"Dünya hayatını severler..." İbrahim Sûresi, 14:3.

Ahmet.1

Well-known member
ﻳَﺴْﺘَﺤِﺒُّﻮﻥَ ﺍﻟْﺤَﻴَﻮﺓَ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ "Dünya hayatını severler..." İbrahim Sûresi, 14:3.
bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hâssası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani kırılacak bir cam parçasını, bâki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki:
Asr: Yüz yıl.
Hâssa: Özellik.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyaya ait hayat, dünyadaki yaşantı.
Hayat-ı bâkiye: Bâki hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat (Ahiret hayatı).
Bâki: Ebedî, sonsuz, ölümsüz olan.
Düstur: Umumi kaide, genel kural, temel prensip.


Nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sair a'zâ vazifelerini kısmen bırakıp onun
imdadına koşar; öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı, zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbab ile yaralanmış, sair letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmağa çalışıyor.

Uzv-u insanî: İnsana ait uzuv, insanın organı.
Sair: Diğer, başka.
A'zâ: Bedenin her bir uzvu.
Hırs-ı hayat: Hayat hırsı, yaşamaya aşırı düşkünlük.
Zevk-i hayat: Hayat zevki.
Fıtrat-ı insaniye: İnsanın yaratılıştan gelen yapısı.
Dercedilen: Yerleştirilen, koyulan.
Cihaz-ı insaniye: İnsanın donanımı.
Esbab: Sebepler.
Letaif: Latif duygular.
Sukut: Alçalma, düşme, inme.
Vazife-i hakikiye: Hakiki vazife, gerçek temel görev.


Hem nasılki bir cazibedar, sefihane ve sarhoşane şaşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini ta'til ederek iştirak ediyorlar; öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.
Cazibedar: Çekici, beğenilen, hoş.
Sefihane: İslam dinine aykırı zevk ve eğlence hayatına düşkün şekilde.
Mesture: Örtülü.
Cazibe: Çekicilik.
Ta'til: Durdurmak, ara vermek, kesmek.
Hayat-ı içtimaiye: Toplum hayatı.
Nefs-i emmare: Kötü istek ve düşünceleri uyandırıp yapmaya kuvvetli şekilde zorlayan nefis.

Evet hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umûr-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var. Fakat yalnız bir ihtiyaca binaen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki; küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umûr-u diniyeyi terkeder.
Zaruret: Zorunluluk, çaresizlik, şiddetli ihtiyaç.
Umûr-u uhreviye: Ahirete ait işler, öbür dünya ile ilgili işler.
Muvakkaten: Geçici olarak.
Ruhsat-ı şer'iye: İslam dininin müsadesi.
Binaen: Dayanarak.
Helâket: Yıkılma, mahvolma, felaket.
Zarar-ı dünyevî: Dünyaya ait zarar.
Umûr-u diniye: Dine ait işler, dinle ilgili işler.

Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalalet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hacat-ı hayatiyeyi, büyük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tiryakmisal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadakatla, tam metanet ve ciddî ihlas ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.
İnsaniyet: İnsanlık.
Hıfz-ı hayat: Hayatı koruma.
İsrafat: Savurganlıklar, gereksiz boşa harcamalar.
Fakr u zaruret-i maişet: Yoksulluk ve geçim sıkıntısı.
Ziyadeleşmesiyle: Çoğalmasıyla.
Şerait-i hayat: Hayat şartları.
Mütemadiyen: Devamlı olarak.
Ehl-i dalalet: İman ve isâm yolundan sapanlar.
Nazar-ı dikkat: Dikkatli bakış, dikkatle bakıp inceleme.
Edna: En aşağı. En küçük.
Hacat-ı hayatiye: Yaşantı ile ilgili ihtiyaçlar.
Mes'ele-i diniye: Dinle ilgili konu.
Acib: Şaşırtan, hayret uyandıran.
Maraz: Hastalık, dert, illet.
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: Anlatma tarzı mucize olan Kur'an.
Tiryakmisal: Çok tesirli ve harika iyileştirici özellikteki ilaç gibi.
Naşir: Neşreden, yayan.
Risale-i Nur: Nur risalesi. Bediüzzaman Said Nursinin(ra) Kur'anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
Metin: Sağlam.
Sebatkâr: Yerinden oynamayan, devam eden, kararlı olan.
Sadık: Doğru, tam bağlı, dürüst.
Şakird: Talebe, öğrenci.
Mukavemet: Karşı koyma, dayanma, direnme, karşı gelme.
Sadakat: Gönülden bağlılık.
Metanet: Sağlamlık, kararlılık.
İtimad: Güvenmek.


