâm ve dua ediyorum.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz kardeşim Re'fet Bey!

Bu sabah namazdan sonra başımı çevirdim, Re'fet Bey'i gördüm zannettim. Geceleyin bir torba bal ve içinde dolu altun, mübarek bir talebeme veriyordum. Arkamdaki zât demek Re'fet Bey'in kalb ve ruhunu taşıyor. Hem dellâlı olduğum hazinenin en kıymetdar, en tatlı şeyi bizim vasıtamızla satın almak istiyor. Sonra gördüm ki, senin ikinci bir nüshandır (yani Seyranî'dir).

O rü'yada ikiniz hissedarsınız, paylaşırsınız, her ne ise...
Sizin bu defa yazdığınız Söz ziyade hoşuma gittiği için, evvelce sana dediğim gibi, başka hatlara nisbeten senin hattın gözüme eski dost göründüğünün sırrını anladım ki, merhum biraderzadem Abdurrahman'ın hattına benziyor. Bu hat kendini göstermeli. İştiyakın oldukça böyle intihab ettiğin risaleleri yazsanız mübarek olur.

Hulusi, Abdurrahman'ın yerine çendan geçmiş. Şu yazı müşabeheti bana müjde ediyor ki, bir Abdurrahman Re'fet'ten de çıkacak. Mürekkep hakkında düşündüğün iyidir. Elde gezecek, güzel olmak şartıyla sabit olsun. Kendinize yazdığınız parlak olsun. Çünki mütalaaya iştiyak ve iştihayı açar.

Yeni Sözler ile alâkadarlık edenlere, evvelki üç Hâfız ile mutaf Hâfız Mahmud Efendi'ye selâm, hem dua ediyorum. Sebat etsinler; onları kardeş dairesine dâhil etmişim, talebe dairesine girmeye çalışsınlar. Siz kimi intihab etseniz benim de kabulümdür. Hoca İsmail Hakkı Efendi'ye çok selâm ve dua ediyorum. Madem az adam ile konuşan İşarat-ül İ'caz onunla hayli konuşmuş, ben de o zâtı alerre's-i vel'ayn kabul ediyorum. İşarat-ül İ'caz ile iktifa etmesin. İşarat-ül İ'cazı tefsir eden ve hakaikını aydınlattıran ve göz görür derecesinde gösteren Sözler'i, Mektublar'ı okusun. Hususan Yirmibeşinci, Yirmialtıncı Sözler'i, Yirminci ve Otuzüçüncü Mektubları gibi intihab ettiği risaleleri de okusun. Başta Bekir ve Hüsrev kardeşlerime selâm ve dua ederim ve dualarını isterim.

Vehhabî mes'elesi dünkü gün elime geçti. Baktım, sana göndermek ruhum istedi. Başka bir surette Re'fet kendi geldi, kendi kitabını kendine götürdü.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Said Nursî


Senin ve Hüsrev'in yazıları beni hiç yormuyor. Çünki yanlışları azdır. Fakat başkalar, bir defa kendileri tashih etmeden bana geliyor. Hâfızama itimad edip, yalnız tashih edip yoruluyorum. Sairlerin yazdıklarını sizler mukabele edip, ba'dehu bana gönderseniz daha iyi olur.
 

Ahmet.1

Well-known member
ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, gayyur, ciddî kardeşlerim Re'fet Bey, Hüsrev Efendi!

Sizler çokların medar-ı intibahı oldunuz ve hüsn-ü misal oldunuz.
ﺍَﻟﺴَّﺒَﺐُ ﻛَﺎﻟْﻔَﺎﻋِﻞِ sırrınca vasıtanızla ve size iktida ile hizmet-i Kur'aniyeye girenlerin kazandıkları hasenatın bir misli, inşâallah sahife-i a'malinize geçer. Bu defaki, isimlerini yazdığınız Hâfız Bekir, Hâfız Tahir, Hâfız Şükrü Efendileri kardeş kabul ettim. Talebe olmağa da çalışsınlar, selâmımı onlara tebliğ ediniz. Size bu defa avam-ı mü'minîn hakkındaki keramete benzer işler nev'inden ve ma'venet-i İlahiye tesmiye edilen iki cüz'î hâdiseyi söyleyeceğim:

