ÜÇÜNCÜ NÜKTE:
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın hülâsat-ül hülâsa bir icmal-i mahiyeti için bir vakit Arabî ibare ile bir tefekkür-ü hakikîyi, Cenab-ı Hak benim kalbime ihsan etmişti. Şimdi aynen o tefekkürü, Arabî olarak yazacağız, sonra manasını beyan edeceğiz. İşte:
ﺳُﺒْﺤَﺎﻥَ ﻣَﻦْ ﺷَﻬِﺪَ ﻋَﻠَﻰ ﻭَﺣْﺪَﺍﻧِﻴَّﺘِﻪِ ﻭَﺻَﺮَّﺡَ ﺑِﺎَﻭْﺻَﺎﻑِ ﺟَﻤَﺎﻟِﻪِ ﻭَﺟَﻠﺎَﻟِﻪِ ﻭَﻛَﻤَﺎﻟِﻪِ ﺍَﻟْﻘُﺮْﺍَﻥُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ ﺍﻟْﻤُﻨَﻮَّﺭُ ﺟِﻬَﺎﺗُﻪُ ﺍﻟﺴِّﺖُّ ﺍَﻟْﺤَﺎﻭِﻯ ﻟِﺴِﺮِّ ﺍِﺟْﻤَﺎﻉِ ﻛُﻞِّ ﻛُﺘُﺐِ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ ﻭَﺍﻟْﺎَﻭْﻟِﻴَٓﺎﺀِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻮَﺣِّﺪِﻳﻦَ ﺍﻟْﻤُﺨْﺘَﻠِﻔِﻴﻦَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺎَﻋْﺼَﺎﺭِ ﻭَﺍﻟْﻤَﺸَﺎﺭِﺏِ ﻭَﺍﻟْﻤَﺴَﺎﻟِﻚِ ﺍﻟْﻤُﺘَّﻔِﻘِﻴﻦَ ﺑِﻘُﻠُﻮﺑِﻬِﻢْ ﻭَﻋُﻘُﻮﻟِﻬِﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﺗَﺼْﺪِﻳﻖِ ﺍَﺳَﺎﺳَﺎﺕِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﻭَﻛُﻠِّﻴَّﺎﺕِ ﺍَﺣْﻜَﺎﻣِﻪِ ﻋَﻠَﻰ ﻭَﺟْﻪِ ﺍﻟْﺎِﺟْﻤَﺎﻝِ ﻭَﻫُﻮَ ﻣَﺤْﺾُ ﺍﻟْﻮَﺣْﻰِ ﺑِﺎِﺟْﻤَﺎﻉِ ﺍﻟْﻤُﻨْﺰِﻝِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻨْﺰَﻝِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻨْﺰَﻝِ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَﻋَﻴْﻦُ ﺍﻟْﻬِﺪَﺍﻳَﺔِ ﺑِﺎﻟْﺒَﺪَﺍﻫَﺔِ ﻭَﻣَﻌْﺪَﻥُ ﺍَﻧْﻮَﺍﺭِ ﺍﻟْﺎِﻳﻤَﺎﻥِ ﺑِﺎﻟﻀَّﺮُﻭﺭَﺓِ ﻭَﻣَﺠْﻤَﻊُ ﺍﻟْﺤَﻘَٓﺎﺋِﻖِ ﺑِﺎﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ ﻭَﻣُﻮﺻِﻞٌ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟﺴَّﻌَﺎﺩَﺓِ ﺑِﺎﻟْﻌَﻴَﺎﻥِ ﻭَﺫُﻭ ﺍﻟْﺎَﺛْﻤَﺎﺭِ ﺍﻟْﻜَﺎﻣِﻠِﻴﻦَ ﺑِﺎﻟْﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺓِ ﻭَﻣَﻘْﺒُﻮﻝُ ﺍﻟْﻤَﻠَﻚِ ﻭَﺍﻟْﺎِﻧْﺲِ ﻭَﺍﻟْﺠَﺎﻥِّ ﺑِﺎﻟْﺤَﺪْﺱِ ﺍﻟﺼَّﺎﺩِﻕِ ﻣِﻦْ ﺗَﻔَﺎﺭِﻳﻖِ ﺍﻟْﺎَﻣَﺎﺭَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﻤُﺆَﻳَّﺪُ ﺑِﺎﻟﺪَّﻟﺎَٓﺋِﻞِ ﺍﻟْﻌَﻘْﻠِﻴَّﺔِ ﺑِﺎِﺗِّﻔَﺎﻕِ ﺍﻟْﻌُﻘَﻠﺎَٓﺀِ ﺍﻟْﻜَﺎﻣِﻠِﻴﻦَ ﻭَﺍﻟْﻤُﺼَﺪَّﻕُ ﻣِﻦْ ﺟِﻬَﺔِ ﺍﻟْﻔِﻄْﺮَﺓِ ﺍﻟﺴَّﻠِﻴﻤَﺔِ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺍِﻃْﻤِﺌْﻨَﺎﻥِ ﺍﻟْﻮِﺟْﺪَﺍﻥِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻌْﺠِﺰَﺓُ ﺍﻟْﺎَﺑَﺪِﻳَّﺔُ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻭَﺟْﻪُ ﺍِﻋْﺠَﺎﺯِﻩِ ﻋَﻠَﻰ ﻣَﺮِّ ﺍﻟﺰَّﻣَﺎﻥِ ﺑِﺎﻟْﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺓِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻨْﺒَﺴِﻂُ ﺩَﺍﺋِﺮَﺓُ ﺍِﺭْﺷَﺎﺩِﻩِ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤَـﻠَﺎِ ﺍﻟْﺎَﻋْﻠَٓﻰ ﺍِﻟَﻰ ﻣَﻜْﺘَﺐِ ﺍﻟﺼِّﺒْﻴَﺎﻥِ ﻳَﺴْﺘَﻔِﻴﺪُ ﻣِﻦْ ﻋَﻴْﻦِ ﺩَﺭْﺱٍ ﺍَﻟْﻤَﻠَٓﺌِﻜَﺔُ ﻣَﻊَ ﺍﻟﺼَّﺒِﻴِّﻴﻦَ ﻭَ ﻛَﺬَﺍ ﻫُﻮَ ﺫُﻭ ﺍﻟْﺒَﺼَﺮِ ﺍﻟْﻤُﻄْﻠَﻖِ ﻳَﺮَﻯ ﺍﻟْﺎَﺷْﻴَٓﺎﺀَ ﺑِﻜَﻤَﺎﻝِ ﺍﻟْﻮُﺿُﻮﺡِ ﻭَﺍﻟﻈُّﻬُﻮﺭِ ﻭَﻳُﺤِﻴﻂُ ﺑِﻬَﺎ ﻭَﻳُﻘَﻠِّﺐُ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢَ ﻓِﻰ ﻳَﺪِﻩِ ﻭَﻳُﻌَﺮِّﻓُﻪُ ﻟَﻨَﺎ ﻛَﻤَﺎ ﻳُﻘَﻠِّﺐُ ﺻَﺎﻧِﻊُ ﺍﻟﺴَّﺎﻋَﺔِ ﺍﻟﺴَّﺎﻋَﺔَ ﻓِﻰ ﻛَﻔِّﻪِ ﻭَﻳُﻌَﺮِّﻓُﻬَﺎ ﻟِﻠﻨَّﺎﺱِ ﻓَﻬَﺬَﺍ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥُ ﺍﻟْﻌَﻈِﻴﻢُ ﺍﻟﺸَّﺎﻥِ ﻫُﻮَ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻳَﻘُﻮﻝُ ﻣُﻜَﺮَّﺭًﺍ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ﻓَﺎﻋْﻠَﻢْ ﺍَﻧَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ
İşte şu tefekkür-ü Arabînin tercümesi ve meali şudur ki, yani:
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın altı ciheti parlaktır ve nurludur. Evham ve şübehat içine giremez. Çünki arkası Arş'a dayanıyor; o cihette nur-u vahiy var. Önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn var. Ebede, âhirete el atmış; Cennet ve saadet nuru var. Üstünde sikke-i i'caz parlıyor. Altında bürhan ve delil direkleri var. İçi hâlis hidayet. Sağı ﺍَﻓَﻠﺎَ ﻳَﻌْﻘِﻠُﻮﻥَ ler ile ukûlü istintakla "Sadakte" dedirtiyor. Solunda; kalblere ezvak-ı ruhanî vermekle, vicdanları istişhad ederek "Bârekâllah" dediren Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'a hangi köşeden, hangi cihetten evham ve şübehatın hırsızları girebilir?