Said Nursi
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
Birkaç gün evvel size gönderdiğim son mektubdaki, hayat-ı dünyeviyenin hayat-ı diniyeye galebe etmesine dair ikinci mes'elesi münasebetiyle gayet ince ve kaleme alınmaz bir mana kalbe zahir oldu. Yalnız gayet kısa o manaya bir işaret edeceğim. Şöyle ki:

Bu acib asrın hayatperest ehl-i dalaleti aldatan, sarhoş eden; fânilerden surî aldıkları zevki gayet acı ve elîm olduğunu ve ehl-i imanın ve hidayetin aynı yerde ve o fâniyatta bâkiyane ve ulvî bir zevki bulunduğunu gördüm ve hissettim, fakat ifade edemiyorum.

Risale-i Nur'un müteaddid yerinde nasıl isbat etmiş ki, ehl-i dalalet için, zaman-ı hazırdan maada herşey madum ve firakların elemleriyle doludur. Ehl-i hidayet için mazi, müstakbel müştemilâtıyla mevcuddur, nurludur. Aynen öyle de, fâniyatta, yani geçmiş muvakkat vaziyetler, ehl-i dünya için fena-yı mutlak karanlıklarında madumdur, ehl-i hidayet için mevcuddur, diye gördüm. Çünki eski zamanda çok alâkadar olduğum zevkli veya kıymetli ve şerefli muvakkat vaziyetleri mütehassirane hatırladım, müştakane arzuladım. Neden bu mübarek vaziyetler mazide kalıp fâni olsun, düşünürken, İman-ı Billah nuru ihtar etti ki; o vaziyetler gerçi sureten fânidirler, birkaç cihette mevcuddurlar. Çünki Cenab-ı Hakk'ın bâki isimlerinin cilveleri olan o vaziyetler, daire-i ilimde ve elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı misaliyede bâki oldukları gibi; nur-u imanın verdiği bâkiyane münasebet noktasında fevkazzaman bir vaziyette mevcuddurlar. Sen, o vaziyetleri çok cihetle ve çok manevî sinemalarla görebilir ve girebilirsin diye anladım. Ve dedim: "Madem Allah var, her şey var" darb-ı mesel cümlesi, bu büyük hakikatı da ifade eder. Kimin için Allah varsa, yani Allah'ı bilse, herşey mevcuddur; kim Allah'ı bilmezse, ona herşey madumdur, diye delalet eder. Demek elemli, karanlıklı, tahassürlü bir dirhem zevki, aynı yerde yüz derece ziyade daimî, elemsiz bir zevke, sefahetle tercih edenler, aks-i maksudlarıyla aynı zevkte elîm elemleri alır.


Said Nursi
 
Son düzenleme:
“Yalan dünya” tabirini duymuşuzdur. “Dünya fanidir” diye hep söyleriz. Ama acaba tutum ve davranışlarımız bu sözümüzü doğruluyor mu?

Evet, insan maddi hayata bu dünyada gözünü açar ve bir algı yanılmasıdır başlar. Nedir bu algı yanılması? Bütün hayatı, bu dünyadan ibaret sanmak…

Ne zamandan beri Müslümansın sorusuna ne cevap veririz? “Kâlu belâ”dan beri. Ne zamandır bu? Ruhlarımızın yaratıldığı an. Yani bizlere canlılık bahşeden ruhlarımız, bedenimizden önce de vardı. Ölünce ne olur? Bedene giren ruh ayrılır ve alem-i ervahtaki yerine gider. Yani ruhun hayatı devam eder. Kabir hayatı sonrasındaki sur ile ahiret hayatı başlar.

