Osman nuri topbaş hoca efendiden sohbetler..

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Dâsitâni Muhabbetinin Yanık Terennümleri -devamı-

Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, yaradılıştaki mecazi muhabbetleri tekamül ettirerek ulvileştiren ilahi muhabbetin tecelli merkezidir.

Muhakkak ki mü'min, Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- karşısında ilahi ürperişlerini ve bedii duygularını hissettiği, ruhunu nefsaniyete aid bütün çizgi ve görüntülerden boşalttığı vakit, O'nunla aynileşme, O'nun muhabbetinden bir hisse alma yolundadır. Hazret-i Mevlana -kuddise sirruh-:

"İki Dünya bir gönül için yaratılmıştır! ´Sen olmasaydın, Sen olmasaydın bu kainatı yaratmazdım!..ª ifadesinin manasını düşün!" buyurur.

Hulasa bütün bu anlatılanlardan çıkan umumi ve nihai netice sudur ki, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e veya O'nu en cüz'i mikdarda bile hatırlatmaya vesile olan her şeye karşı ne kadar ihtiram edilse azdır! Zira o yüce Peygamber, "Müteal" olan, yani hayal ve idrakine imkan bulunmayan Allah -azimuş'şan- tarafından "Habibim" hitab-i ilahiyyesine mazhar olmuştur.

O'na Kainat'ın yüce Halık'ının, ´Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevat getirirler. Ey mü'minler! Siz de O'na salevat getirin ve tam bir teslimiyyetle selam verin!..ª (el-Ahzab, 56) buyurarak şayisiz melekleriyle birlikte "salat ve selam" ettiği Kur'ani gerçeği karşısında, bu yüce Peygamber'in fazl u kemaline yaklaşmak, O'nu idrak ve ihataya sığdırmak, kelimelerin mahdud imkanlarıyla mümkün değildir.

Bu bahsi, sukutun sonsuzluğunda noktalamaktan başka çare yoktur!.. O'nu tasvirde lisanlar kat be kat aciz iken, bizim lisanımızdaki ifadesi de okyanustan terzi yüksüğü istiabinca bir kırıntı kabilindendir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Dâsitâni Muhabbetinin Yanık Terennümleri -devamı-

Ne mutlu ki o mü'minlere; Allah Rasulü'nün muhabbetinden başkasına gönül vermezler, yabani bahçelerin sahte çiçeklerine aldanmazlar!..

Bu mübarek gecede (12 Rabiulevvel) Rabbimize donelim..

O'nun muhabbetini hüccet alarak Rabbimize yalvaralım..

O, mazideki, haldeki ve istikbaldeki bütün varlıklara;

mübarek olsun!

Bereket olsun!

Rahmet olsun!

Ol Seyyidü'l-kevneyn Muhammed Mustafa'ya salevat!..

Ol Rasulü's-sekaleyn Muhammed Mustafa'ya salevat!..

Ol İmamü'l- Harameyn Muhammed Mustafa'ya salevat!..

Ol Ceddü'l-Haseneyn Muhammed Mustafa'ya salevat!..

Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile hasret!

Bu gece;

Konsun yine pervazlara,

Güvercinler!

(Hu hu)lara karışsın

Aminler!

mübarek akşamdır;

Gelin ey Fatiha'lar, Yasinler!

Rabiulevvel 1417

OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAEFENDİ - Dâsitâni Muhabbetinin Yanık Terennümleri
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

"Gülsuyu isen, mekânın nûrlu çehrelerdir. Necâset isen, her yerde sıkıntısın!"

"Koku satanların vitrinlerine bak!

Her cinsi kendi cinsiyle güzelleştirirler..."

"Cins, kendi cinsiyle karışırsa, bu tecânüste güzellik, ayrı bir tebessümdedir..."

"Dürüst ve pâkların necislerden ayrılması için

Cenâb-ı Hakk, kitâplar ve peygamberler göndermiştir."

"Düşüncen gülse, sen de bir gül bahçesindesin!.."

