Her Güne Bir Vecize..

genc_kalem

Okumak,Yaþamaktýr
incir.jpg


Evet bir incir çekirdeğinden koca bir incir ağacını ve ince bir sap ile koca bir kavunu bağlayıp çıkaran kudrete hiç bir şey ağır gelmez. M.N - 94
 

uður1

Well-known member
Bu hadise-i arziye, bu memleketin ahali-i İslamiyesine bakması ve onları hedef etmesi, ne ile anlaşılıyor ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyade ilişiyor?
Elcevab: Bu hadise, hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazanın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için, o zelzelenin devam etmesi gibi çok emarelerin delaletiyle bu hadise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor. Biçare Erzincan gibi yerlerde daha ziyade sarsmasının iki vechi var:
Biri: Hataları az olmak cihetiyle temizlemek için ta'cil edildi.
İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatlı iman muhafızları ve İslamiyet hamileri az veya tam mağlub olmak fırsatıyla, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i faaliyet tesisleri cihetiyle en evvel oraları tokatladı, ihtimali var.

(Bediüzzaman Said Nursi – 14. Sözden)

Lügatler
Ahali-i islamiye :Müslüman halk
Bîçare: çaresiz, zavallı
Cihet :yön, taraf
Dehşet :ürkmek, korkmak
Delâlet : delil olmak, işaret etmek
Ehl-i iman :Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
Ehl-i zındıka :dinsizler
Elcevap :cevap şudur ki
Emare :alamet,işaret, belirti, iz, ipucu
Evvel :ilk önce
Gâfil : dikkatsiz, uyanık olmayan, iyi düşünmeyen
Hadise:eek:lay, vaka
Hadise-i arziye :yerle ilgili olay
Hakikat: gerçek, doğru, bir şeyin gerçek mahiyeti
Hâmi :himaye eden, koruyan
Hedef :nişan noktası, varılmak istenen gaye Hürmet :saygı, değer verme, haysiyet, şeref
İhtimal :eek:lması mümkün olan, olası, kabul edilen
İman :inanmak, kabul etmek
İntibah: uyanış
Kuvvet :güç, kabiliyet, kudret
Mağlup : yenilme, yenilen
Mahsus :hususi, ayrılmış, tayin edilmiş, özel
Memleket :mülk edinilen vatan, ülke
Merkez-i faaliyet :faaliyet merkezi
Muhafız :muhafaza eden, değiştirmeyen, saklayan, koruyan
Niyaz : dua, yalvarma
Şiddet :sertlik, katılık, sıkılık
Ta’cil :çabuklaştırma
Tahribat :harap etmeler, yıkmalar, bozmalar
Tesir: etki
Tesis :kurmak, oluşturmak, temelleştirmek
Vecih :yön, tarz, metod, üslub
Zelzele :deprem
Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla


 

uður1

Well-known member
Hacc-ı şerif bil'asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta ferik dairesinde bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütfuna mazhar olur. Öyle de: Bir hacı, ne kadar ami de olsa, kat'-ı meratib etmiş bir veli gibi umum aktar-ı arzın Rabb-ı Azimi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir. Bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i rububiyet ve durbiniyle nazarına görünen afak-ı azamet-i uluhiyet ve şeairiyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devair-i ubudiyet ve meratib-i kibriya ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i rububiyet "Allahü Ekber" "Allahü Ekber" ile teskin edilebilir ve onunla o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvire ilan edilebilir. Hacdan sonra şu manayı, ulvi ve külli muhtelif derecelerde bayram namazında, yağmur namazında, husuf küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte şeair-i İslamiyenin velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.
(Bediüzzaman Said Nursi - 16. Söz'den)
Lügatler
Afak-ı azamet-i uluhiyet : Cenab-ı Allah’ın ilâhlığının büyüklüğünün ufukları, sınırları
Aktar-ı arz : dünyanın dört bir yanı
Allâh ü ekber : Allah en büyüktür
Âmî :avamca, cahil,ileri gelenden olmayan
Bil’asale :bizzat
Cemaat :topluluk, grup, takım, bir imama uyup namaz kılanlar
Dehşet :ürkmek, korkmak
Devair-i ubudiyet :kulluk daireleri
Durbin :gözetleme aleti, dürbün
Ehemmiyet: önem
Ferik :general
Hacc-ı şerif :şerefli Hac ibadeti
Hararet: sıcaklık, ısı
Heybet-i rububiyet : Allah’ın rububiyetinin heybeti
Husuf :ay tutulması
İlan :duyurma
Kabil :kabul eden, yapılan, gibi
Kat’ı meratib : mertebeleri aşmak, mânen yükselmek
Küllî :bütüne ait, tamamen
Küsuf :güneş tutulması
Lütuf :iyilik, ikram, bağış
Mana-yı ulvi ve külli :yüce ve umumi mana
Mazhar :sahip olma, nâil olma, erişme
Meratib-i Kibriya : Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünün mertebeleri
Meratib-i külliye-i rububiyet : Rububiyetin geniş, kapsamlı mertebeleri; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mertebeleri