Dememiz o ki, dünya hayatı, bu serüven içinde, “ruh meal-ceset” yaşanan kısa bir süreyi ifade eder. Peygamber efendimizin tanımıyla, uzun yolculuk esnasında bir ağaç gölgesinde dinlenmek için geçirilecek bir vakit.

Nitekim bu aldanıştan uzaklaşmamız için Rabbimiz Fâtır Sûresi 5. ayette bizleri uyarmaktadır. Ayeti meal ve yorumuyla hatırlayacak olursak; “Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir.” Yani Kur’ân ve hadislerde haber verilen, ahiret hayatı vardır ve gerçekleşecektir.

“Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.” Dünyada huzurlu ve mutlu yaşayacağım diye mal-mülk biriktirirken, ahiret hayatını ve her yaptığınızın hesabını vereceğinizi unutmayın.

“Ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!” Sizi O’nun rahmetine çok aşırı güvendirmesin. ‘Nede olsa Allah affeder’ deyip günahlara dalmayın, boğulursunuz. Şeytan insana yaptıklarını hoş gösterir. Dünyanın gerçek, ahiretin hayal gibi hissedilmesine sebebiyet verebilir. Bazılarına ‘oraya giden ve gelen mi var?’ dedirtir. Bazılarının inandığından farklı bir hayat yaşamasına sebebiyet verir.

Dünya kalbe saplanınca…

İtiraf etmek gerekir ki; Dünya ve ahiret dengesini sağlamak, her şeyin, makam, mevki ve para ile değerlendirildiği bir asırda zordur. Dünyanın geçici olduğunu birçok müslüman söyler. Ama onların davranışları çoğu defa söylediklerini yalanlar mahiyettedir. Dünyanın kalbimizi işgal ve meşgul etmesi, ibadetlerden haz almamızı da engeller. Dengeli davranışlar ancak, insan tabiatına ters düşmeyen İslâmî bir eğitim ve ruhu huzura kavuşturan bir hayat sistemiyle mümkün olabilir.

İslam kimliğine sahip olmasına rağmen, İslâmî bakış açısına ve basirete eremeyen kişilerin, fikirleri de bulanık ve karışıktır. Böyle kimselerin inancı ve yaşayışları arasında da uçurum vardır. Diğer bir deyişle bunlar, inancının gereğinden habersizdirler. Önce kabul ettiklerini, yolda giderken inkâr eder hale gelebilirler. Gerçeğe uyacağına, hakikatleri kendine uydurma hastalığı baş gösterir. Tabi böyle olunca da, çelişki, zanlarla dolu bir beyin ve dengesiz davranışlar açığa çıkar. Dünya ahiret dengesi de ahiret aleyhine bozulur. Bütün gününü ve ömrünü dünyevi hedefler için harcayabilen kişi, 10’ar dakikadan 50 dakikasını Rabbinin huzur ve mutluluk çağrısına ayıramaz.

Oysa, bilinçli müslüman; iman, duygu, düşünce ve davranış dengesini kafa, kalp ve bedende gerçekleştiren insandır.

Dünya hayatının bizi nasıl oyaladığını görebilmek için yakın ve uzak hedeflerimizi gözden geçirmemiz yeterli olacaktır. Kariyer yapmak, ev, araba sahibi olmak, zengin olmak vs. Peki nerde kaldı ebedi hayat yatırımı? Akıllı adam ve Müslüman, öngörülü davranıp ebedi hayata yatırım yapan kişidir. Bir ayetin kültürümüze yansıması olarak hep söylenir, “ne verirsen elinle o gider seninle” (Bkz. Müzzemmil,73/20).

İnsan tabiatında dünyeviliğe düşkünlük vardır. Ama Müslüman olduğunu söyleyen insan, Allah’ın değer verdiği şeyleri tercih etmek durumundadır. “Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır” (Âl-i İmrân, 3/14). Akıllı adam neticeye göre davranır.