Hz. Mevlânâ

Bu âlemdeki zıdlıkların, birbirlerini tamamlayarak ortaya çıkardıkları tablonun hâkim vasıflarından biri de, ülfet (uyuşma, anlaşma) ve âhenktir. Bunun, küçük mikyasta bozulması, "anarşi"; Kâinât çapında bozulması ise "Kıyâmet"tir.

Canlı ve cansız varlıkların müşterek sıfatlarına mukâbil, aralarında farklılık ve zıdlıkların bulunması da, ilâhî ta'yîne dayanan bir keyfiyettir. Bu gözle bakıldığında zıt kutuplar, fizikî âlemde birbirlerini elektrik gibi çektikleri halde, canlılar âleminde tam tersine bir mâhiyet arzederler.

Yâni rûh sâhibi olan varlıklar, zıtlarıyla değil, benzerleriyle ülfet edip bütünleşmek isterler. Varlığın aslının tek olmasından doğan aynîleşme temâyülü, bu âlemde vahdete doğru kudret akışının bir tezâhürüdür.

Ancak, cansızlar âleminde zıdların birbirine celb edilip çekilmesine mukâbil, canlılar âleminde bu durumun tersine tecellî etmesi, canlılardaki ben'lik, enâniyet (egoizm) duygusundan doğar.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

Gerçekten rûh sâhibi her canlı varlıkta en hâkim temâyüllerden biri de benlik ve egoizmdir. Bunun canlılar âleminde zirve noktası da insandadır.

Dolayısıyla, rûhu tasfiye ede ede Allâh'a ulaşma yolunda insanın en son bertaraf edebildiği nefsânî duygu, riyâset ve siyâset ihtirâsıdır.

Âdemoğlunda zirveleşen benlik ve ona bağlı muhabbet ve husûmet tezâhürleri tahlîl edildiğinde görülür ki, herkes, benzerlikler nisbetinde muhabbete, zıtlıklar derecesinde de husûmete yönelik bir ömür sürer.

Bu ise ´insanın sadece kendisini sevdiği' gerçeğini gösterir. Kişinin kendisine benzediği nispette başkalarına meftûn olması bundandır.

Nitekim Ya'kûb -aleyhisselâm-, Hazret-i Yûsuf'da kendi varlığını ve bu varlığa âid husûsiyetleri müşâhede etmiş, rûhu gayr-ı insiyâkî Yûsuf'a müncezib olmuştur.

Zîrâ müşâbehet, varlıklar arasında muhabbetin temel sebeplerinden biridir.


Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin!" (İsrâ, 37)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

Bu keyfiyet, rûh sâhibi olan varlıklara o derece hâkimdir ki, hayvanlar arasında bile müşâhede edildiğinden, halk arasında şöyle anlatılır.

Bülbüle:

"- Öt!" demişler, ötmemiş.

"- Öt!" demişler, ötmemiş.

Nihâyet:

"- Seni altın bir kafese kapatırız; lâkin yanına da bir karga koyarız!.." tehdîdinde bulunmuşlar.

Bülbül, kafesin altın olmasına mukâbil, karga ile beraber bulunmak ızdırâbından korkarak ötmeye başlamış...

Bu darb-ı mesel ile halk, bizim yukardan beri derin ve şümûllü bir sûrette anlatmak istediğimiz gerçeği, çok güzel ve basitçe ifâde eder.

Lâkin bundan daha güzelini, Mesnevî'nin bir hikâyesinde müşâhede etmekteyiz. Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, fıtrattaki bu hikmeti, hikâyesinde temsîlî olarak şu şekilde anlatmaktadır:

"Avcının biri, avladığı ceylanı öküz ve eşeklerle dolu bir ahıra hapsetmişti. Ceylan, ahırda korkusundan bir taraftan diğer tarafa kaçıyordu. Avcı akşam üstü gelerek hayvanların önüne saman döktü.

Eşekler ve öküzler büyük bir iştah ile kapışarak yemeğe başladılar.