Meratib-i münkeşife-i meşhude : bizzat görerek açığa çıkmış mertebeler
Mertebe-i külliye : geniş ve kapsamlı mertebe
Miftah :anahtar
Muhtelif :çeşitli
Mutasavvire : hayalen, tasavvur ederek
Müşerref :şereflenmiş
Müteveccih :yönelik, yönelmiş, dönmüş
Nazar :bakma, bakış, görüş açısı
Nefer :asker, kişi, er
Rabb :âlemleri ve içindekileri idare edip terbiye ve rızık veren(Allah)
Rabb-i azim : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran büyük Allah
Sır :herkesin bilmediği gizli hakikat
Sünnet : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
Şeair :işaretler
Şeair-i islamiye : İslâma sembol olmuş işaretler, iş ve ibadetler
Teskin :sakinleştirmek, rahatlandırmak, yatıştırmak
Ubudiyet: kulluk
Ubudiyet-i külliye : büyük ve umumî kulluk
Ufk-u tecelliyat : tecellilerin, yansımaların ufku
Ulvi :yüksek, yüce
Umum : bütün,tüm, tamam, hepsi
Unvan :isim, nam
Velev :eğer, gerçi, hatta
Veli :Allah dostu, evliya
Yevm-i mahsus :özel gün




 

uður1

Well-known member
Elbette bîçare insanların ebedperest kalbini ve aşk-ı bekaya meftun olan ruhunu güldürecek, sevindirecek, meşru dairesinde ve müteşekkirane, huzurkârane, gafletsiz, masumane eğlencelerdir ve sevab cihetiyle bâki kalan sevinçlerdir. Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istilâ edip, gayr-ı meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde zikrullaha ve şükre çok azîm tergibat vardır. Tâ ki; bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idame ve ziyadeleştirsin. Çünki şükür, nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır.
(Bediüzzaman Said Nursi – 28. Lem’adan)
Lügatler
Aşk-ı beka :sonsuzluk aşkı, ebedi yaşama tutkusu
Azim :büyük, yüce, çok ileri
Bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
Bîçare: çaresiz
Cihet :yön, taraf
Ebedperest :sonsuzluğa düşkün
Gaflet :dikkatsizlik, vurdumduymazlık, en mühim vazifeyi düşünmeyip kıymetsiz işlerle uğraşmak
Gayr-ı meşru : helâl olmayan, dine aykırı
Huzurkârane :huzur verici olarak
İdame :devam ettirme
İstila :kaplamak, yayılmak, ele geçirmek, işgal etmek
Lem’a :parıltı, parlamak
Masumane :suçsuz şekilde, günahsız olarak
Meftun : düşkün, tutkun, bağımlı
Meşru :şeriata uygun, doğru, hak, haram ve yanlış olmayan
Müteşekkirane :şükrederek, şükretmek suretiyle
Nimet :iyilik, lütuf, ihsan, yiyecek içecek faydalı şeyler
Rivayet :hikâye edilen hadise veya söz
Sürur : sevinç, mutluluk
Şükür :Allah’a teşekkür
Tergibat :rağbetlendirmeler,şevklendirmeler
Zikrullah :Allah’ı anmak
Ziyade : fazla, daha çok, fazlasıyla