Din tembelliği benimsemez

Bilinçli Müslüman, hayatını Kur'ân ve Sünnet’in hükümlerine azami ölçüde uydurmağa çalışarak kişisel bütünlüğe erişir. Bilgi, inanç, davranış, günlük hayat tarzı birbirini desteklemeyecek olursa, dengesiz bir kişilik ortaya çıkar. Bu dengesizlik, söz ve davranış uyumsuzluğu da -Allah muhafaza- münafıkların özelliklerindendir.

Dünyayı kazanalım derken, ebedi hayatı kaybetmemek gerekir. Bazıları belli menfaatlere erişmek için; sıhhatlerini, huzurlarını, ömürlerini feda ederler. Netice olarak, hem dünyayı hem de ahireti kaybederler. Hayatımız belirsiz, faydasız ve irdelenmemiş bilgiler üzerine kurulursa; İslami bir istikamet olmayacak, günlük hayatın sarsıntıları, kişinin dengesini bozacaktır.

Tarihte ve günümüzde tasavvuf adına çalışmamayı adet edinmiş kimselerin, kendi miskinliklerini dine ve onun üst seviyeli bir uygulaması olan sofiliğe yükleme hakları yoktur. En güçlü tasavvuf ekollerinden biri olan Nakşibendîliğin en önemli vasıflarından biri, dışı halk ile, içi Hakk ile olabilmektir.

Tembelliğe ne din, ne de tasavvuf cevaz verir. Tasavvuf ehli, dünyayı tamamen terk etmekten ziyade, dünyayı kalbine koymamaya çalışır. Çünkü kalp Allah’ın feyiz ve nurunun tecelligâhıdır. O nurun tecelli edebilmesi için kalp günah ve dünyevilikten arındırılmalıdır ki, Allah’ın nuru o kalbde tecelli etsin. Misafir gelecek ev temizlendiği gibi, Allah’ın feyzinin ve Hz. Peygamberin sevgisinin yerleşmesi istenen kalp de her türlü fenalıktan arındırılmalıdır.

Denge insanı olan müslüman için ölçü, açık ve nettir. “Hemen ölecekmiş gibi ebedi hayat için çalışırken, kalıcı bir eser bırakabilmek için de dünya için çalışmalıdır.”

Ayetlerle dünya hayatının iç yüzü



Dünya kelime olarak, “aşağı” manasına gelir ve kendisine aşırı bağlananları aşağılaştırır. Menfaatçilik, insani değerleri öldüren bir tehlikedir. İnsanın dünya ve ahiret ile irtibatındaki zaafı, Kıyame Sûresi 20 ve 21. ayette Rabbimiz: “Hayır! Doğrusu siz, çarçabuk geçeni (dünya hayatını ve nimetlerini) seviyorsunuz da, ahireti bırakıyorsunuz” ifadesiyle dile getirmekte ve bu durumdaki kişileri kınamaktadır.

Hayat rehberimizdeki Fecr Sûresi’nin 15’ten 25’e kadar ayetlerini bu noktada meal ve yorum olarak bir hatırlayalım:

15- “İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde "Rabbim bana ikram etti" der.” Varlık zamanında iyidir, keyfi yerindedir.”

16- “Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa, o vakit de, "Rabbim beni zillete düşürdü." der.” Kötülükleri kendinden bilmez, bahane arar.”

17- “Hayır, doğrusu siz (Allah'tan ikrâm bekliyorsunuz, birbirinize ziyafet çekiyorsunuz ama kendiniz) yetim, muhtaç ve fakirlere ikrâm etmiyorsunuz.”

18- “Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz,” Teşvik etmek sözlü veya fiili olabilir. Sözlü teşvikin geçerli olabilmesi için, fiili olarak bunun icra edilmesi gerekir.

19- “Size kalan mirası hak gözetmeden yiyorsunuz.” Kardeşler arası miras kavga ve ihtilafları göz önünde bulundurulunca, bu ayet daha net anlaşılabilir.

20- “Malı aşırı biçimde “yığmacasına” seviyorsunuz.” Paralar, katlar, yatlar, arabalar, vs.

