Huseyni
Müdavim
Me’mûrât ve menhiyât-ı şer’iyede illet, emr-i İlâhîdir ve nehy-i İlâhîdir. Maslahatlar ve hikmetler ise, müreccihtirler; emir ve nehyin taallûklarına ism-i Hakîm noktasında sebep olabilir.
Meselâ, sefer eden, namazını kasreder. Bu namazın kasrına bir illet ve bir hikmet var. İllet, seferdir; hikmet, meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat olmasa da, namaz kasredilir. Sefer olmasa, hânesinde yüz meşakkat görse, yine namaz kasredilmez. Çünkü meşakkat filcümle bazan seferde bulunması, kasr-ı namaza hikmet olmasına kâfidir ve seferi illet yapmasına da yine kâfidir.
İşte, bu kaide-i şer’iyeye binâen, ahkâm-ı şer’iye hikmetlere göre tegayyür etmiyor, hakikî illetlere bakar. Meselâ, o doktorun bahsettiği gibi, hınzırın etinden bildiği zarardan, hastalıktan başka, “Hınzır eti yiyen bir cihette hınzırlaşır”HAŞİYE-1 kaidesiyle ve o hayvan, sâir hayvânât-ı ehliye gibi zararsız yapılmıyor. Etinden gelen menfaatten ziyade, çok zarar îrâs etmekle beraber, etindeki kuvvetli yağ, kuvvetli soğuk memleketi olan firengistandan başka tıbben muzır olduğu gibi, mânen ve hakikaten çok zararlı olduğu tahakkuk etmiş.
İşte bu gibi hikmetler, onun haram olmasına ve nehy-i İlâhî taallûkuna da bir hikmet olmuştur. Hikmet her fertte ve her vakitte bulunmak lâzım değildir. O hikmetin tebeddülü ile illet değişmez. İllet değişmezse hüküm değişmez. İşte bu kaideye göre, o bîçâre adamın ne kadar şeriatın rûhundan uzak konuştuğu anlaşılsın. Şeriat nâmına onun sözüne ehemmiyet verilmez. Hâlikın çok akılsız feylesoflar suretinde hayvanları vardır!
[NOT]Haşiye-1
Acaba firengistanın bu kadar harika terakkiyât-ı medeniyetiyle ve kemâlât-ı fenniyesiyle ve insaniyetperverâne ulûmuyla ileri gittiği halde, o terakkiyat ve kemâlâta ve o ulûma bütün bütün zıt olan maddiyyunluk ve tabiiyyunluk zulümâtında hınzırcasına saplanmalarında, hınzır etinin yemesinin medhali yok mudur? Soruyorum. İnsan, beslendiği şeyle mizâcı müteessir olduğuna delil, “kırk günde hergün et yiyen kasâvet-i kalbiyeye dûçâr olduğu” darbımesel hükmüne geçmesidir.
[/NOT]
Hâlık: her şeyi yaratan Allah | ahkâm-ı şer’iye: dinin hükümleri |
binâen: dayanarak | bîçâre: çaresiz |
cihet: yön | darbımesel: atasözü, kalıplaşmış güzel ifâde |
dûçar olma: yakalanma, yüz yüze gelme | ehemmiyet: değer, önem |
feylesof: filozof, felsefeci | filcümle: bütünün içinde, genel yapıda bir şeyin bulunması |
firengistan: Avrupa | hakikaten: gerçekten |
hakikî: asıl, gerçek | haram: Allah ve Resulü tarafından kesin olarak yasaklanmış şey |
hayvânât-ı ehliye: evcil hayvanlar | haşiye: dipnot |
hikmet: sır, fayda ve gaye | hüküm: karar |
hınzır: domuz | illet: esas sebep, neden |
insaniyetperverâne: insancıl bir şekilde | ism-i Hakîm: Allah’ın her şeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi |
kaide: prensip, kural | kaide-i şer’iye: Şer’i kural, İslâmiyetin ortaya koyduğu kural |
kasr-ı namaz: namazın kısaltılması | kasretme: kısaltma |
kasâvet-i kalbiye: kalp katılığı, gaflet | kemâlât: mükemmel özellikler |
kemâlât-ı fenniye: ilim ve sanat alanındaki gelişmeler | kâfi: yeterli |
maddiyyunluk: maddecilik, materyalizm | maslahat: fayda, gaye |
medhal: katkı, tesir | me’mûrât: yapılması emredilen şeyler menhiyât-ı şer’iye: İslamiyetin yapılmasını yasakladığı şeyler meşakkat: güçlük, zorluk |
mizâc: huy, tabiat, yaratılış | muzır: zararlı şey |
mânen: manevî olarak | müreccih: tercih ettiren sebep |
müteessir: etkilenen, tesir altında kalan | nehiy: yasak |
nehy-i İlâhî: Allah’ın yasaklaması | nâmına: adına |
sefer: yolculuk | suret: görünüş, şekil |
sâir: diğer | taallûk: ilgili ve bağlantılı olma |
tabiiyyunluk: tabiatçılık, materyalistlik | tahakkuk etmek: gerçekleşmek |
tebeddül: değişim | tegayyür etmek: değişmek |
terakkiyat: ilerlemeler, gelişmeler | terakkiyât-ı medeniyet: medeniyet alanında meydana gelen ilerlemeler |
ulûm: ilimler | ziyade: çok, fazla |
zulümât: karanlıklar | îrâs etme: netice verme |
şeriat: Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi Dokuzuncu Lem'a |