İnsan, nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde; sermayesi hiç hükmünde... Hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde; iktidarı, hiç hükmünde bir şey... Adeta sermaye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belaları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. Bu derece aciz ve zaif, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibadet, tevekkül, tevhid, teslim; ne kadar azim bir kar, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder.


(Bediüzzaman Said Nursi - 3. Söz'den)

Lügatler
Âciz :güçsüz, zayıf
Azim :büyük, yüce, çok ileri
Bela :âfet, sıkıntı, musibet, imtihan
Derk :anlamak, düşünmek
Elem :keder, üzüntü, acı
Emel : arzu, istek
İbadet :Allah’ın emirlerini yapmak, sevaplı ve ihlâslı iş yapmak
İktidar :güç, takat, kudret
maruz : tesiri altında kalmak
Musibet :bela, felaket, afet, dert
Nihayetsiz: sonsuz
Nimet :iyilik, lütuf, ihsan, yiyecek içecek faydalı şeyler
Ruh-u beşer :insan ruhu
Saadet : mutluluk, mes’ud oluş
Sermaye :ana mal, esas para
Tevekkül :sebebleri işledikten sonra işi başkasına bırakmak, Allah’a güvenme ve Onu vekil kabul etme
Tevhid :birleme, Allah’ın bir olduğuna inanma
Zaif : zayıf, dayanıksız
 

uður1

Well-known member
Hiç mümkün müdür ki: Gösterdiği asar ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu alemin Rabbi; kerem ve rahmetine layık mükafat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta bulunmasın. Evet şu dünya gidişatına bakılsa görülüyor ki; en aciz, en zaiften tut ta en kaviye kadar her canlıya layık bir rızık veriliyor. En zaif, en acize en iyi rızık veriliyor. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvi bir keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir kerem eli içinde işlediğini bedaheten gösteriyor.

(Bediüzzaman Said Nursi - 10. Söz'den)

Lügatler

Âciz :güçsüz, zayıf
Âlem :dünya, kâinat
Âsâr :eserler
Bedahet :açıklık, aşikarlık, belli olmak
Derman :ilaç, çare, çözüm
Gayret :dikkat ve sebatla çalışmak, mukaddesata tecavüz edenlere karşı çıkmak
Gidişat :işleyiş, durum
İkram :ağırlamak, hürmet etmek
İzzet :üstünlük, değer, kıymet, muhterem ve muteber olmak
Kavi :sağlam, kuvvetli, güçlü
Kerem :izzet, şeref, ihsan, yardım, inayet, ikram edicilik
Mücazat :cezalar, suçlara verilen karşılıklar, karşılıklar
Nihayetsiz: sonsuz
Rabb :âlemleri ve içindekileri idare edip terbiye ve rızık veren(Allah)
Rahmet :merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek
Rızık :maddi manevi ihtiyaca lazım olan nimet, yiyip içilecek şey
Şayeste :uygun, yaraşır, layık
Ulvi :yüksek, yüce
Zaif : zayıf, dayanıksız


--
 

_vatan_

Well-known member
İman, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. öyle ise, insanın vazife-i asliyesi iman ve duadır.
Sözler 23.Söz

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Herbir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var. (Asayı Musa)
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Nasıl ki bu yaz ve güzün âhiri kıştır; öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır.

(Asayı Musa)
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
..iman hakikatı öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tûbâsı olur..

Asayı Musa
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Herkesin, iman mukàbilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda,maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?

Asayı Musa
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Onu tanıyan ve itaat eden, zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.

(Asa-yı Musa)
 
Üst