On Birinci Söz
وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا وَالسَّمَآءِ وَمَا بَنٰيهَا وَاْلاَرْضِ وَمَاطَحٰيهَا وَنَفْسٍ وَمَاسَوّٰيهَا.. الخ
1
وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا وَالسَّمَآءِ وَمَا بَنٰيهَا وَاْلاَرْضِ وَمَاطَحٰيهَا وَنَفْسٍ وَمَاسَوّٰيهَا.. الخ
EY KARDEŞ! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammasını ve hakikat-i salâtın rümuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber şu temsîlî hikâyeciğe bak:
Bir zaman bir sultan varmış. Servetçe onun pek çok hazineleri vardı. Hem o hazinelerde her çeşit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem gizli, pek acaip defineleri varmış. Hem kemâlâtça sanayi-i garibede pek çok mahareti varmış. Hem hesapsız fünun-u acibeye marifeti, ihatası varmış. Hem nihayetsiz ulûm-u bediaya ilim ve ıttılaı varmış.
İşte her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşân dahi istedi ki, bir meşher açsın, içinde sergiler dizsin, ta nâsın enzarında saltanatının haşmetini, hem servetinin şaşaasını, hem kendi san’atının harikalarını, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Ta, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vech ile müşahede etsin: Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaik-âşinâsıyla görsün. Diğeri, gayrın nazarıyla baksın.
[NOT]Dipnot-1 “Yemin olsun güneşe ve aydınlığına ve onu takip eden aya ve onu gösteren güne ve onu örten geceye; ve gökyüzüne ve onu bina edene ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene ve nefse (kişiye) ve onu intizamla yaratana.” Şems Sûresi, 91:1-7.[/NOT]
<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>acaip: şaşırtıcı, hayret verici</td><td>cemâl: güzellik (bk. c-m-l)</td></tr><tr><td>cemâl ve kemâl-i mânevî: madde ile sınırlı olmayan mânevî güzellik ve üstünlük (bk. c-m-l; k-m-l; a-n-y)</td><td>cevahir: cevherler, değerli şeyler</td></tr><tr><td>define: hazine</td><td>enzar: bakışlar, dikkatler (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>fehmetmek: anlamak</td><td>fünun-u acibe: şaşırtıcı fen ve ilimler</td></tr><tr><td>garibe: benzersiz, garip şey</td><td>gayrın nazarı: başkasının bakışı (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>hakikat-i salât: namazın hakikati, anlam ve niteliği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ṣ-l-v)</td><td>haşmet: büyüklük, heybet, görkem</td></tr><tr><td>hikmet-i âlem: âlemin hikmeti, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m; a-l-m)</td><td>hilkat-i insan: insanın yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>ihata: kapsama, kuşatıcılık</td><td>izhar: ortaya çıkarma (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)</td><td>kemâlat: mükemmellikler, kusursuzluklar, üstünlükler (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>maharet: beceri</td><td>marifet: geniş bilgi ve beceri (bk. a-r-f)</td></tr><tr><td>meşher: sergi</td><td>muammâ: anlaşılması zor sır, gizem</td></tr><tr><td>müşahede: gözlem (bk. ş-h-d)</td><td>nazar-ı dekaik-âşinâ: inceliklere nüfuz eden bakış (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)</td><td>nihayetsiz: sonsuz</td></tr><tr><td>nâs: insanlar</td><td>rümuz: ince işaretler</td></tr><tr><td>saltanat: hükümranlık, egemenlik (bk. s-l-ṭ)</td><td>sanayi-i garibe: benzersiz, garip san’atlar (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>sultan-ı zîşan: şan ve şeref sahibi sultan (bk. s-l-ṭ; ẕi) </td><td>temsilî: analojik, kıyaslamalı benzetme şeklinde (bk. m-s̱-l)</td></tr><tr><td>tılsım: sır, şifre </td><td>ulûm-u bedia: güzel san’atlar, estetik bilimleri (bk. a-l-m; b-d-a)</td></tr><tr><td>vecih: yön, tarz</td><td>ıttıla: bilgi sahibi olma</td></tr><tr><td>şaşaa: gösteriş</td></tr></tbody></table>