21- “Hayır hayır! Yer birbiri ardınca sarsılıp dümdüz olduğu zaman,”

22- “Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır).”

23- “O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var!” O zaman pişman olmamak için günlük hayatımızda ahirete de yer ayırmalıyız. İbadet, tutum ve davranışlarımız ile hesabını verecek şekilde yaşamalı, ahiret sermayesi biriktirmeliyiz.

24- “Keşke bu (ahiret) hayatım için önceden bir şey yapsaymışım der.”

25- “Artık o gün, Allah'ın edeceği azabı kimse edemez.” İş işten geçmiş olur. Son pişmanlık fayda vermez.

Dünya bizi aldatmasın, ahiret hayatı gerçektir. Aldanıp aldanmadığımızın göstergesi; fani dünya için neler yapıyoruz, ebedi hayat için neler yapıyoruz? Sorusuna verdiğimiz cevaptır. Hayat sermayesini dengeli bir insan ve iyi bir kul olarak değerlendirebilenlere müjdeler olsun.
 

Ahmet.1

Well-known member
(Evvelce, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih etmeye dair yazılan iki parçaya tetimmedir)​
Bu acib asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşamak şeraitini ağırlatması ve çok etmesi ve hacat-ı gayr-ı zaruriyeyi, görenekle tiryaki ve mübtela etmekle hacat-ı zaruriye derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksad ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya sed çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatasının cezası olarak öyle dehşetli bir tokat yedi ki, dünyayı başına Cehennem eyledi.

İşte bu dehşetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar.

Ezcümle:
Ben gördüm ki; ehl-i diyanet belki de ehl-i takva bir kısım zâtlar, bizimle gayet ciddî alâkadarlık peyda ettiler. O bir-iki zâtta gördüm ki; diyaneti ister ve yapmasını sever, tâ ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rastgelsin. Hattâ tarîkatı keşf ü keramet için ister. Demek âhiret arzusunu ve dinî vezaifin uhrevî meyvelerini, dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i diniyenin fevaid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebeb o faide olsa, o ameli ibtal eder; lâakal ihlası kırılır, sevabı kaçar.

Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın bela ve vebasından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risale-i Nur'un mizanları ve müvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğunu kırkbin şahid vardır. Demek Risale-i Nur'un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse, tehlike ihtimali kavîdir.

Evet
ﻳَﺴْﺘَﺤِﺒُّﻮﻥَ ﺍﻟْﺤَﻴَﻮﺓَ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﻋَﻠَﻰ ﺍْﻻَﺧِﺮَﺓِ "Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler." İbrahim Sûresi, 14:3.)
işaretiyle bu asır, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslâm'a da bilerek severek tercih ettirdi. Hem bin üçyüz otuzdört (1334) tarihinden başlayıp, öyle bir rejim ehl-i İslâm içine de sokuldu. Evet ﻋَﻠَﻰ ﺍْﻻَﺧِﺮَﺓِ cifir ve ebced hesabıyla 1333 veya dört ederek, aynı vakitte eski Harb-i Umumî'de İslâmiyet düşmanları galebe çalmakla, muahede şartlarını, dünyayı dine tercih rejimi mebdeine tevafuk ediyor. İki-üç sene sonra bilfiil neticeleri görüldü.

Said Nursi
 

Ahmet.1

Well-known member
Hem dünya sahipsiz değil ki sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ehvalini düşünüp merak etme; çünkü onun sahibi Hakîm’dir, Alîm’dir. Sen de misafirsin; fuzulî olarak karışma, karıştırma. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Ankebût, 64. Ayet: Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!
 

Ahmet.1

Well-known member
Âl-i İmrân, 185. Ayet: Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.
 

Ahmet.1

Well-known member
O kadar sevdiğin mal ve evlat ve perestiş ettiğin nefis ve heva ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibarıyla mevcudatın hemen ekserisiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet dercedilmiştir. Onun için insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî cennete bahçesi gibi muhabbet ediyor. Said Nursi
 
Üst