Merak ediyorum acaba risale sadeleştirilsin diyenler risale okuyorlarmı malum bir zamanlar ezan türkçe okunsun diyenlerde sebeb olarak anlamayı gösteriyor ve bu söylevlerin altındaki planları gerçekleştirmeye çalışıyorlardı
Meselâ, biri dese, "Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır. Şu hâlde bir tüfek atmak kâfidir." Halbuki, o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezâniye içinde o bir maslahattır. Tüfek sesi o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahâlisi namına, hilkat-i kâinatın netice-i uzmâsı ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?
evvelen risalelerin başka dilere çevrilmesi hususundada
Hem frengistan diyarı, Hıristiyan şevketi dairesidir. Istılahât-ı şer'iyenin maânîsini ve kelimât-ı mukaddesenin mefâhimini lisan-ı hâl ile telkin edecek ve ihsas edecek bir muhit olmadığından, bilmecburiye, kudsî maânî, mukaddes elfâza tercih edilmiş; maânî için elfaz terk edilmiş, ehvenüşşer ihtiyar edilmiş
saniyen
risaleinur müelifinin ve yakın talebelerin izin vermediği bir mesele hakında alakasız insanların konuşması ve hüküm vermesi bir hakka tecavüzdür
salisen
risaleinurun sık sık okunması o tekrarda yalnız bir kısım letâif kalır ki, pek geç usanıyor; devam eder, daha mânâya ve tetkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi ona zarar vermiyor. Lâfız ve lâfz-ı müşebbi' olduğu bir meâl-i icmâlî ile ve isim ve alem bulundukları mânâ-yı örfî onlara kâfi geliyor. Eğer mânâyı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir. Ve o devam eden lâtifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cilt hükmündeki lâfızları onlara kâfi geliyor ve mânâ vazifesini görüyorlar.
hamisen
risaleinurdaki fesahat anlamamaktan şikayetçi olan bir gurubunda tezini çürütüyor
(Fesâhat, sözün; lafız, mânâ ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lafızların söylenişinin tatlı, mânâsının da söylenirken hemen zihne girmesidir. Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile ilgilidir. Fesâhatin daha yüksek derecesine belâgat denir ki; fasih bir sözün, yerine ve adamına göre söylenmesidir. Bir söz, yerine göre denmemişse,—fasih olsa bile—beliğ olamaz. )
öyleki hemde beliğ olan bir kitabın sadece bu asra seslendiğini düşünmekte aptallık olur zira üsdadımız sadece kendi asrına yazmadıgı gibi biz ve daha sonraki asrada sesleniyor o mütefekkrin hayatını feda etiği bu davaya ahkam kesmek edepsizliktir
istersen lügatın teceddüd ve tağyiratın ve iştirak ve teradüfün sırlarına müracaat et. İyi kulak versen, işiteceksin ki:
Selefin zevklerine giden çok kelimatı ve hayâlâtı veya maânî, ihtiyar ve ziynetsiz olduklarından halefin heves-i şebabanelerine tevafuk etmediklerinden, meyl-i teceddüde ve fikr-i icada ve cür'et-i tağyire sebep olmuşlardır. Bu kaide, lügatta gibi, hayalât ve maânî ve hikâyatta dahi cereyan eder. Öyleyse, herşeye zahire göre hükmetmemek gerektir. Muhakkikin şe'ni, gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a'mâkına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, herşeyin menbaını bulmaktır
*Bu yazının içeriği burdaki suallere ve yorumlara cevaptır*
DAHA BİR ÇOK HİKMETİ VAR ŞİMDİLİK BU KADAR