emr-i itibari ile ilgili 26.sözdeki yer dışında aklıma birşey gelmiyor abi. :angel: Ama siz devam edin inş..
_________________________________________________Abi 30.sözü ipucu verdiginiz için acaba bu konuyla ilgisi ne olabilir diye düşündüm.Baş kısmından biraz okudum.Ene'nin emr-i itibariye benzedigini düşündüm.Çünkü kader risalesindeki emr-i itibarinin meyelanını,tasarrufunu andırıyor.Ve yine o emr-i itibarinin şerde elinin uzun,hayır cihetiyle elinin kısa olması ene'nin elif inin iki yüzüne benziyor.Herhalde üstad hazretleri enenin ve emr-i itibari olan insanın cüz'i iradesinin hayır cihetiyle noksan,şerde ise fail olması açısından şu sözü söylemiş kader risalesinin başında.
Yani, mü'min, her şeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mesuliyetten kurtulmamak için, cüz-i ihtiyârî önüne çıkıyor; ona "Mesul ve mükellefsin" der. Sonra, ondan sudûr eden iyilikler ve kemâlât ile mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: "Haddini bil, yapan sen değilsin."
Evet, kader, cüz-i ihtiyârî, İmân ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-i ihtiyârî, adem-i mesuliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imâniyeye girmişler.
Yani burada enenin mahiyetini anlarsak,ince bir tel olan insandaki o eneye dikkat eder, gafletle kalınlaşmamasına müteyakkız kalırsak kader ve cüz'i iradenin tevfikine uygun hareket etmiş oluruz.Ve gururumuzu kırmak zorunda kalırız.Çünkü bilirizki o ene,o emr-i itibari çendan bir seyyie gibi gözükür ama tahribat nevinden oldugu için çok zarar verir.
_________________________________________________
Ene'ye Dair birkaç cümle:
Fakat ene kendisi de gayet muğlâk bir muammâ ve açılması müşkül bir tılsımdır. Eğer onun hakiki mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse, kendisi açıldığı gibi, kâinat dahi açılır. Şöyle ki:
insandaki ene Hüsrev kardeşin yazdıgı gibi bir vahid-i kıyasi olarak vardır.
Fakat vâhid-i kıyasî, bir mevcud-u hakiki olmak lâzım değil. Belki, hendesedeki farazî hatlar gibi, farz ve tevehhümle bir vâhid-i kıyasî teşkil edilebilir. İlim ve tahakkukla hakiki vücudu lâzım değildir
Demek ene, ayna-misâl ve vâhid-i kıyasî ve âlet-i inkişaf ve mânâ-i harfî gibi, mânâsı kendinde olmayan ve başkasının mânâsını gösteren, vücud-u insaniyetin kalın ipinden şuurlu bir tel ve mahiyet-i beşeriyenin hullesinden ince bir ip ve şahsiyet-i âdemiyetin kitabından bir elif'tir ki, o elifin iki "yüzü" var.
Biri hayra ve vücuda bakar. O yüz ile yalnız feyze kâbildir. Vereni kabul eder; kendi icad edemez. O yüzde fâil değil; icaddan eli kısadır.
Bir yüzü de şerre bakar ve ademe gider. Şu yüzde o fâildir, fiil sahibidir.
Evet, ene ince bir elif, bir tel, farazî bir hat iken, mahiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşv ü nemâ bulur, gittikçe kalınlaşır, vücud-u insanın her tarafına yayılır, koca bir ejderha gibi, vücud-u insanı bel' eder. Bütün o insan, bütün letâifiyle âdetâ ene olur.
Buradaki enenin tarifi ile kader risalesindeki şu yerler birbirini andırıyor sanki:
• Yedincisi: İrâde-i cüz'iye-i insaniye ve cüz-i ihtiyâriyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibârîdir; fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüzî irâdeyi, irâde-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: "Ey abdim, ihtiyârınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mesuliyet sana âittir."
enenin vahid-i kıyasi olması adi şart olması gibi birşey diyebilir miyiz?
Öyle ise, o meyelân, o tasarruf bir emr-i nisbîdir; muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur.
vücud-u haricisi olmama açısından da benzerler.
İşte, ene, şu hâinâne vaziyetinde iken, cehl-i mutlaktadır. Binler fünûnu bilse de, cehl-i mürekkeble bir echeldir.
Cahilane vaziyet; küçük gözüken insana ait meyelanın,tasarrufun mahiyetinin anlaşılmaması,çünkü o vaziyetle o ene kendisi küçük,ince vir elif olsa da çok günahlara girer.Belki şirk ve küfre de girer.