Evet Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan asırları, meşrebleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidînin kitablarının sırr-ı icma'ını câmi'dir. Yani bütün o ehl-i kalb ve akıl, Kur'an-ı Hakîm'in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitablarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur'an şecere-i semavîsinin kökleri hükmündedirler.
Hem Kur'an-ı Hakîm, vahye istinad ediyor ve vahiydir. Çünki Kur'anı nâzil eden Zât-ı Zülcelal, mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) ile, Kur'an vahiy olduğunu gösterir, isbat eder. Ve nâzil olan Kur'an dahi, üstündeki i'caz ile gösterir ki, Arş'tan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bidayet-i vahiydeki telaşı ve nüzul-i vahiy vaktindeki vaziyet-i bîhuşu ve herkesten ziyade Kur'ana karşı ihlas ve hürmeti gösteriyor ki: Vahiy olup ezelden geliyor, ona misafir oluyor.
Hem o Kur'an bilbedahe mahz-ı hidayettir. Çünki onun muhalifi, bilmüşahede küfrün dalaletidir.
Hem bizzarure Kur'an envâr-ı imaniyenin madenidir. Elbette envâr-ı imaniyenin aksi, zulümattır. Çok Sözlerde bunu kat'î olarak isbat etmişiz.
Hem Kur'an bilyakîn hakaikın mecma'ıdır. Hayalât ve hurafat, içine giremez. Teşkil ettiği hakikatlı âlem-i İslâmiyet, izhar ettiği esaslı şeriat ve gösterdiği âlî kemalâtın şehadetiyle, âlem-i gayba ait olan bahislerinde dahi, âlem-i şehadetteki bahisleri gibi, ayn-ı hakaik olduğunu ve içinde hilaf bulunmadığını isbat eder.
Hem Kur'an bil'ayân ve şübhesiz, saadet-i dâreyne îsal eder, beşeri ona sevkeder. Kimin şübhesi varsa, bir defa Kur'anı okusun ve dinlesin ne diyor? Hem Kur'anın verdiği meyveler; hem mükemmeldir, hem hayatdardır. Öyle ise, Kur'an ağacının kökü hakikattadır, hayatdardır. Çünki meyvenin hayatı, ağacın hayatına delalet eder. İşte bak; her asırda ne kadar asfiya ve evliya gibi mükemmel ve kâmil zîhayat ve zînur meyveler vermiş.
Hem hadsiz müteferrik emarelerden neş'et eden bir hads ve kanaatla, Kur'an hem ins, hem cinn, hem meleğin makbulü ve mergubudur ki; okunduğu vakit onlar iştiyakla pervane gibi etrafına toplanıyorlar.
Hem Kur'an vahiy olmakla beraber, delail-i akliye ile teyid ve tahkim edilmiş. Evet kâmil ukalânın ittifakı buna şahiddir. Başta ülema-i ilm-i Kelâmın allâmeleri ve İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi felsefenin dâhîleri müttefikan esasat-ı Kur'aniyeyi usûlleriyle, delilleriyle isbat etmişler. Hem Kur'an, fıtrat-ı selime cihetiyle musaddaktır. Eğer bir ârıza ve bir maraz olmazsa; herbir fıtrat-ı selime onu tasdik eder. Çünki itminan-ı vicdan ve istirahat-ı kalb, onun envârıyla olur. Demek fıtrat-ı selime, vicdanın itminanı şehadetiyle, onu tasdik ediyor. Evet fıtrat, lisan-ı haliyle Kur'ana der: "Fıtratımızın kemali sensiz olamaz!" Şu hakikatı çok yerlerde isbat etmişiz.
