Konferans - Sayfa 1031
yok, visâl var. Zevâl ve adem yok, teceddüd var. Ve kâinatta herşey, bir nevibekâya mazhardır. Ölüm, bu âlem-i fâniden âlem-i bâkiye gitmektir. Ölüm, ehl-i hidâyet ve ehl-i Kur’ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaya vesiledir. Hem hakikî vatanlarına girmeye vâsıtadır. Hem zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinâna bir dâvettir. Hem, Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubûdiyet ve imtihanın tâlim ve tâlimâtından bir paydostur.Azrâil Aleyhisselâm bugün gelse, hoş geldin, safâ geldin diye gülerek karşılayacağım” diyor.
Bediüzzaman, beşeri, Risale-i Nur’la sefâhet ve dalâletten kurtarırken, korku ve dehşet vermek tarzını tâkip etmiyor. Gayr-i meşru bir lezzetin içinde, yüz elemi gösterip hissi mağlûp ediyor. Kalb ve ruhu hissiyata mağlûp olmaktan muhafaza ediyor. Risale-i Nur’da muvazenelerle küfür ve dalâlette, bir zakkum‑u Cehennem tohumu olduğunu ve dünyada dahi Cehennem azapları çektirdiğini ve imân ve İslâmiyet ve ibadette, bir Cennet çekirdeği ve leziz lezzetler ve zevkler ve Cennet meyveleri bulunduğunu, dünyada dahi bir nevi mükâfata nâil eylediğini ispat ediyor.
Risale-i Nur, nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesadı kaldırıp; kardeşliği,uhuvvet-i diniyeyi, tesânüd ve teâvünü yerleştirir. Risale-i Nur mesleğinin bir esası da budur. Risale-i Nur, gurur ve kibir ve hodfuruşluk ve zillet gibi, ahlâk-ı seyyieden kurtararak, tevâzu ve mahviyet ve izzet ve vakar gibi güzel ahlâklara sahip kılar.
Risale-i Nur, insan olan bir insana, acz ve fakrını derk ettirir. Bediüzzaman der ki: “İnsan, acz ve fakrını anlamakla, tam Müslüman ve abd olur.”
<tbody>
</tbody>
yok, visâl var. Zevâl ve adem yok, teceddüd var. Ve kâinatta herşey, bir nevibekâya mazhardır. Ölüm, bu âlem-i fâniden âlem-i bâkiye gitmektir. Ölüm, ehl-i hidâyet ve ehl-i Kur’ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaya vesiledir. Hem hakikî vatanlarına girmeye vâsıtadır. Hem zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinâna bir dâvettir. Hem, Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubûdiyet ve imtihanın tâlim ve tâlimâtından bir paydostur.Azrâil Aleyhisselâm bugün gelse, hoş geldin, safâ geldin diye gülerek karşılayacağım” diyor.
Bediüzzaman, beşeri, Risale-i Nur’la sefâhet ve dalâletten kurtarırken, korku ve dehşet vermek tarzını tâkip etmiyor. Gayr-i meşru bir lezzetin içinde, yüz elemi gösterip hissi mağlûp ediyor. Kalb ve ruhu hissiyata mağlûp olmaktan muhafaza ediyor. Risale-i Nur’da muvazenelerle küfür ve dalâlette, bir zakkum‑u Cehennem tohumu olduğunu ve dünyada dahi Cehennem azapları çektirdiğini ve imân ve İslâmiyet ve ibadette, bir Cennet çekirdeği ve leziz lezzetler ve zevkler ve Cennet meyveleri bulunduğunu, dünyada dahi bir nevi mükâfata nâil eylediğini ispat ediyor.
Risale-i Nur, nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesadı kaldırıp; kardeşliği,uhuvvet-i diniyeyi, tesânüd ve teâvünü yerleştirir. Risale-i Nur mesleğinin bir esası da budur. Risale-i Nur, gurur ve kibir ve hodfuruşluk ve zillet gibi, ahlâk-ı seyyieden kurtararak, tevâzu ve mahviyet ve izzet ve vakar gibi güzel ahlâklara sahip kılar.
Risale-i Nur, insan olan bir insana, acz ve fakrını derk ettirir. Bediüzzaman der ki: “İnsan, acz ve fakrını anlamakla, tam Müslüman ve abd olur.”
Aleyhisselâm: Allah selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-m) | Azrail: ruhları kabzetmekle görevli melek (bk. bilgiler) |
Rahmân-ı Rahîm: dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan Allah (bk. r-ḥ-m) | abd: kul (bk. a-b-d) |
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) | adem: yokluk |
ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b) | ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ) |
ahz-ı ücret etme: ücret alma | bekà: devamlılık, süreklilik (bk. b-ḳ-y) |
beşer: insanlık | bostan-ı cinân: cennet bahçeleri |
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) | derk etmek: anlamak |
ehl-i Kur’ân: Kur’ân’ın yolundan gidenler | ehl-i hidayet: hak ve doğru yolda olanlar (bk. h-d-y) |
elem: acı, keder, sıkıntı | fakr: fakirlik, muhtaçlık (bk. f-ḳ-r) |
fazl: cömertlik, ihsan, yardım (bk. f-ḍ-l) | fesad: bozukluk, karışıklık |
fitne: bozgunculuk, ara bozma | gayr-i meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a) |
hakiki: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | hissiyat: hisler, duygular |
hodfuruşluk: kendi kendini beğenme | izzet: şeref, itibar, yücelik (bk. a-z-z) |
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) | külfet: yük |
leziz: lezzetli, tadlı | mahviyet: alçakgönüllülük |
mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r) | meslek: yol, usül |
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ) | mukabil: karşılık |
muvazene: karşılaştırma, kıyaslama (bk. v-z-n) | mükâfât: ödül |
nevi: çeşit, tür | nifak: münafıklık, ikiyüzlülük |
nâil: ulaşan, erişen | safâ: neşe, zevk, gönül hoşluğu |
sefâhet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük; akılsızca davranış | teceddüd: yenilenme |
tefrika: bölünme, ayrılma (bk. f-r-ḳ) | terhis: göreve son verme, serbest bırakma |
tesânüd: dayanışma (bk. s-n-d) | tevâzu: alçakgönüllülük |
teâvün: yardımlaşma | tâlim: eğitim (bk. a-l-m) |
tâlimât: eğitimler, emirler (bk. a-l-m) | ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d) |
uhuvvet-i diniye: din kardeşliği | vakar: ağırbaşlılık |
vazife-i hayat: hayat görevi (bk. ḥ-y-y) | visâl: kavuşma |
zakkum-u Cehennem: Cehennemdeki zakkum ağacı | zevâl: kaybolma, geçip gitme (bk. z-v-l) |
zillet: alçalma, aşağılanma | zindan-ı dünya: dünya zindanı, hapsi |
âlem: dünya (bk. a-l-m) | âlem-i bâkiye: sürekli ve kalıcı dünya (bk. a-l-m; b-ḳ-y) |
âlem-i fâni: gelip geçici dünya (bk. a-l-m; f-n-y) | şikak: ayrılık |
<tbody>
</tbody>