Ceylan, kâh ürker, kâh bu samanlardan çıkan toz ve topraktan acıyan gözlerini ovalardı.

Böylece o karnı misk kokulu ve zarîf hayvan, ahırda işkence altında kalmıştı.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

Eşeğin biri, alay ederek yanındaki diğer eşeklere diyordu ki:

"Susun!.. Bu, pâdişâhların ve beylerin huyunda bir hayvandır!.."

Bir başka eşek de şöyle diyordu:

"O halde bu hayvan, nezâket ile pâdişâhın tahtına çıkıp yaslansın!.."

Durumu seyreden başka bir eşek, ceylanı saman yemeğe çağırdı. Ceylan:

"- Hayır, hiç iştahım yok!" dedi.

Eşek cevap verdi:

"- Biliyorum ki nazlanıyorsun!"

Ceylan, bu sözlere karşı:

"- Ben, çemenler, akan berrak sular arasında bağ ve bahçelerde gezerdim. İlâhî nakışları seyrederdim.

Kazâ ve kader, beni bu azâba düşürmüşse, nasıl olur da birdenbire hâlet-i rûhiyem değişebilir?!.

Ben sünbülü, lâleyi, reyhânı bile naz ile koklaya koklaya yerdim.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

Tabîattaki ilâhî kudret akışlarının âhengini, hayrân hayrân seyrederdim. Ve bu hayrânlığı yudumlarken de, avcılar bizleri su başlarında gönlümüz ve gözlerimiz yaşlarla dolu iken avlarlar..." dedi.

Bir eşek cevap verdi:

"- Söylen, bakalım... Nasılsa gurbette yalan söylemesi kolaydır."

Ceylan cevap verdi:

"Benim karnımdan çıkan misk kokusu, sözlerime şâhittir. O, misk ve anber neşreder. Sizlerin ise, hâliniz meydanda. Bu sözler, elbette size yalan gelir. Sizin aranızda hakîkaten garîp, bîkes ve bîçâre kaldım..."

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, insan müfekkiresinin kavramakta güçlük çektiği mücerred hâdiseleri, basit ve müşahhas hikâyeler içinde sunar.

Nitekim bu hikâyede de zıdların, birbiriyle imtizâcının mümkün olmadığını ifâde için, yaradılışları birbirine zıt hayvanlardan misâl almıştır.

Ceylânlar, yemesi, içmesi, teneffüsü, bediî duyguları ve zerâfetleriyle en hassas hayvanlardır. Avcılar, yeşillikler arasındaki akarsuların kenarlarında bir neyzene ney üfletirler.

O muhrik nağmelerin etrafına civardaki ceylânlar toplanır. Gözleri ve gönülleri yaşlarla dolduğu anda zâlim avcılar onları tuzağa düşürüp avlarlar.

Karnından çıkan misk kokusundan, derisinden ve etinden ötürü o zarîf ve hassas duygulu hayvanları ölüme mahkûm ederler.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

Eşek ve öküzler ise, sesleri ile gabî (çirkin), duyguları ile büyük bir nefsâniyet içinde yaşayan hayvanlardır.

Hazret-i Mevlânâ, hikâyesinde zıdlarla bir arada bulunulmasının ızdırâbını misâlle îzâh ettikten sonra, Mesnevî'sindeki hikmetli beyitlerinde bu zıdlığın elemini şu şekilde ifâdelendirir:

"Her kimi ki, kendi zıddıyla bir arada korlar; bu, o kimse için ölüm azâbıdır."

"Hakk'a yakın kişi, bu beden yüzünden azâb içindedir. Çünkü onun rûh kuşu, kendi cinsinin gayri olan nefsâniyetle bir araya bağlanmıştır."

"Rûh, kuşlar arasında bülbül gibidir. Tabîatlar olan nefs ise, kargalardır. O bülbül, kargalardan ve baykuşlardan yaralanır. Bir arada olmaktan dolayı ızdırap duyar."

"Rûh bülbülü, o hodgâm nefs kargaları ve kem gözlü nefs baykuşları arasında inim inim inlemektedir."