Hem Kur'an bilmüşahede ve bilbedahe, ebedî ve daimî bir mu'cizedir. Her vakit i'cazını gösterir. Sair mu'cizat gibi sönmez, vakti bitmez, ebedîdir.
Hem Kur'anın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik var ki; bir tek dersinde, Hazret-i Cibril (A.S.), bir tıfl-ı nevresîde ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbn-i Sina gibi en dâhî feylesof, en âmi bir ehl-i kıraatla diz dize aynı dersi okurlar, derslerini alırlar. Hattâ bazan olur ki; o âmi adam, kuvvet ve safvet-i iman cihetiyle, İbn-i Sina'dan daha ziyade istifade eder.
Hem Kur'anın içinde öyle bir göz var ki; bütün kâinatı görür, ihata eder ve bir kitabın sahifeleri gibi kâinatı göz önünde tutar, tabakatını ve âlemlerini beyan eder. Bir saatin san'atkârı nasıl saatini çevirir, açar, gösterir, tarif eder; Kur'an dahi, elinde kâinatı tutmuş öyle yapıyor.
İşte şöyle bir Kur'an-ı Azîmüşşan'dır ki ﻓَﺎﻋْﻠَﻢْ ﺍَﻧَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ der, vahdaniyeti ilân eder.
ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍﺟْﻌَﻞِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥَ ﻟَﻨَﺎ ﻓِﻰ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﻗَﺮِﻳﻨًﺎ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻘَﺒْﺮِ ﻣُﻮﻧِﺴًﺎ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻘِﻴَﺎﻣَﺔِ ﺷَﻔِﻴﻌًﺎ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺼِّﺮَﺍﻁِ ﻧُﻮﺭًﺍ ﻭَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺭِ ﺳِﺘْﺮًﺍ ﻭَ ﺣِﺠَﺎﺑًﺎ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔِ ﺭَﻓِﻴﻘًﺎ ﻭَ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟْﺨَﻴْﺮَﺍﺕِ ﻛُﻠِّﻬَﺎ ﺩَﻟِﻴﻠﺎً ﻭَ ﺍِﻣَﺎﻣًﺎ ٭ ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﻧَﻮِّﺭْ ﻗُﻠُﻮﺑَﻨَﺎ ﻭَ ﻗُﺒُﻮﺭَﻧَﺎ ﺑِﻨُﻮﺭِ ﺍﻟْﺎِﻳﻤَﺎﻥِ ﻭَ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﻭَ ﻧَﻮِّﺭْ ﺑُﺮْﻫَﺎﻥَ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﺑِﺤَﻖِّ ﻭَ ﺑِﺤُﺮْﻣَﺔِ ﻣَﻦْ ﺍُﻧْﺰِﻝَ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥُ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﺍﻟﺼَّﻠﺎَﺓُ ﻭَ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟْﺤَﻨَّﺎﻥِ ﺍَﻣِﻴﻦَ