Birincisi:
Bir-iki arkadaşımız Ondokuzuncu Mektub'u yazmışlar. Birisinin dördüncü cüz'ünde salavat-ı şerife iki-üç sahife müstesna üç-dört salavattan başka bütün salavatlar birbirine bakıyor. Ben de hayrette kalarak işaretler koydum. Diğerinde ikinci, üçüncü cüz'ünde beş-altı sahife müstesna, bütün sahifelerde salavatları birbirine müvazi, birbirine bakıyor, işaretler vaz'ettim. Kime gösterdim, hayrette kaldı. Görenler müttefikan karar verdiler ki, umum Sözler'de manevî i'caz-ı Kur'an'ın bir şuaı in'ikas ettiği gibi, Ondokuzuncu Mektub'dan bilhâssa Mu'cizat-ı Ahmediye'nin bir nev' şuaı salavat-ı şerife suretinde in'ikas etmiştir. Hem görenler karar verdiler ki, Sözler'e mahsus bilhâssa Ondokuzuncu Mektub'a has bir tarz-ı hatt var. Eğer o tarz hatt'a tevfikan yazılsa, çok garib letafetler görünecektir. Her vakit musırrane, her yazana "seyrek ve güzel yazınız" derdim. Şimdi anlaşılıyor ki, o manevî has hattı tavsiye etmek için, intak-ı hak kabîlinden bana söylettiriliyordu. Şu hakikatı ve manevî tarz-ı hatt'a en yakın, Küçük Hâfız Zühdü'nün ve Eşref'in ve Kuleönlü Mustafa'nındır ki; o muvafakat, müvazenet onların hattında daha ziyade görünüyor. Her vakit ben görüyordum, dikkatli yazanlarda bazı bir satır atlıyor, bir kelime yanlış yazmayan bir satır yanlış yazıyordu. Meğerse, Sözler'deki fevkalâde bir letafetin eseri olarak tevafukat atlattırıyor.

İkinci hâdiseyi yazmağa kâğıdımız müsaid olmadığından kestim.


ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
Re'fet Bey!

Senin çok antika iki mu'cize-i kudret, müzehanemi tezyin etti. Âdi zannettiğimiz şeylerde, ne kadar hârikulâde işler bulunduğunu ihtar ediyorlar. Şu Ondokuzuncu Mektub'da ikinci, üçüncü cüz'ünde salavat-ı şerifenin her sahifede birbirine bakması tesadüf işi olamaz. Çünki tesadüf, onda bir tevafuk eder. Bu ise onda dokuz tevafuk var.

Demek ne şuursuz tesadüfün işi ve ne de benim ve ne de kâtiblerin düşünüşüdür. Çünki ben yeni anlıyorum, kâtibler benden sonra anladılar. Demek gaybî bir kasd ve irade ile, umum Sözler'de ve bilhâssa Ondokuzuncu Mektub'daki salavat-ı şerifede hârika bir letafeti irade etmiş. O tevafukat ise, gaybî bir kasd ile dercedilen bir belâgat ve letafetin tereşşuhatıdır.

Said Nursî
 

Ahmet.1

Well-known member
(11 Nisan 1934 Çarşamba)

ﺑِﺎﺳْﻤِﻪِ ﻭَﺍِﻥْ ﻣِﻦْ ﺷَﻲْﺀٍ ﺍِﻟﺎَّ ﻳُﺴَﺒِّﺢُ ﺑِﺤَﻤْﺪِﻩِ
ﺍَﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻋَﻠَﻴْﻜُﻢْ ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻭَ ﺑَﺮَﻛَﺎﺗُﻪُ


Aziz, sıddık, müdakkik, meraklı kardeşim Re'fet Bey!