Âyet-i kerîmede ´Rûhumdan üfürdüğüm zaman...' buyurulmaktadır. Rûh, bu beden kafesine Rabbinden koparak gelmiştir. Şuûr altında, geldiği âlemin hasreti ve temâyülü vardır. Hür değildir. Beden hapishânesi içindedir.

Dünyâda, geldiği rûhlar âleminin gurbet ızdırâbıyla yoğrulmaktadır. Bu gurbet ve ızdırâbı "vâsıl-ı ilâllâh" oluncaya kadar devâm eder. O âna kadar hep nefs engeli ile karşı karşıyadır.

Evlâd, mal, mevkî ve makamlar elde etmek ve bunları nefsin arzularına göre yönlendirmek, bu dünyânın avuntusu, aldatıcı oyuncaklarından ibârettir.

İnsan, nefsî temâyülleri ile bir hayâl dünyâsı kurar. Onunla avunur. Binbir endîşe ve vesvese içinde ömrünü eritir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

Rûhun nefse göre bedendeki hâli ile, ceylanın eşekler ahırındaki durumu aynıdır. Ceylan, yabancıların yanında nasıl garîp ise, rûh da, bu cesedde zor günlerin garîpliği ve imtihânı içindedir.

Rûhun diğergâmlığı, nefsin hodgâmlığından rahatsızdır. Bu iki zıt, insanın dünyâsında müşterek bir şekilde hayâtiyetlerini ve canlılıklarını birbirleriyle mücâdele hâlinde devâm ettirirler.

Bu hikâyeyi, başka bir gönül penceresinden seyrettiğimiz zamanda, zarîf ve yüksek yaradılışlı kâmil insanların, câhil ve küstahlar içinde ölüm azâbından daha ağır bir ızdırap ile karşı karşıya olduklarını görürüz.

Bu ızdırâba en çok, peygamberler, sonra da onların yolunu tâkip edenler dûçâr olmuşlardır. Zaman zaman nâdânlar arasında garîp ve bîkes yaşamışlardır.

Putperestlere tevhîd sancağını açan Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-, büyük bir ateşin içine atılmıştır.1

Yûsuf -aleyhisselâm-, kardeşleri arasında dahî büyük bir yalnızlığa itilmiş ve kendi vatanının dışında iftirâlara mârûz kalarak zindanda bir müddet garîb bir şekilde yaşamaya mecbûr olmuştur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

Zorba bir kavim karşısında İsrâiloğulları, Hazret-i Mûsâ'yı yalnız bırakmış: ´Ey Mûsâ! Sen Rabbinle beraber savaşa git; harbet ve kazan! Ondan sonra biz senin ardından geliriz!' demişlerdir.

Yine mazlûm peygamber Zekeriyyâ -aleyhisselâm-, azgın Benî İsrâîl kavmi tarafından testereyle ikiye bölünmüş, oğlu Yahyâ -aleyhisselâm- da gaddârâne bir şekilde şehîd edilmiştir.

Hazret-i Mesîh, hırsızlarla berâber muhâkeme edilmiştir. Kâinât'ın fahr-i ebedîsi Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Tâif'te bedbahtlar tarafından taşlanmıştır.

Benzerî misâller daha da çoğaltılabilir.

Onlar bu hâle, kendilerine taraf-ı ilâhîden verilen yüce bir sabırla tahammül göstermişler ve böylece makamları âlî olmuştur.

Bazen de Cenâb-ı Hakk, sâlihleri vikâye için onları hıfzına almıştır.

Ashâb-ı Kehf, bedbaht bir topluluk içinde bulunduklarından dolayı, mağarada muhâfaza altına alınıp uyutulmuşlar ve zâlimlerin şerlerinden korunmuşlardır.

Çünkü gâfiller arasında bulunmaktansa, uyumak, daha evlâdır. Bu yüzden Ashâb-ı Kehf, ancak sâlih bir toplum geldiği zaman uyandırılmışlardır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, ârifleri bülbüle teşbîh ederek, kötü rûhlu insanlarla ülfetlerinin mümkün olamayacağını şöyle ifâde eder:

"Bülbüllerin yeri, çayır, çimen ve gülistanlardır. Teressübat2 böceklerinin ise, vatan-ı aslîleri, necâset ve teaffün iklimleridir."

Âlemde cinsler ve onların bulundukları ortamlar arasında dâimî bir câzibe vardır.

Bülbül, çayır ve çimenlerden ve bir mûsikî gibi akan pınarlardan hoşlanırken, teressübat böceği fıtratındakiler ise, necâsetten, yâni ahlâksızlıktan, fesâd ve nifâktan zevk alır.

Bu hâli, güzel bir gonca, hâl lisânıyla teressübat böceğine şöyle seslenerek ifâde eder:

"Ey necâset böceği! Gül bahçesinden kaçıyorsun, ama senin bu nefretin, gülistânın kemâline delâlet eder!.."

Bu fârik husûsiyetler, hayır ve şer arasındaki ilâhî bir muvâzenenin netîcesidir.

İşte ehlullâh hazarâtı, cinsler arasındaki bu câzibe dengesini, ezelî aşk ve âşinâlık olarak vasıflandırır ve mükerrem yaratılan, ancak sonra da esfel-i sâfilîne düşen insanın aslî dengesine ulaşmasını te'mîne gayret sarfederler.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

Binbir iptilâ, çile, elem ve keder feryâtları ile dolu dünyâ hayâtında ebediyyet kapılarını aralayacak olan muvaffakiyet sürûrları, ancak kâmil ve ârif birer şahsiyet olan sâlihlerle beraber bulunmakla elde edilebilir.

Ebedî âleme âid olan rûhun istîdâdı, böylece inkişâf ederek, fânî âleme âid olan nefsin ızdırâbından kendisini kurtarabilir.

Bunun için, gönlü, gâfiller meclisinden muhâfaza etmek zarûreti vardır.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, bu hakikati îzâh sadedinde şöyle buyurur:

"Kuş, ancak kendi cinsiyle uçar. Kendi cinsinden olmayanlarla görüşmek, âdetâ mezâra girmek gibidir."

"Her cins, kendi cinsini çekerken, zarîf bir ceylan, eşek ve öküzlerin içinde nasıl yaşayabilir?.."

Bütün beraberlikler, müşterek dünyâların müşterek fikir ve anlayışları çerçevesinde tahakkuk eder.

Birbirine zıd âlemlerde yaşayanlar, mecbûrî olarak bile bir araya gelseler, ölümden daha acı ızdıraplar içinde kıvranırlar.

Nitekim âyet-i kerîmede buyurulur:

"İyiler iyiler için, kötüler de kötüler içindir..." (en-Nûr, 26)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ÜLFET

İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, bu gerçeği ifâde etmek üzere, sâdece hastalıkların ve mikropların değil, hâllerin, ahlâk ve huyların da sirâyetine işâret etmekte, iyilerle beraber olana iyilik, kötülerle beraber olana da kötülük yansıyacağını belirtmektedir.

Nitekim hadîs-i şerîfte buyurulur:

"İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla, (demirci dükkânında) körük çeken insanlar gibidir. Misk sâhibi, ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince, ya elbiseni yakar, yahud da sen onun pis kokusunu alırsın!.." (Buhârî, Buyû', 38; Müslim, Birr, 146)

Halk ağzında darb-ı mesel hâline gelen ´Kör ile yatan şaşı kalkar' ifâdesi, bu hakîkati terennüm eder.

Çünkü enerjik karakterlerde sirâyet özelliği vardır.

Yâ Rabbî! Bu âlemde bizleri, hikmet ve esrâr hazîneleri olan kullarınla beraber eyle! Onlarla, biz âciz kullarını haşret!..

Âmîn!..

OSMAN NUR? TOPBA? HOCAEFEND? - Ülfet
 
Üst