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın hülâsat-ül hülâsa bir icmal-i mahiyeti için bir vakit Arabî ibare ile bir tefekkür-ü hakikîyi, Cenab-ı Hak benim kalbime ihsan etmişti. Şimdi aynen o tefekkürü, Arabî olarak yazacağız, sonra manasını beyan edeceğiz. İşte:
ﺳُﺒْﺤَﺎﻥَ ﻣَﻦْ ﺷَﻬِﺪَ ﻋَﻠَﻰ ﻭَﺣْﺪَﺍﻧِﻴَّﺘِﻪِ ﻭَﺻَﺮَّﺡَ ﺑِﺎَﻭْﺻَﺎﻑِ ﺟَﻤَﺎﻟِﻪِ ﻭَﺟَﻠﺎَﻟِﻪِ ﻭَﻛَﻤَﺎﻟِﻪِ ﺍَﻟْﻘُﺮْﺍَﻥُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ ﺍﻟْﻤُﻨَﻮَّﺭُ ﺟِﻬَﺎﺗُﻪُ ﺍﻟﺴِّﺖُّ ﺍَﻟْﺤَﺎﻭِﻯ ﻟِﺴِﺮِّ ﺍِﺟْﻤَﺎﻉِ ﻛُﻞِّ ﻛُﺘُﺐِ ﺍﻟْﺎَﻧْﺒِﻴَٓﺎﺀِ ﻭَﺍﻟْﺎَﻭْﻟِﻴَٓﺎﺀِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻮَﺣِّﺪِﻳﻦَ ﺍﻟْﻤُﺨْﺘَﻠِﻔِﻴﻦَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺎَﻋْﺼَﺎﺭِ ﻭَﺍﻟْﻤَﺸَﺎﺭِﺏِ ﻭَﺍﻟْﻤَﺴَﺎﻟِﻚِ ﺍﻟْﻤُﺘَّﻔِﻘِﻴﻦَ ﺑِﻘُﻠُﻮﺑِﻬِﻢْ ﻭَﻋُﻘُﻮﻟِﻬِﻢْ ﻋَﻠَﻰ ﺗَﺼْﺪِﻳﻖِ ﺍَﺳَﺎﺳَﺎﺕِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﻭَﻛُﻠِّﻴَّﺎﺕِ ﺍَﺣْﻜَﺎﻣِﻪِ ﻋَﻠَﻰ ﻭَﺟْﻪِ ﺍﻟْﺎِﺟْﻤَﺎﻝِ ﻭَﻫُﻮَ ﻣَﺤْﺾُ ﺍﻟْﻮَﺣْﻰِ ﺑِﺎِﺟْﻤَﺎﻉِ ﺍﻟْﻤُﻨْﺰِﻝِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻨْﺰَﻝِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻨْﺰَﻝِ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَﻋَﻴْﻦُ ﺍﻟْﻬِﺪَﺍﻳَﺔِ ﺑِﺎﻟْﺒَﺪَﺍﻫَﺔِ ﻭَﻣَﻌْﺪَﻥُ ﺍَﻧْﻮَﺍﺭِ ﺍﻟْﺎِﻳﻤَﺎﻥِ ﺑِﺎﻟﻀَّﺮُﻭﺭَﺓِ ﻭَﻣَﺠْﻤَﻊُ ﺍﻟْﺤَﻘَٓﺎﺋِﻖِ ﺑِﺎﻟْﻴَﻘِﻴﻦِ ﻭَﻣُﻮﺻِﻞٌ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟﺴَّﻌَﺎﺩَﺓِ ﺑِﺎﻟْﻌَﻴَﺎﻥِ ﻭَﺫُﻭ ﺍﻟْﺎَﺛْﻤَﺎﺭِ ﺍﻟْﻜَﺎﻣِﻠِﻴﻦَ ﺑِﺎﻟْﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺓِ ﻭَﻣَﻘْﺒُﻮﻝُ ﺍﻟْﻤَﻠَﻚِ ﻭَﺍﻟْﺎِﻧْﺲِ ﻭَﺍﻟْﺠَﺎﻥِّ ﺑِﺎﻟْﺤَﺪْﺱِ ﺍﻟﺼَّﺎﺩِﻕِ ﻣِﻦْ ﺗَﻔَﺎﺭِﻳﻖِ ﺍﻟْﺎَﻣَﺎﺭَﺍﺕِ ﻭَﺍﻟْﻤُﺆَﻳَّﺪُ ﺑِﺎﻟﺪَّﻟﺎَٓﺋِﻞِ ﺍﻟْﻌَﻘْﻠِﻴَّﺔِ ﺑِﺎِﺗِّﻔَﺎﻕِ ﺍﻟْﻌُﻘَﻠﺎَٓﺀِ ﺍﻟْﻜَﺎﻣِﻠِﻴﻦَ ﻭَﺍﻟْﻤُﺼَﺪَّﻕُ ﻣِﻦْ ﺟِﻬَﺔِ ﺍﻟْﻔِﻄْﺮَﺓِ ﺍﻟﺴَّﻠِﻴﻤَﺔِ ﺑِﺸَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺍِﻃْﻤِﺌْﻨَﺎﻥِ ﺍﻟْﻮِﺟْﺪَﺍﻥِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻌْﺠِﺰَﺓُ ﺍﻟْﺎَﺑَﺪِﻳَّﺔُ ﺍﻟْﺒَﺎﻗِﻰ ﻭَﺟْﻪُ ﺍِﻋْﺠَﺎﺯِﻩِ ﻋَﻠَﻰ ﻣَﺮِّ ﺍﻟﺰَّﻣَﺎﻥِ ﺑِﺎﻟْﻤُﺸَﺎﻫَﺪَﺓِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻨْﺒَﺴِﻂُ ﺩَﺍﺋِﺮَﺓُ ﺍِﺭْﺷَﺎﺩِﻩِ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤَـﻠَﺎِ ﺍﻟْﺎَﻋْﻠَٓﻰ ﺍِﻟَﻰ ﻣَﻜْﺘَﺐِ ﺍﻟﺼِّﺒْﻴَﺎﻥِ ﻳَﺴْﺘَﻔِﻴﺪُ ﻣِﻦْ ﻋَﻴْﻦِ ﺩَﺭْﺱٍ ﺍَﻟْﻤَﻠَٓﺌِﻜَﺔُ ﻣَﻊَ ﺍﻟﺼَّﺒِﻴِّﻴﻦَ ﻭَ ﻛَﺬَﺍ ﻫُﻮَ ﺫُﻭ ﺍﻟْﺒَﺼَﺮِ ﺍﻟْﻤُﻄْﻠَﻖِ ﻳَﺮَﻯ ﺍﻟْﺎَﺷْﻴَٓﺎﺀَ ﺑِﻜَﻤَﺎﻝِ ﺍﻟْﻮُﺿُﻮﺡِ ﻭَﺍﻟﻈُّﻬُﻮﺭِ ﻭَﻳُﺤِﻴﻂُ ﺑِﻬَﺎ ﻭَﻳُﻘَﻠِّﺐُ ﺍﻟْﻌَﺎﻟَﻢَ ﻓِﻰ ﻳَﺪِﻩِ ﻭَﻳُﻌَﺮِّﻓُﻪُ ﻟَﻨَﺎ ﻛَﻤَﺎ ﻳُﻘَﻠِّﺐُ ﺻَﺎﻧِﻊُ ﺍﻟﺴَّﺎﻋَﺔِ ﺍﻟﺴَّﺎﻋَﺔَ ﻓِﻰ ﻛَﻔِّﻪِ ﻭَﻳُﻌَﺮِّﻓُﻬَﺎ ﻟِﻠﻨَّﺎﺱِ ﻓَﻬَﺬَﺍ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥُ ﺍﻟْﻌَﻈِﻴﻢُ ﺍﻟﺸَّﺎﻥِ ﻫُﻮَ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻳَﻘُﻮﻝُ ﻣُﻜَﺮَّﺭًﺍ ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﻫُﻮَ ﻓَﺎﻋْﻠَﻢْ ﺍَﻧَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ
İşte şu tefekkür-ü Arabînin tercümesi ve meali şudur ki, yani:
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın altı ciheti parlaktır ve nurludur. Evham ve şübehat içine giremez. Çünki arkası Arş'a dayanıyor; o cihette nur-u vahiy var. Önünde ve hedefinde saadet-i dâreyn var. Ebede, âhirete el atmış; Cennet ve saadet nuru var. Üstünde sikke-i i'caz parlıyor. Altında bürhan ve delil direkleri var. İçi hâlis hidayet. Sağı ﺍَﻓَﻠﺎَ ﻳَﻌْﻘِﻠُﻮﻥَ ler ile ukûlü istintakla "Sadakte" dedirtiyor. Solunda; kalblere ezvak-ı ruhanî vermekle, vicdanları istişhad ederek "Bârekâllah" dediren Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'a hangi köşeden, hangi cihetten evham ve şübehatın hırsızları girebilir?