Namınıza yazılan Onikinci Lem'anın izaha muhtaç noktalarının izahına şimdilik ihtiyaç yoktur. Asıl maksad, âyâta gelen evhamın def'ine kifayetidir. Ve bu nokta-i nazarda kâfi derecede herkes fehmeder. Her risalede herkesin hissesi var, fakat herkes her şeyini bilmek lâzım değildir. Mirkat-üs Sünnet ve vahdet-ül vücuda dair iki risaleyi nasıl buldunuz? Elbette kıymetşinas nazarın onları takdir etmiş.

Bu defaki sualinizin iki ciheti var: Biri; sırr-ı Âl-i Abâ ciheti ki, o sırdır. Ben o sırrın ehli değilim ki, cevab vereyim, yahut herbir sırrın izharı kaleme gelmez. Çünki Hakikat-ı Muhammediyenin bir cilvesi, o Âl-i Abâ'da tezahür ediyor. İkinci cihet-i zahirîsi ise zahirdir.

Ezcümle: Sahih-i Müslim'de Ümm-ül Mü'minîn Âişe-i Sıddıka (R.A.)'dan mervîdir ki, demiş:

ﺧَﺮَﺝَ ﺍﻟﻨَّﺒِﻰُّ ﻏَﺪَﺍﺓَ ﻏَﺪٍ ﻭَ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻣِﺮْﻁٌ ﻣُﺮَﺟَّﻞٌ ﻣِﻦْ ﺷَﻌْﺮٍ ﺍَﺳْﻮَﺩَ ﻓَﺠَﺎﺀَ ﺍﻟْﺤَﺴَﻦُ ﻓَﺎَﺩْﺧَﻠَﻪُ ﻓِﻴﻪِ ﺛُﻢَّ ﺟَﺎﺀَ ﺍﻟْﺤُﺴَﻴْﻦُ ﻓَﺎَﺩْﺧَﻠَﻪُ ﺛُﻢَّ ﺟَﺎﺀَﺕْ ﻓَﺎﻃِﻤَﺔُ ﻓَﺎَﺩْﺧَﻠَﻬَﺎ ﺛُﻢَّ ﺟَﺎﺀَ ﻋَﻠِﻰٌّ ﻓَﺎَﺩْﺧَﻠَﻪُ ﺛُﻢَّ ﻗَﺎﻝَ: ﺍِﻧَّﻤَﺎ ﻳُﺮِﻳﺪُ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻟِﻴُﺬْﻫِﺐَ ﻋَﻨْﻜُﻢُ ﺍﻟﺮِّﺟْﺲَ ﺍَﻫْﻞَ ﺍﻟْﺒَﻴْﺖِ ﻭَﻳُﻄَﻬِّﺮَﻛُﻢْ ﺗَﻄْﻬِﻴﺮًﺍ

İşte bu hadîs-i şerif gibi, Kütüb-ü Sitte-i Sahiha'da bu mealde kesretli hadîsler vardır ki Âl-i Abâ'yı gösterir. Bir zât def'-i beliyyat için istişfâ
ﺍِﺳْﺘِﺸْﻔَﺎﺀْ ve istişfa' ﺍِﺳْﺘِﺸْﻔَﺎﻉْ için böyle demiş:

ﻟِﻰ ﺧَﻤْﺴَﺔٌ ﺍُﻃْﻔِﻰ ﺑِﻬَﺎ ﻧَﺎﺭَ ﺍﻟْﻮَﺑَٓﺎﺀِ ﺍﻟْﺤَﺎﻃِﻤَﺔِ
ﺍَﻟْﻤُﺼْﻄَﻔَﻰ ﻭَ ﺍﻟْﻤُﺮْﺗَﻀَﻰ ﻭَﺍﺑْﻨَﺎﻫُﻤَﺎ ﻭَ ﺍﻟْﻔَﺎﻃِﻤَﺔ


Gücenme, şimdilik bu kadar. Senin mektubunda isimleri zikredilen herbirerlerine ayrı ayrı selâm ve dua ediyorum.

ﺍَﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻫُﻮَ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ
Kardeşiniz
Said Nursî

Eûzü sırrına dair yazılan Onüçüncü Lem'anın yedi İşaretini gönderdim. Bakarsınız, izahı değil noksanı varsa bildiriniz.
 
Üst