Evet Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan asırları, meşrebleri, meslekleri muhtelif olan enbiyanın, evliyanın, muvahhidînin kitablarının sırr-ı icma'ını câmi'dir. Yani bütün o ehl-i kalb ve akıl, Kur'an-ı Hakîm'in mücmel ahkâmını ve esasatını tasdik eder bir surette, o esasatı kitablarında zikredip kabul etmişler. Demek onlar, Kur'an şecere-i semavîsinin kökleri hükmündedirler.
Hem Kur'an-ı Hakîm, vahye istinad ediyor ve vahiydir. Çünki Kur'anı nâzil eden Zât-ı Zülcelal, mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) ile, Kur'an vahiy olduğunu gösterir, isbat eder. Ve nâzil olan Kur'an dahi, üstündeki i'caz ile gösterir ki, Arş'tan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bidayet-i vahiydeki telaşı ve nüzul-i vahiy vaktindeki vaziyet-i bîhuşu ve herkesten ziyade Kur'ana karşı ihlas ve hürmeti gösteriyor ki: Vahiy olup ezelden geliyor, ona misafir oluyor.
Hem o Kur'an bilbedahe mahz-ı hidayettir. Çünki onun muhalifi, bilmüşahede küfrün dalaletidir.
Hem bizzarure Kur'an envâr-ı imaniyenin madenidir. Elbette envâr-ı imaniyenin aksi, zulümattır. Çok Sözlerde bunu kat'î olarak isbat etmişiz.
Hem Kur'an bilyakîn hakaikın mecma'ıdır. Hayalât ve hurafat, içine giremez. Teşkil ettiği hakikatlı âlem-i İslâmiyet, izhar ettiği esaslı şeriat ve gösterdiği âlî kemalâtın şehadetiyle, âlem-i gayba ait olan bahislerinde dahi, âlem-i şehadetteki bahisleri gibi, ayn-ı hakaik olduğunu ve içinde hilaf bulunmadığını isbat eder.
Hem Kur'an bil'ayân ve şübhesiz, saadet-i dâreyne îsal eder, beşeri ona sevkeder. Kimin şübhesi varsa, bir defa Kur'anı okusun ve dinlesin ne diyor? Hem Kur'anın verdiği meyveler; hem mükemmeldir, hem hayatdardır. Öyle ise, Kur'an ağacının kökü hakikattadır, hayatdardır. Çünki meyvenin hayatı, ağacın hayatına delalet eder. İşte bak; her asırda ne kadar asfiya ve evliya gibi mükemmel ve kâmil zîhayat ve zînur meyveler vermiş.
Hem hadsiz müteferrik emarelerden neş'et eden bir hads ve kanaatla, Kur'an hem ins, hem cinn, hem meleğin makbulü ve mergubudur ki; okunduğu vakit onlar iştiyakla pervane gibi etrafına toplanıyorlar.
Hem Kur'an vahiy olmakla beraber, delail-i akliye ile teyid ve tahkim edilmiş. Evet kâmil ukalânın ittifakı buna şahiddir. Başta ülema-i ilm-i Kelâmın allâmeleri ve İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi felsefenin dâhîleri müttefikan esasat-ı Kur'aniyeyi usûlleriyle, delilleriyle isbat etmişler. Hem Kur'an, fıtrat-ı selime cihetiyle musaddaktır. Eğer bir ârıza ve bir maraz olmazsa; herbir fıtrat-ı selime onu tasdik eder. Çünki itminan-ı vicdan ve istirahat-ı kalb, onun envârıyla olur. Demek fıtrat-ı selime, vicdanın itminanı şehadetiyle, onu tasdik ediyor. Evet fıtrat, lisan-ı haliyle Kur'ana der: "Fıtratımızın kemali sensiz olamaz!" Şu hakikatı çok yerlerde isbat etmişiz.
Hem Kur'an bilmüşahede ve bilbedahe, ebedî ve daimî bir mu'cizedir. Her vakit i'cazını gösterir. Sair mu'cizat gibi sönmez, vakti bitmez, ebedîdir.
Hem Kur'anın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik var ki; bir tek dersinde, Hazret-i Cibril (A.S.), bir tıfl-ı nevresîde ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbn-i Sina gibi en dâhî feylesof, en âmi bir ehl-i kıraatla diz dize aynı dersi okurlar, derslerini alırlar. Hattâ bazan olur ki; o âmi adam, kuvvet ve safvet-i iman cihetiyle, İbn-i Sina'dan daha ziyade istifade eder.
Hem Kur'anın içinde öyle bir göz var ki; bütün kâinatı görür, ihata eder ve bir kitabın sahifeleri gibi kâinatı göz önünde tutar, tabakatını ve âlemlerini beyan eder. Bir saatin san'atkârı nasıl saatini çevirir, açar, gösterir, tarif eder; Kur'an dahi, elinde kâinatı tutmuş öyle yapıyor.
İşte şöyle bir Kur'an-ı Azîmüşşan'dır ki ﻓَﺎﻋْﻠَﻢْ ﺍَﻧَّﻪُ ﻟﺎَٓ ﺍِﻟَﻪَ ﺍِﻟﺎَّ ﺍﻟﻠَّﻪُ der, vahdaniyeti ilân eder.
ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﺍﺟْﻌَﻞِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥَ ﻟَﻨَﺎ ﻓِﻰ ﺍﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﻗَﺮِﻳﻨًﺎ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻘَﺒْﺮِ ﻣُﻮﻧِﺴًﺎ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﻘِﻴَﺎﻣَﺔِ ﺷَﻔِﻴﻌًﺎ ﻭَ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟﺼِّﺮَﺍﻁِ ﻧُﻮﺭًﺍ ﻭَ ﻣِﻦَ ﺍﻟﻨَّﺎﺭِ ﺳِﺘْﺮًﺍ ﻭَ ﺣِﺠَﺎﺑًﺎ ﻭَ ﻓِﻰ ﺍﻟْﺠَﻨَّﺔِ ﺭَﻓِﻴﻘًﺎ ﻭَ ﺍِﻟَﻰ ﺍﻟْﺨَﻴْﺮَﺍﺕِ ﻛُﻠِّﻬَﺎ ﺩَﻟِﻴﻠﺎً ﻭَ ﺍِﻣَﺎﻣًﺎ ٭ ﺍَﻟﻠَّﻬُﻢَّ ﻧَﻮِّﺭْ ﻗُﻠُﻮﺑَﻨَﺎ ﻭَ ﻗُﺒُﻮﺭَﻧَﺎ ﺑِﻨُﻮﺭِ ﺍﻟْﺎِﻳﻤَﺎﻥِ ﻭَ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﻭَ ﻧَﻮِّﺭْ ﺑُﺮْﻫَﺎﻥَ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥِ ﺑِﺤَﻖِّ ﻭَ ﺑِﺤُﺮْﻣَﺔِ ﻣَﻦْ ﺍُﻧْﺰِﻝَ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﺍﻟْﻘُﺮْﺍَﻥُ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﻟِﻪِ ﺍﻟﺼَّﻠﺎَﺓُ ﻭَ ﺍﻟﺴَّﻠﺎَﻡُ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟْﺤَﻨَّﺎﻥِ ﺍَﻣِﻴﻦَ